Yönetmen Sineması: Abdellatif Kechiche

Yönetmen Sineması: Abdellatif Kechiche

Share Button

Çok sıkıcı görünen senaryoları dahi izlenebilir derecede, doğallığını yitirmeden görselleştirebilen, filmlerini izlerken sanki ona söyleneni yerine getiren bir oyuncuyu değil de gerçek bir insanın günlük hayatını ondan habersiz dikizliyormuşuz etkisi yaratmayı beceren Abdellatif Kechiche, aslen Tunus asıllı bir Fransız yönetmendir. Aşırı bir gözlem yeteneği olan yönetmen, yönetmenlik deneyiminden önce uzun süre oyunculuk yaptığından dolayı da, aynı zamanda oyuncu seçimi ve oyuncu yönetimiyle de tercih etiği doğallık anlayışını sürdürmeyi başarıyor. Ayrıca oyuncuları kendi isteği doğrultusunda şekillendirmekte de oldukça maharetli.

Abdellatif Kechiche’in en belirgin özelliklerinden biri hemen hemen her filminde uzun bir yemek sahnesinin bulunması. İzleyiciye her türlü hissi ve duyguyu veren organın ağız olduğunu düşündüğünü söyleyen yönetmen karakterlerini yemek yerken ileri derecede bir doğallıkta göstermeyi seçiyor ve nedenle tepki bile görmüş. Çünkü bu sahnelerde genelde çok yakın plan kullanmayı seçtiğinden ve karakterlerin hepsinin yemekleri genelde elleriyle ve her yerlerine bulaştırarak yediğinden aslında sinemada görmeye alışık olmadığımız bir görüntü çıkıyor karşımıza. Yemek yemek insan doğasının en temel ihtiyaçlarından biri olduğu için yönetmenin bu eylemi bu kadar üstüne basarak kullanması belki de seyirciyle karakterler arasında bir bağ kurmak istemesidir. Mavi En Sıcak Renktir filmindeki Adele karakterini yemek yerken gördükten sonra seçmesi de bu konuya olan takıntısına örnek niteliğinde sayılabilir.

Yönetmenin bir başka kendine has özelliği ise, filmlerinde işlediği konuları asla dramatize etmemesi. Her filminde, derinliği ve dayanağı olan bir alt metin olmasına rağmen bunu seyircinin gözüne sokmuyor. Mavi En Sıcak Renktir’de eşcinsel bir ilişkiyi, homofobik yaklaşımlar nedeniyle zorlukları olan bir ilişki şeklinde anlatmak yerine herhangi bir aşk hikayesi gibi anlatmayı tercih etmiş. Diğer çoğu filminde ise ana karakterleri hep göçmenler olmasına rağmen yönetmen göçmen sorununu büyük bir ustalıkla alt metine koyup insanları sıkmamayı ve filmleri bir propaganda aracına sürüklememeyi beceriyor.

Mutlaka İzlemeniz Gereken 5 Abdellatif Kechiche Filmi

 1- La vie d’Adéle (Mavi En Sıcak Renktir, Blue is the Warmest Color 2013)

Cannes Film Festivalinde, Steven Spielberg’ün başkanı olduğu jüri tarafından Altın Palmiye’nin, yönetmenin yanında iki başrol oyuncusuna da takdim edilmesi ile festival tarihinde bir ilke imza atan ve Abdellatif Kechiche’in en iyi filmi olan Mavi En Sıcak Renktir, iki kadın arasındaki aşkı konu alıyor. Ayrıca bunu o kadar doğal bir şekilde yapıyor ki, filmin sonunda karakterlerle arkadaşmışsınız gibi hissedip, onların acılarını ve sevinçlerini yürekten anlar hale geliyorsunuz.

