- Gotik sinemanın katilleri ve uğursuzları ile Film Noir'in kendi hedefini bilmeden yaşayan kayıp karakterleri ve dedektifi, bir cinayet hikayesinin fonu olarak kullanılan kara kentte buluşuyor. Zaten geceye dönüşmüş bir kent halini alan, ismini bilmediğimiz ya da kimsenin hatırlayamadığı bu Gizemli Şehir, global kentin yasını tutuyor; ne de olsa burjuva sınıfının oyun alanı, global kentin intiharıdır.
Konuk Yazar: Burç Karabulut
Kara kentin mülksüzlerinin hikâyesi olan Dark City / Gizemli Şehir, bir otel odasında konaklayan John Murdoch’ın kendini bulma serüvenini konu alıyor. Bu kendini bulma, bir kimlik bunalımı ya da hafıza zorluğu olarak değil (öyle olması gerekmesine rağmen), karanlığın hüküm sürdüğü (ancak kimsenin farkına varmadığı) globalleşen kentin mülksüzlerinin hikâyesiyle anlatılıyor. Peki, kentin kimliği nedir? Ya da böyle bir şeye gerek var mıdır? Bu soruları daha en başından sorduran film, bunlara yanıt aramaya koyulmak yerine kentli, modern insanı mülksüzleştirip, hatta sınıfsızlaştırıp kentin krizi üzerinden insanının varlığını sorgulamaya kalkıştığından, elimizde kent ve kentli insanın mülksüzlüğüne dair bir takım veriler kalıyor.
Gotik sinemanın katilleri ve uğursuzları ile Film Noir’in kendi hedefini bilmeden yaşayan kayıp karakterleri ve dedektifi, bir cinayet hikayesinin fonu olarak kullanılan kara kentte buluşuyor. Zaten geceye dönüşmüş bir kent halini alan, ismini bilmediğimiz ya da kimsenin hatırlayamadığı bu Gizemli Şehir, global kentin yasını tutuyor; ne de olsa burjuva sınıfının oyun alanı, global kentin intiharıdır.
Global kentin trajedisi, belki de ideal bir toplumsal yaşam alanı olan kentin hayal kırıklığı yaratmasında yatmaktadır. Kent, zaman ve mekân pratiklerinin içinde değişiminin sürekli olması gereken bir olgu olarak düşünülebilir. Global kent için değişim gerekli değil, zorunludur. Her geçen gün artan nüfus sayısı sebebiyle kentin zoraki genişlemesi; eski kamusal alan ve mekanların toplumsal alana devşirilmesi, hatta kapitalist sistemin pratikleri çerçevesinde kentte var olmayı yitirmesi gereklidir. Bu değişimi yapmakla sorumlu olan burjuva sınıfı günbegün bizden, bizim olanı alıp kendi olanına çevirmekte hiç vakit kaybetmemektedir. Bunu, çok istediği ya da hiç dinmeyen açlığını kapatmak için değil, kentte kendisinin de yaşamasını sağlamak için yapmaktadır. Kent kurmak ya da kurgulamak burjuva sınıfının zevkindendir. Bugün de bir kentte yaşamak için en basit olan, bir iş yani sürekli bir gelir kaynağı bulmak ve bu gelir kaynağının yettiği ile bir kişisel mahrem alanının sahibi olmak ya da en azından geçici bir süre sahiplenmektir. Gizemli Şehir, tam bu noktada devreye girer. Yabancılar adlı, kente ayar verme işlemini üstlenmiş bir ‘uzaylı’ grubu, kendi hayatlarını riske etmemek için insan hayatlarını bir deney laboratuvarı gibi kullanarak kendi toplumsal alanlarını yaratmayı amaçlar. İşler tam tıkırında giderken John Murdoch adlı bir adam, insanların mülksüzleştirildiği ya da yeniden yeni mülklerle donatılıp farklı hayat yaşamalarına olanak verildiği deneyin ortasında uyanır ve bir adet yaşam alanı problemi ortaya çıkar. Her daim derinden ilerleyen kentin üzerindeki burjuva egemenliği, Murdoch’ın uyanmasından elbette çekinecektir: Ya uyanır da kendi yaşam alanını sahiplenip bir hak talebine girerse? Ya işçi sınıfından birine aitse Murdoch? Murdoch’ın kim ve ne olduğu tam belli olmamakla birlikte kesin olarak bir tehlike arz eder.
