İnsanlar, eğer gelir ve kaynaklarının yetersizliklerinden dolayı içinde bulundukları toplumca kabul edilebilir olarak değerlendirilen bir yaşam standardı seviyesi tutturamıyorlarsa bu, yoksulluk içerisinde olduklarını gösterir. Böyle bir durumda yoksul kesim bir dizi sorunu birlikte yaşamaya mahkumdur. Yoksulluk; işsizlik, düşük gelir seviyesi ve kötü yerleşim koşulları doğurur, sağlık, eğitim ve kültür hizmetlerine ulaşmayı yaşam boyu engeller. Bu göreli yoksulluktur. Bir de işin öteki boyutu vardır ki insanlar arasında aşağılanma, onur kırıcı davranışlara maruz kalma ve yahut gelir seviyesi yüksek kesim tarafından tabiri caizse hayvan gibi kullanılma sonuçlarını doğuran insani yoksulluktur. Her ikisi de içi içe geçmiş bir neden-sonuç ilişkisi meydana getirir aslında. Çünkü zaten gelir seviyesi unsuru, her iki durumda da mevcuttur. Peki, yoksulluk neden oluşur? Kim yapar veyannereden doğar? Köylü-kentli ayrımı bu resmin neresinde yer alır?
Köylü-kentli ayrımında değişen sosyo-ekonomik koşullar sonucu toprağa bağlı yaşamlarını terk edip (yahut çeşitli nedenlerle terk etmek zorunda kalıp) kente yerleşen köylüler yoksulluklarını derinleştirerek boyutunu değiştirir. Yani köyden kente göç eden sınıf-altı yoksullarının enformel sektörlerde çalışması sonucunu doğurur. Zor şartlar altında hiçbir hayat güvencesi olmayan bu sektörlerde çalışan ve çoğu zaman çalışma mekânları ve yaşam alanları aynı olan bu kesim için modern yaşamın bir parçası olabilmek neredeyse imkânsızdır. Ki zaten onlar bunu hiçbir zaman istemez tek istedikleri ya evlerine ekmek götürmek veya köyde deli divane âşık oldukları sevdiklerini alabilmek için başlık parası denkleştirmek.
Başlık parası da nereden mi çıktı? “Ula ağanın pogu üstüne pog olur mu” gibi hemen her repliği hafızalarda kazılı duran Kibar Feyzo desem. Bilmeyenimiz yoktur sanırım Gülo’ya aşkından kuş olup dallara konan Kibar Feyzo’nun hikâyesini. Bilinmeyen ya da gözden kaçan bir nokta vardır ki o da, 1980 öncesi dönemde Türkiye’nin doğusunda yoğunlukla egemen olan yarı-feodal sistemin ve sonuçlarının eleştirel bir bakış açısıyla sunulmasıdır. Devleti, ağalık düzenini, başlık parasını, yoksul insanların köleden farksız yaşadıkları (!) hayatı o dönemde oyunculuklarla ve diyaloglarla son derece güçlü anlatan bir politik mizah örneğidir. Politik argümanları filmde yer yer görebilsek de filmin tamamında siyasi ve toplumsal dalgayı hissedebilmek o kadar da zor değil.
“-Aha bizim Maho vallah faşo’dur. (Faşist)
-Faşo nedir lo?
-Böyle puşt kimin, ibne kimin . . .”
Faşizm, ilk olarak Mussolini’nin kendi siyasi ideolojisini tanımlamak için kullandığı bir terimdir. O dönem İtalya’da Mussolini iktidarına karşı çıkan tüm iç ve dış güçler yok edilmiştir. Kibar Feyzo’da da Maho Ağa kendisine karşı gelen ya da emirlerine itaat etmeyen köy halkını kente sürgün ediyorsa sadece Mussolini’den değil demek ki Maho Ağa’dan da faşist olurmuş bal gibi.
Dönemin sosyal ve siyasi sorunlarını büyük bir titizlikle sunan Kibar Feyzo’nun bana göre eksik tarafları da var tabi ki. İlki, Gülo karakterini canlandıran Müjde Ar’ın kentli duruşunun köylü bir karakteri yansıtırken yapay kalma durumu. İkincisi ise filmin genellikle Batı’da yaşayanlar tarafından Doğu’da yaşayan insanlar için bir nevi ‘cahil insan’ profili çizmesi olmuştur. Bu durum doğuda yaşam alanlarının (köyün) dağ başı olarak nitelendirilmesine, insanların medeniyetsiz, eğitimsiz olduğu ve kentli kültürü oluşturamadığı gerekçesiyle aşağılayıcı tavırlarla karşılaşmalarına neden olmaktadır. İnsanların binek hayvanı olarak kullanılması, katı gelenekçi yapıları, aptallık derecesinde saf oldukları görüntüsü çizilmesi Doğu’da hiç bulunmamış ve yaşantılarını sadece televizyondan izleyen Batı’nın gözünde bu insanlara karşı önyargı oluşmasına sebep olmaktadır.
Filmin dikkat çekici bir başka özelliği, hikâyenin herhangi bir olumlu ya da olumsuz yönünü, köyün kızlı erkekli bir koro ekibinin müzikal şeklinde ortaya koymaları. Bu durum, bu topraklarda yaşayan halkın acılarını, sevinçlerini çıplak sesle dile getiren dengbej geleneği örneği olarak gösterilebilir.
Son olarak şunu belirtmek gerekir ki toplumun tüm sınıflarının bir arada yaşadığı mekân tarihsel sürecin her döneminde eşitsizlikler barındırır. Eşitsiz ilişkileri şu sistemde ya da şu yönetimde diye sınırlamak yanlış olacaktır. Çünkü eşitsizliğin ortaya çıkardığı sınıfların baktıkları taraf aynıdır sadece dönemin şartları gereğince isim değiştirir. Sermaye-emek olur, proleterya-burjuva olur… Bu sınıflar arasında asgari yaşam standardını sağlayamayan kesim, yoksul olarak adlandırılırken, günlük yaşamlarını yeniden üretebilen kişiler ise varsıl kesimi oluşturmaktadır.
Kibar Feyzo sermayeyi ve gücü elinde tutan otorite odağının (varsıl kesimin), yoksul insanları kul olarak görmesi ve bu yolla istediği her şeyi yaptırması ayrıca temel olan haklarını kullandırırken bile velinimet gibi davranması egemen olanın aslında kim olduğunun resmini çizer bizlere. Çünkü sistem, dışlanma, elverişsiz yaşam alanı, şiddete maruz kalma, temel haklardan yararlanmada yoksunluk öngörür. Bu da sisteme eklemlenme sorunu yaşayan yoksul kesimin yaşam alanlarında otomatikman diskalifiye olmalarına neden olur.
Konuk Yazar: Zehra KURT
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.