Aslında filmin orijinal adı, La Vie d’Adéle-Chapitre 1-2, yani film iki farklı bölümden oluşuyor, bunu Adele’in Emma ile tanışmadan ya da Emma’dan ayrılmadan önceki ve sonraki hayatı olarak ele alabiliriz. Benim kişisel görüşüm ise filmin Emma ile birlikteyken ve ayrıyken olarak ikiye bölündüğü yönünde. Çünkü Adele, kendini Emma ile buluyor, sadece onunlayken yüzü gülüyor. Onu tanımadan önce ve ayrıldıklarından sonraki hali aynı derecede donuk ve ruhsuz resmediliyor. Ayrıca filmin Emma  ile olan kısımları mavi, sonraki kısımlarıyla kırmızımsı bir renkle temsil ediliyor. Film aynı şekilde birçok yönden incelenebilir. Belki de Adele eşcinsel değil sadece Emma’ya karşı bir şeyler hissetti, ya da eşcinsel olduğunu Emma ile anladı, bilinmiyor ve bilinmemesi de filme daha güzel ve daha gerekçi bir hava katıyor. Bu nedenle filmin bir “eşcinsel aşk” filmi olarak kalıba sokulmaması gerektiğini düşünüyorum, film tamamen lise çağlarında tanıştığımız Adele karakterinin hayatını ele alıyor aslında.

(Ek bilgi: Yönetmen, filmde doğallığı o kadar ön planda tutmuş ki sette kuaför, stilist ve makgöz dahi yokmuş, oyuncuların tamamen doğal olmaları tercih edilmiş. Hatta, Adèle Exarchopoulos, filmde kendi adını kullanırken, Léa Seydoux kendi isteğiyle adını değiştirmiş.)

2- La graine et le mulet (Balıklı Bulgur, The Secret of the Grain, 2007)

Kechiche’in 3. uzun metrajı, Türkçe adıyla Balıklı Bulgur, Süleyman ve ailesinin hayatını konu alan, sıcak bir film olarak karşımıza çıkıyor. 35 yılını bir tershanede çalışarak harcamış Süleyman, Fransa’da yaşayan bir göçmen ve filmde onu, çalışma performansının düşmesi bahanesiyle işten çıkarılmasını bir avantaja çevirip yıllardır hayalini kurduğu restoran açma fikrini gerçekleştirmeye çalışırken izliyoruz. Bunların yanında eski karısı, yeni sevgilisi, üvey kızı ve diğer kalabalık aile üyelerinin işin içine girip, Süleyman’ı desteklemesiyle de film sıcak bir aile filmine dönüşüyor.

Filmin en büyük özelliklerinden biri, alt metninde göçmenlerin hayat zorluklarını anlatan bir hikaye yatsa da bu meseleyi gereksiz ajitasyon ve propaganda yapmadan, salt hikaye anlatıcısı şeklinde yansıtmayı seçiyor. Kısaca bize bir hikaye içinde başka başka hikayeler sunan yönetmen bunu yine layığıyla yerine getiriyor. Filmin bazı sahnelerinin uzunluğu aşırıya kaçsa da, film konusu, oyuncuların doğallığı ve filmin genel haliyle yakaladığı samimiyetle kendini izletmeyi başarıyor.

3- Vénus Noire (Siyah Venüs, 2010)

Hottentot venüsü olarak bilinen Güney Afrikalı Saartjie ‘Sarah’ Baartman’ın gerçek hikayesine ışık tutan Venü Noire, Kechich’in en Kechiche olmayan filmi. Siyah Venüs,  kendi tarzının dışına çıkıp trajik bir olayı anlatmayı seçen yönetmenin, biyografi türünde de ne kadar başarılı olduğunu kanıtlar nitelikte. Farklı olana duyulan ilginin ötesinde nefreti de işleyen yönetmen, zamanının ırkçı ve faşit Avrupasını gözler önüne serip 3 saat boyunca medeniyetin sözlük anlamını tekrar tekrar sorgulatıyor.

Dikkat çekici düzeyde geniş kalçaları, kahverengi teni ve alışılmışın dışında cinsel organı yüzünden beyaz ırk karşısında vahşi bir hayvanmışçasına, kafes içerisinde boynunda bir tasmayla gösteri yapmaya zorlanan Sarah, gösterinin sonlarına doğru da vücudunu bu izleyicilere elletmek zorunda bırakılıyor. Korkunç bir hayat yaşamak zorunda bırakılan Sarah, ölümünden sonra da rahat edemiyor ve yaşarken izin vermediği bedeni üzerinde yapılacak araştırmalar, ölü bedeninin bilim adamlarına satılması ile gerçekleşiyor.