Peki, yaşam alanına sahip çıkan Yabancılar kimi tanımlıyor? Bu kimin yaşam alanıdır? Kuşkusuz sahip çıkmaya çalışacak bir sürü aktör olabilir; inşaat firmaları, devlet mekanizması, şehrin yerlileri, göçmenler ve ötekiler… Örneğin; ülkenin inşaatçıları olamaz mı? Kredi, faiz oranı, arsa spekülasyonu, arz-talep dengesi derken ekonomiyi çit gibi süren inşaat firmaları, şehrin değişmesi ve şehir insanın kolektif hafızasının değişmesinde söz sahibi kişiler durumunda bulunuyorlar. Hükümet gücünü de zincire eklemlemeyi unutmamak gerekir. Peki, şehri neyle değiştiriyorlar? Daha iyi, daha modern yapılarla kuşkusuz; ama bu hafızanın kaybolmasını ya da yitirilmesini engellemiyor. Yabancılar’ın çokça kullandığı bir söz olan ”sleep now” yani “uyu şimdi” kelimeleri de geceleyin şehri -en azından İstanbul şehrini- değiştirmek için bir örtü oluyor, aynı Gizemli Şehir’deki gibi. Biz uyurken bir park yok edilebilir ya da yeni bir bina yapılabilir. Ne de olsa kolektif hafızalarımızdan eskinin silinerek yok sayılması çok uzun sürmez. Yabancılar, bu değişikliği her gece yapıyor; ulaşmak istedikleri kentte bir güç değil, tam tersine şehrin yerlisi olmayı hayal ediyor, hatta (uzaylı olarak) kendi ırklarını insanlarla birleştirmeyi amaçlıyorlar. Toplumsal mekânın yok edilmesi, şahsi / mahrem bir mekâna evrilmesi kuşkusuz bir güç simgesi olduğu kadar, bir varoluş nedeni de aynı zamanda. Hem Yabancılar’ın hem de inşaatçıların varoluşlarını sürdürebilmeleri için insanlarla da bir arada yaşamaları gerekiyor. Tabii ki herkesle değil! Sadece kendi istedikleri sınıfsal ilişkileri, yeni kurdukları ve eskiden hiç olan toplumsal mekânlarda yeniden üretmeyi düşünüyorlar. Yabancılar’ın John Murdoch’ı kendi içlerine alma düşüncesi de bu düşünceyle belli ölçüde örtüşüyor.
İnşaatçılar yaşam alanının hepsine sahip değil; çünkü bağlı oldukları ve sorumlu oldukları bir devlet var. O yüzden devlet anlayışıyla, devlete çalışmak sebebiyle her zaman mahrem mekânlar yaratmak için özgür değiller. Oysa Yabancılar bu konuda hem belli bir güç sahibi hem de bağımsızlar. Şehri onlar yönetiyor ve değiştiriyorlar, şehri yapboz halinde, insan hayatlarını ise önemsemeden. İnşaat firmaları şehrin ekonomisi ve değişimi için bir önem arz etseler dahi kendi başlarına bir hegemonya bölgesi kuramıyorlar.
Başka bir teori de devlet mekanizmasının ekonomiye müdahale etme gücü sebebiyle kenti yeniden dizayn edebileceğine ilişkin üretilebilir. Tabii bu konu da inşaatçılar gibi havada kalacak. Keza filmde belirli bir devlet yapısı yok; her ne kadar organize bir birlik, amaç ve düşünce varsa da devlet mekanizmasına benzeyen bir yapı gerçek anlamıyla yok. Yabancılar bir dizayn yapmıyor sadece yaptıkları kent dizaynını deniyorlar: Kırmızı renkli elbise ya da siyah takım elbise denemek gibi. Kenti değiştirmek onlar için varoluşlarını keşfetmekten geçen bir zevk halini alıyor. Kentin, zaman ve mekân-üstü bir yer olarak tanımlandığı bir dünyada bu düşünce, burjuva sınıfının yaşam alanını kontrol etmek istemesiyle aynı amaca tekabül eder; ki Gizemli Şehir’de kent, globalleşmenin esiri durumundadır. Filmde sürekli bir zaman akışı vardır ama bir yandan zamansızlık da vardır. İçinde yaşayanlar bir deney faresi misali niye, nasıl ve kimin için yaşadıklarını bilmezler. Globalleşen kentlerde toplumsal yaşamı kurarken edindiğimiz deneyimlerimiz zamanda yoğunlaşarak mekânda izler bırakır. Biz kendimiz de birey olarak değişiriz. Bu değişim popüler kültürden medya kültürüne, edebiyattan mimariye, hatta nefes aldığımız ağaçların arasına kadar siner. Bakhtin’e göre varoluşumuzu tanımlamak için bunlar yeterli değildir. Gizemli Şehir’deki Yabancılar’ın varoluşlarını tanımlamaları için kolektif bir akla, beyne ihtiyaçları vardır. Yani kabaca geçmişe, şimdiye ve geleceğe ihtiyaç duyarlar. Yabancılar’da bir dünya deneyimi yoktur; zaman kavramı olmadığından ne kültür ne tarih ne de bir ideoloji düşüncesi vardır. Ne ilginçtir ki var olmak için ötekileştirdikleri ve deney faresi olarak kullandıkları insanlara ihtiyaç duyarlar. Bakhtin’in de söylediği gibi: Var olmak için ötekine ihtiyaç duyarız; öteki olmaksızın var olamayız. Yabancılar’ın eksikliği bir zaman-mekân inşa edememekten ileri gelir. Global kentin trajedisi ya da krizi de zaten burada başlamıyor mu?
Ne olduğu şimdiye kadar açıklanamayan UFO misali bir kavrama dönüşen post-modernizm, global kentin trajedisi ya da kriziyle alakalı olmalıdır. Kent, zaman-mekân içinde kuruldukça toplumsal bir üretim biçimini de sahiplenir. Burjuva sınıfı tarafından kapitalin soğrulması için sürekli değiştirilir, yeniden ve yeniden üretilir. Kentsel dönüşüm denen içi kâbus dolu kelime grubu, burjuvanın kentte oynamak istediği oyunun adıyken, kentin büyüyüp haddinden fazla kolektif hafızasının değiştirilmesiyle sonuçlanır. Global kentin krizi de bu şekilde ortaya çıkar. Herhangi bir burjuva para kazanmak uğruna kenti değiştirmek ister ama değiştirdiği bir anlamda toplumsal üretim ilişkilerinin yok edildiği bir hayalet kasaba ya da necropolis olur.
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.