- Robert Altman’in western sosuyla kapitalizme dokunduğu McCabe & Mrs. Miller’da, hiç kimse olmaktan gelip ticari kimlik kazanmayı ve daha büyük şirketlere boyun eğilmediğinde tekrar hiç kimseliğe dönüşü sembolize eden sıra dışı bir örnek sunulur.
Bir popüler sinema türü olarak western filmlerinde anlatılmak istenen genellikle net olup hitap edilen duygular son derece basittir; çatışma içerisindeki tarafların kolaylıkla seçilebilir ve amaçlarının anlaşılır olması, seyircinin beklentilerine cevap vermek ve türün klişelerini göz alıcı biçimde tekrarlamak başarının anahtarlarındandır. Ancak kameranın arkasındaki kişi Robert Altman ise bu kuralların hepsi yerle bir olur. Bir Altman filmi için tür bilgisi olarak ne belirtilirse belirtilsin bambaşka bir atmosfer ve sınıflandırılması zor bir içerikle karşılaşılacaktır. McCabe & Mrs. Miller’da da durum farklı değil; film boyu yağmur ve karla örtülen western fonunun ön planında bildiğimiz türden bir western hesaplaşması değil, her devirde geçerliliğini koruyan büyük balık ile küçük balığın hikâyesi var. Altman, filmini anti-western olarak tanımlıyor; türün belirli klişelerini bilinçli olarak bozduğu muhakkak. Biz tanımı daha da açarak vahşi batı ile bugünün kapitalist dünyası arasında pek fark olmadığını, hatta kapitalizmin daha vahşi olduğunu gösteren bir örnek; westernin rakip istemez tek adamlar dünyasından şirketlerin rakip istemez tekelci ticaret dünyasına geçiş sürecinde, iki farklı dönemin koşulları arasına sıkışmış biçare insancıkların hikâyesi olarak tanımlayalım.
Klasik western hikâyelerinde şehirleşmenin henüz başlamamasının etkisiyle hayvancılık, çobanlık ve altın arayışları; kanunların tanınmazlığı ve düzenin sağlanmamış olması sebebiyle de soygunculuk, kumar ve fahişelik, ödül avcılığı gibi geçim kaynakları gözlenir. Amerika’nın iç ve batı bölgelerinde durum böyleyken Avrupa’da yaşanan Sanayi Devrimi ile yeni iş kolları ve işgücü ihtiyacı oluşmuş; kentleşme, sınıflaşma, sömürgecilik gibi anlayışlar gelişmiş, zenginleşen sınıfın yeni yatırım iştahıyla oluşan kapitalizm yükselmeye ve hızla dünyaya yayılmaya başlamıştır. Sanır mıydınız ki bu devrim, westerne mekân olan o küçük kasabalara uğramasın; boş vakti bol olan taşralılara göz dikmesin? 1971 tarihli McCabe & Mrs. Miller ile Altman tam da bu dönüşümün ilk izlerini ve sancılarını mercek altına alır. Devir değişirken baş aktörler vakit kaybetmeden pozisyonlarını almış, kazananlar baştan belirlenip rekabet şansı sınırlandırılmıştır. Baskın ve şöhretli isimlerin tek adamlığı, sanayileşme ile yerini kapital sahiplerinin ortaklık ve şirketlerine bırakmıştır. Ticaret hayatının yerleşmeye başlamasıyla da yaşam için toprak sahibi olma kavgasının yerini rant sahibi olma kavgasına bırakacağı açıktır. Kentleşme ve sanayileşme öncesinin vahşi batısında en kötücül bireyler arasında dahi eşit şartlarda rekabet etme ahlakı yerleşmiş iken yeni düzende kapital sahibi şirketler için rekabet ortamının yaratılmasına fırsat vermemek, kazancı yükselmekte olan iş sahiplerini kendileriyle eşit maddi güce sahip olmadan evvel engellemek veya yavaşlatmak gibi hamleler söz konusudur. Robert Altman’in western sosuyla kapitalizme dokunduğu McCabe & Mrs. Miller’da, hiç kimse olmaktan gelip ticari kimlik kazanmayı ve daha büyük şirketlere boyun eğilmediğinde tekrar hiç kimseliğe dönüşü sembolize eden sıra dışı bir örnek sunulur.
Dile getirmeyi sona saklayamayacağım; filmin müzik kuşağı sadece Leonard Cohen’e ait ve Cohen eşliğinde film izlemek bile başlı başına bir iştah yaratıp lezzet sunar. The Stranger Song şarkısı eşliğinde kasabaya gelen John McCabe (Warren Beatty) hakkında hiçbir veri sunmayarak yabancılık hissini kasabalılar gibi seyirciye de yaşatır; filmine soru işaretleri ile başlar Altman. Dedikodular McCabe’in tanınmış bir adamın katili olduğu yönündedir; ilk izlenim olarak iyi bir silahşor ve cesur bir adam olmalı. Kendi tanımlamasına göre ise o bir iş adamıdır ve biraz şöhretin ne zararı olabilir! Altman ilk bölümde ticaret ve iş adamı algısının yeni yeni oluşmaya başladığını ve değişimin gelişini fark eden insanların değişime uğramamış alanlarda avantaj elde etme yarışı içinde olduğunu betimler. Devamında ise McCabe’in yükseliş öyküsünü aktarır; ancak başarıyı sebeplere dayandırmayı da ihmal etmez. Akıllıca davranarak uygulanan ticaret yöntemleri ile neden başarıya ulaşıldığı konusunda seyirciyi de ikna eder usta yönetmen. Örneğin bir iş adamı olarak McCabe’in ilk icraatı apar topar bir poker masası açmak ve ortamı biraz hareketlendirmektir. Kasabalının meraklı ve para harcamaya istekli görüntüsü kasabada iş yeri açmak için olumlu sinyaller anlamına gelir ve McCabe’in pazar araştırması konusunda bilinçli olduğu anlaşılır. Kasaba halkı madenci erkeklerden oluştuğuna göre faaliyet gösterilecek sektör de bellidir; McCabe, kumarhane, meyhane ve genelev olarak faaliyet gösterecek işyerini inşa etmek için derhal hazırlıklara başlarken bu kez de aslında müşteri analizi yapmıştır. Rekabet açısından kasabada eğlence sektörü adına tek rakip Sheehan’in salonudur. Oldukça köhne ve hareketsiz bir yer olarak McCabe’i hiç endişelendirmez. Bu yönüyle Sheehan’in salonu, seyirci için McCabe’in başarısının sebeplerini okuma ve kıyas yapma imkânı sağlar. Genelevin idaresini alan Constance Miller da (Julie Christie) bir nevi profesyonel yönetici olarak okunabilir. Constance da, McCabe gibi hiç kimselikten gelip yükselmek istemekte, iş kadını kimliğine sahip olmanın peşindedir. İkilinin uyguladığı bir diğer ticari hamle fiyat ve kalite politikasıdır; Constance’ın şaşırtıcı değişiklikler yapıp fiyatları arttırmasına rağmen gerçekten de kasabalılar farklılığa karşı koyamaz. Bayan Miller aynı zamanda yenilikçi ve müşteri memnuniyetini düşünen taraftır; kasabalının merakını ve ilgisini sürekli ayakta tutmak için şehirden farklı iç çamaşırları sipariş etmeyi ihmal etmez. Genelev sonunda ün yapmış, başka kasabalardan müşteriler dahi gelmeye başlamış ve artık onlar için pazar büyümeye başlamıştır.
Hikâyede uzun süre bir engel ile karşılaşmayan McCabe ve Constance için sorun yaratacak taraf tam da işler yoluna koyulmuşken ortaya çıkar. Ancak western türünde alışık olduğumuz üzere muhatap ile yüz yüze gelmek artık imkânsızlaşmıştır. Çünkü eski dünyanın kahramanları gitmiş, yerine şirketler gelmiştir; yeni çeteler ise şirket tekelleridir. Değişen tek şey güçlülerin bir şeyi elde etmek istediklerinde önce satın alma teklifinde bulunmaları, kabul edilmediğinde ise zorla sahip olmalarıdır. Bu yönüyle McCabe & Mrs. Miller belki de küçük ve orta boy işletmelerin neden çoğunlukla aynı büyüklükte kaldığını; göze çarpacak ve dillere dolanacak kadar büyüdüklerinde girmek zorunda oldukları savaşın boyutunu anlatır. Kapitalist dünyada rakip, western dünyasında olduğu gibi gözle görülür ve yetenekle yıkılır değildir. Yatırım ağları genişledikçe ulaşılmaz olurlar ve izin verdikleri kadar büyümeye müsaade ederler. Kısaca McCabe & Mrs. Miller, büyük balığın her zaman küçük balığı yutmaya devam edeceğini anlatır.
Karamsar olduğu kadar karanlık bir filmdir McCabe & Mrs. Miller; gece çekimleri gaz lambası ve mum ışığı etkisine dikkat edilerek, gündüz çekimleri ise kapalı ve yağışlı hava altında çekilmiştir. Bir western filmi için alışılmadık hava şartlarına ve iç karartıcı atmosfere sahip olduğu söylenebilir. McCabe de şaşırtıcı derecede pasif bir western karakteridir. Altman’in tersyüz ettiği ve manidar bulunabilecek daha pek çok unsuruyla türün farklı ve izlenmesi gereken filmlerindendir. McCabe ve Constance’ın görünmeyen rakiplerinin kimler olduğu ve herkesten önce nasıl pozisyon aldıkları ise türün başyapıtlarından bir diğeri olan, Sergio Leone imzalı Once Upon A Time In The West / Batıda Kan Var (1968) filminde görülebilir.
İşletme ve Radyo-TV-Sinema mezunu. Eleştirel alanında aktif olmaya DVD+ dergisinin resmi forumunda moderatörlük yaparak başladı. İlk eleştirileri ise 2008 yılında Kanal D Home Video dergisinde yayınlandı. 2009’da Sinemaximum sitesinde, 2010’dan itibaren ise kişisel blogunda yazmaya devam ederken Aralık 2013’de Cineritüel’e katıldı. Antalya’da yaşamaktadır.