Aslında film bazı yerlerde “gerçekle temsili karıştırmayın, bu sadece bir show” dese de taktiri seyirciye bırakıyor. İşin kötü tarafı, filmin, bu 19. yüzyılda geçen olayı alıp günümüze getirdiğimizde farklı olana duyulan nefret çerçevesinde hala insanlık adına pek bir ilerleme kaydedemediğimizin de bir kanıtı olması.

4- La Faute à Voltaire (Kabahat Voltaire’de, Poetical Refugee, 2000)

Abdellatif Kechiche’in ilk sinema filmi olan Kabahat Voltaire’de, Tunuslu göçmen Jallel’in kaçak olarak geldiği Fransa’da, metrolarda meyve satarak hayatını ikame ettirme çabasını ve hayatına giren insanları konu alıyor. Fransa’nın hukuksal haksızlıklarına okları çevirmeye çalışan film bu bağlamda kalmayıp ama yine de konudan çok uzaklaşmayıp, ilerleyen dakikalarda klasik bir yaşam öyküsüne evriliyor. Yani aslında basit bir hayat isteyen bir adamın adalet, özgürlük ve mutluluk mücadelesini, konuların hiçbiri sivrilip birbirinin önüne geçmeden, yalın bir halde izliyoruz.

Bir ilk film olarak ortalamanın çok üstünde olan Kabahat Voltaire’de, yönetmenin tarzını ve gelecekte bizi neler beklediğinin çok güzel ve net bir özeti. Bir göçmen sorunu, bir kötü biten aşk hikayesi, bir dibe vurmuşken silkelenip, kendine gelip hayata kaldığı yerden devam etme çabası, bir hukuksal haksızlık, alttan da bir siyasi mesaj. Hemen hemen her filminin bu konular üstünden temellendirmesine rağmen yönetmen hepsinde bir farklılık ortaya koymayı başarıp, seyircide asla ‘ben bunu daha önce görmüştüm’ izlenimi yaratmıyor.

5- L’ésquive (Kaçak, Games of Love and Chance, 2003)

Fransa’nın varoşlarındaki gençlerin göçmen ağırlıklı kesiminin, yaşamının her bir karesini detaylı bir şekilde konu alan Kaçak, oyuncuların hemen hemen hepsinin amatör olması nedeniyle, yönetmenin doğal oyuncu kullanması ve yine oyuncu yönetimi konusunda en dikkat çekici filmi. Ama bunu yine kendi tarzında, zorbalık yapan çeteler, uyuşturucu, aşırı cinsellikle dramatikleştirmek yerine sanatla göstermeyi seçiyor.

Yönetmenin, Mavi En Sıcak Renktir’den alışık olduğumuz Marivaux eserleri ile filmi harmanlaması aslında ilk bu filmde karşımıza çıkmıştır. Mavi En Sıcak Renktir’de, La Vie de Marianne (Marianne’nin yaşamı) üzerinden Adele’i ve hatta onun arkadaşlarını anlamaya çalışmıştık. Kaçak’ta ise, Marivaux’in Le Jeu de L’amour et du Hasard (Aşkın ve Tesadüfün Oyunu) eseri filmin tamamını kaplıyor neredeyse. Aşkın ve Tesadüfün Oyunu,  burjuva sınıfını alttan alttan alaya alan bir eserdir ve bu sayede bireylerin toplumdaki yeri hatta birey olmaya çalışan çocukların toplumdaki yeri, göçmen sorunu, sosyal statü sorunsalı ve karakterlerin daha kişisel sorunlarını bu eserle karşılaştırılıp iç içe verilir. Bunu yaparken de Mavi En Sıcak Renktir’de olduğu gibi bir edebiyat öğretmeninden yardım alır. Film göçmen çocukların hayatlarından kesitler sunarken aslında hiç görmediğimiz Paris’e de ışık tutuyor.

, , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir