Türk Sineması’nın Erkek Starları ve Son İmparator(lar): Kadir İnanır – Tarık Akan

Türk Sineması’nın Erkek Starları ve Son İmparator(lar): Kadir İnanır – Tarık Akan

Share Button

Konuk Yazar: Yalçın ENGİN

Bilindiği gibi sinemamızın başlangıç yılı olarak kabul edilen 1914’ten 1950’li yılların başına kadar geçen süreç, “emekleme dönemi” olarak adlandırılmaktadır. Bu yıllarda üretilen filmlerin temel özelliği, tiyatro etkilerden arındırılmamış ve adına henüz sinema bile denemeyecek denemelerden ibaret olmalarıdır. Muhsin Ertuğrul dönemi olarak da anılan bu süreçte kamera kullanımı, kurgu, mekân gibi temel sinemasal kavramlar tamamıyla teatral bir anlayışla değerlendirilmiştir.

Kamera sabit bir noktada hiçbir işlevi olmaksızın hareketleri saptamakta, çeşitli açı ve devinimlerle sahnede anlatılmak istenene destek olamamakta, olayın içine girmemekte, kişiler ve mekânlarla özdeşleşememektedir. Mekân ve dekorlarda tiyatro dekorları olup, sinemasal gerçeklik duygusundan uzaktır.

Dönemin oyuncuları Hazım Körmükçü, Talat Artemel, Vasfi Rıza Zobu, Refik Kemal Arduran, Emin Beliğ Belli, Behzat Butak, Halide Pişkin, Ferdi Tayfur, Feriha Tevfik, Neyyire Ertuğrul gibi genelde tiyatro kökenli oyunculardır. Ermeni ve Rus oyuncuların katkısı da o döneme ait bahsedilmesi gereken bir husustur. “Darülbedayi’’ dönemin oyuncu ihtiyacını karşılayan ve oyunculuk anlayışını belirleyen en önemli kurumdur. Bu dönem, efsanevi Cahide Sonku istisna olmak üzere star kavramından bahsetmenin henüz mümkün olmadığı bir ara dönemdir.

Türk Sineması’nda batılı anlamda star sisteminin ortaya çıkışı, şekillenmesi ve olgunlaşması, sistemin yerel kültürel motiflerden beslenerek kendine özgü dinamiklerinin oluşması, 1950’li yıllar ve sonrasında mümkün olmuştur.

Sinemamızda hemen hemen tüm sinemaseverler ve sinema tarihçileri tarafından kabul görüp, starlık tacı ile onurlandırılan isimler istisnalar ve kişisel hayranlıklar ayrı tutulmak üzere kanımca şu isimlerdir: Ayhan Işık, Sadri Alışık, Fikret Hakan, Yılmaz Güney, Orhan Günşıray, Göksel Arsoy, İzzet Günay, Cüneyt Arkın, Kartal Tibet, Ediz Hun, Kadir İnanır ve Tarık Akan…

Şener Şen ve Kemal Sunal’da hiç kuşkusuz bu listeye dâhildirler, ancak bu iki isim komedi alanında başlı başlarına birer ekol oldukları için onları “Türk Sinemasında Komedyenler” adı altında ayrı bir listenin ilk iki sırasında değerlendirmek kanımca daha uygun olacaktır.

Listeye dahil edilmemekle beraber Muzaffer Tema, Ekrem Bora, Salih Güney, Engin Çağlar, Tanju Gürsu, Murat Soydan gibi sanatçıların da sinemamıza verdikleri emekten dolayı en azından isimlerini zikredip, anmak yerinde olacaktır. Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur ve İbrahim Tatlıses üçlüsünün azımsanmayacak kadar çok film çekmelerine, büyük gişe rakamlarına ulaşmalarına ve çok izlenmelerine rağmen asıl uğraşı alanları müzik olduğu için sinema starı olarak değerlendirilemeyeceği açıktır, ancak bahsettiğim sebeplerden dolayı onlarda en azından hatırlanmayı hak etmektedirler.

Tüm sinema tarihçileri ve seyircinin ortak görüşü olarak Ayhan Işık hiç şüphesiz sinemamızın ilk erkek starıdır ve Türk Sineması’na star sistemini getiren adamdır. Sinema yazarı Agâh Özgüç’ün tabiriyle “yakışıklı, esmer, yağız, Osmanlı-Türk erkek görünümünün en tipik temsilcisi” olan Ayhan Işık, halen Türk Sineması’nın gelmiş geçmiş en büyük yıldızı olarak değerlendirilmektedir. Lütfi Ö. Akad’ın İstanbul’da yaşanmış gerçek bir olaydan hareketle ve sinemamızda daha önce görülmedik biçimde büyük kenti birebir gerçek mekanları ile filme dahil ettiği, bir başka ifade ile “kameranın sokağa ilk defa çıkarıldığı” 1952 yapımı Kanun Namına filmindeki Nazım Usta rolü ile büyük çıkış yakalayan Işık, ilerleyen yıllarda yakışıklılığı, oyunculuğu, setteki disiplini, mesleğine duyduğu saygı ile adeta idol haline gelmiş ve seyirci tarafından “Taçsız Kral” lakabıyla taltif edilmiştir.

Ayhan Işık, “Pazar günü çalışmama” gibi kendi kural ve prensiplerini de yapımcılara kabul ettirebilmiş, sektörde ağırlığını hissettirebilmiş bir oyuncudur. Kariyeri boyunca belirli rollerin oyuncusu olarak kalıplara sıkışıp kalmamış, dram, avantür, tarihi, komedi gibi etiketlere sahip filmlerle zengin bir filmografi oluşturmuştur. Tüm bu unsurların bileşimi, Ayhan Işık efsanesini oluşturmuştur. Ancak, objektif olmak gerekirse, Ayhan Işık kral ünvanı ile orantılı derecede güçlü bir oyuncu değildir. Bir Sadri Alışık veya Fikret Hakan ile bu anlamda kıyaslandığında fark açıkça gözlemlenebilir. Nitekim yine Agâh Özgüç, yakından tanıyıp, arkadaşlık ettiği Ayhan Işık için şu değerlendirmede bulunmuştur: “Örnek vermek gerekirse Fikret Hakan iyi bir oyuncudur. Ancak, Ayhan Işık, filmlerinin başrol oyuncusu olmasına rağmen oyunculuk yetenekleri/kapasitesi sınırlı olduğundan kimi filmlerinde filmin yardımcı/ikinci erkek oyuncusu karşısında ezilmiştir. Üç Örnek verebilirim: Acı Hayat’ta Ekrem Bora’nın oyunu, Yangın Var’da Turgut Özatay’ın oyunu, Aşktan da Üstün’de de Ahmet Mekin’in oyunu Ayhan Işık’ın yine aynı filmlerdeki oyunundan daha üstündür.”

Sadri Alışık’ta Ayhan Işık gibi bir iki paragrafta anlatılamayacak kadar büyük bir Yeşilçam starıdır. Mimiklerini ve sesini ustaca kullanmasının yanı sıra dramda olsun komedide olsun muhteşem oyunculuklar sergileyen Alışık, sinemamızın en güçlü oyuncularından birisidir. Özellikle yoksul, kılıksız, gariban ama yüreğini kantara vursanız 24 ayar altın çekecek kadar dürüst, ağzı iyi laf yapan, tadına doyulmaz bir argo kültürüne sahip, Bulut Faik’in meyhanesinde kadim dostları Nubar Terziyan ve Sami Hazinses’le demlenirken, aşka gelip garip bir Hicaz patlatan, “kenar mahalleli” tiplemesi ile gönüllerde taht kurmuştur. Bu tiplemenin biraz daha sulandırılmış hali olan “Turist Ömer” ise, kuşkusuz Sadri Alışık’ın alamet-i farikası gibidir.

Fikret Hakan, 1950’lerin henüz başından günümüze değin halen oyunculuk serüvenine devam eden, oldukça istikrarlı bir diğer büyük oyuncumuzdur. Kariyerinin ilk 15 yılını kapsayan dönemde, Memduh Ün’ün 1958 yapımı Üç Arkadaş, Metin Erksan’ın 1958 yapımı Dokuz Dağın Efesi ile 1962 yapımı Yılanların Öcü, Atıf Yılmaz’ın 1964 yapımı Keşanlı Ali Destanı, Ertem Göreç’in 1964 yapımı Karanlıkta Uyananlar, Duygu Sağıroğlu’nun 1965 yapımı Bitmeyen Yol gibi hepsi birer sinema klasiği kabul edilen filmlerdeki oyunculuğu ile yıldızını parlatan Hakan, her zaman bu kadar seçici olmamış, bazen abartıya kaçsa da güçlü oyunculuğunu ağırlıklı olarak vasat filmlerle harcamış, sinirli ve keskin çıkışları ile de dikkat çeken, ilginç bir Yeşilçam figürüdür.

Seyircinin Ayhan Işık’tan sonra ikinci ve son kez kraliyet tacı ile ödüllendirdiği bir diğer isim olan “Çirkin Kral” Yılmaz Güney, senarist, yönetmen, şair-yazar ve oyuncu kimliği ile çok yönlü bir sanatçı olarak yazımızda adı geçen tüm sanatçılardan farklı bir konuma sahiptir. Sanatçı hakkında, sinema yazarı Nijat Özön’ün “Türk Sineması’nda Akad’ın çizgisini sürdüren, geliştiren, onun tek meşru varisi sayılabilecek kişi” yorumunu Giovanni Scognamillo daha da ileri bir noktaya götürerek Yılmaz Güney’in çağdaş Türk Sineması’nın oluşumunda en önemli olgu olduğu, hatta tüm bir kuşağı etkilediğini vurgulamıştır. Şüphesiz ki Yılmaz Güney sinemacı kişiliği, politik söylemleri ve özel yaşamı ile apayrı bir yazı konusudur. Hudutların Kanunu, Seyyit Han, Umut, Umutsuzlar, Ağıt, Baba, Zavallılar gibi filmlerinde oyunculuğu ile övgü alan Güney, genelde az konuşan, sevgisini tezahürata dönüştürmeyen, mert, gözüpek ve elinden silahın eksik olmadığı sert karakterlere hayat vermiş, özellikle Anadolu izleyicisinin gözünde bir idol haline gelmiş, filmleri çok büyük ilgi görmüştür. Sinemacı kişiliği ve yeteneği tüm çevrelerce kabul gören ve hakkı teslim edilen Yılmaz Güney, genel anlamda “Güney mitosunu” oluşturan tüm unsurları (bir sinema dehası, düşünür, devrimci, şair, dava adamı, has Anadolulu, cesur vb.) kutsayan bir kesim tarafından tabulaştırılmıştır. Bu tavır şüphesiz dogmatiktir, Yılmaz Güney’i adeta doğaüstü bir varlık gibi gören bu zihniyet, Güney’in herhangi bir şekilde eleştirilmesine dahi tahammülü olmayan, mutlak ve radikal bir hayranlığın sanrısına tutulmuş, “Güney tarikatı”  müritleri olarak da nitelenebilir. Bir diğer kesimde, Yılmaz Güney’in sinema dehasını kabul etmekle beraber, filmlerindeki bazen aşırıya kaşan sol söylemden, özel hayatı ile ilgili bazı gerçekler ve yaşam tarzına ilişkin türemiş rivayetlerden hareketle (cinayet, silah merakı ve silahla ilgili tehlikeli denemeleri, kadın dövme, kabadayılık) Güney’i “lümpen devrimci” olarak bir kişilik olarak kıyasıya eleştirmiştir. Yılmaz Güney, tüm yönleriyle, Türk popüler kültür ve sanat tarihimizin en önemli “ikon”larından birisidir ve gelecekte de sineması ve kişiliği tartışılmaya devam edecektir. Yılmaz Güney’le ilgili son olarak, mizah yazarı Metin Üstündağ’ın şu ilginç ve hoş cümlesini aktarmak istiyorum: “Yılmaz Güney film-hayat yaşar, hayat-film çekerdi”.

Cüneyt Arkın kariyerinin ilk yıllarında Halit Refiğ’in Gurbet Kuşları ve Haremde Dört Kadın gibi önemli filmlerde rol almış, ardından birtakım aşk ve romantik komedi filmlerinde görünmüştür. 1970’li yıllar itibarı ile vurdulu-kırdılı avantür ve tarihi epik filmlere yönelen Arkın, yakışıklılığının yanı sıra Yeşilçam standartlarını oldukça zorlayan aksiyon sahnelerindeki başarısı ile adeta efsane haline gelmiş, sinemamızın en sevilen ancak en çok da eleştirilen, hırpalanan isimlerinden birisi olmuştur.

İzzet Günay da belirli bir kalıba dâhil olmayan, farklı rollerle seyircinin karşısına çıkmış, oyunculuğu güçlü bir isimdir. Özellikle Akad’ın imkânsız aşk üçlemesinde  (Vesikalı Yârim, Kader Böyle İstedi, Seninle Ölmek İstiyorum) oldukça göz doldurmuştur. Seks furyasının fırtına gibi estiği 1970’li yılların ortasında sinemadan elini ayağını çekmiş, 1980’li yıllarda bir iki filmle sınırlı bir dönüş yaşamıştır.

Yıldızlar ligine dâhil ettiğimiz Kartal Tibet, Orhan Günşiray, Göksel Arsoy, Ediz Hun ise yukarıdaki oyunculara nazaran pırıltısı solgun ve sınırlı bir başarıya sahip isimlerdir. Genel olarak romantik jön rolleri ile hatırlanan bu isimler oyunculuk ve hayran kitlesi, kitleler üzerindeki etkileri değerlendirildiğinde asların gerisinden geldikleri aşikârdır. Göksel Arsoy 1970’lerin henüz başında, Ediz Hun ve Orhan Günşiray’da İzzet Günay gibi muhtemelen aynı sebeplerle ve ayni yıllarda sinemaya uzun aralar vermişlerdir.

Kartal Tibet, bu dörtlü içindeki en başarılı ve renkli isimdir. Karaoğlan ve Tarkan gibi kostüme-macera filmleri ile adını duyuran Tibet, daha sonra özellikle Hülya Koçyiğit ve Filiz Akın gibi dönemin kadın starları ile beğenilen ikililer oluşturmuş, çok sayıda melodramda çizdiği duygulu erkek portresi ile kadın izleyicinin gönlünde taht kurmuştur. Arada avantür ve komedi filmlerinde de görünen Kartal Tibet, oyunculuk yönü ile değerlendirildiğinde her zaman Orhan Aksoy melodramlarındaki “titrek sesli hassas âşık adam” olarak hatırlanacaktır. Zaten Kartal Tibet bir süre sonra oyunculuktan sıkılıp asıl sevdası yönetmenliğe geçecek ve göreceli bir başarı kazanacaktır.

Kadir İnanır – Tarık Akan

1960’ların sonunda sinemaya giren Kadir İnanır ile 70’lerin henüz başında yıldızı parlayan Tarık Akan, Ayhan Işık’la başlayan “mert, güçlü, yürekli, dürüst” jön geleneğinin son iki temsilcisidir. Bu iki oyuncudan sonra sinemamızda var olan hiçbir erkek oyuncu asla bahsettiğimiz bu oyuncuların yerini dolduramamış, tahtlarını yerinden edememiştir. Ne Serdar Gökhan, ne Aytaç Arman, ne Bulut Aras, ne Talat Bulut, ne Tolga Savacı, ne Kenan İmirzalıoğlu, ne de Kıvanç Tatlıtuğ…

Kadir İnanır ve Tarık Akan sinemamızda sürekli birbirlerine rakip gösterilen, oyunculukları karşılaştırılan, dargın ve kavgalı oldukları bir “şehir efsanesi” olarak yıllardır dillendirilen iki değerli Yeşilçam değerimizdir. İki oyuncumuz da aksini iddia edip aralarında bir problem olmadığını beyan etseler de söylentileri haklı çıkarırcasına bırakın aynı filmde rol almayı, aynı fotoğraf karesinde bile yan yana çok nadir görüntülenebilmişlerdir. Yani anlı şanlı Robert De Niro ile Al Pacino bile ayni filmde rol almayı kabul etmişler ancak bizim yerli De Niro ve Pacino’muzu yan yana getirmeye hiçbir prodüktörümüz muvaffak olamamıştır. Kendilerini en son Tarık Akan’ın babasının cenazesinde yan yana gördüğümü hatırlıyorum.

Her iki oyuncu da sinemaya geleneksel yöntemlerle yani artist yarışmalarında derece alarak girer.

İki oyuncu arasındaki karşılaştırmayı 70’li yıllar ve sonrası olarak iki bölümde incelemek yerinde olacaktır.

1970’li Yıllar

Sinemaya 1968 yılında Yedi Adım Sonra filmi ile giriş yapan Kadir İnanır’ın 1974 yılına kadar çektiği filmlere topluca ve yüzeysel bir göz gezdirdiğimizde bilindik ve asıl “İnanır” tiplemesinin henüz oturmadığı tespitini yapmak mümkündür. Tophaneli Murat, Baskın, Yedi Belalılar gibi kimi İnanır tiplemesine uygun gibi görünen avantürlere rastlanılsa da bu filmler daha sonraları İnanır’ın bütün varlığı ve karizması ile gövde gösterisi yapacağı filmlerinden oldukça farklı yapıda filmlerdir. Sanki bir Yılmaz Köksal, İrfan Atasoy veya Tanju Korel filmi havasındadırlar.

Kadir İnanır’ı 1974 yılına kadar olan dönemde bu tür avantür filmlerin yanı sıra Unutulan Kadın, Üç Arkadaş, Leyla İle Mecnun, Dönüş, Paprika’nın Aşkı, Kambur, Kara Gözlüm gibi birbirinden farklı filmlerde, çok farklı bir Kadir İnanır olarak izlemek mümkündür. Bazen anne hasreti çeken genç ve toy bir avukat, bazen gözleri görmeyen duygulu bir müzisyen, bazen köylü, bazen de Leyla’nın Mecnun’udur.

Kadir İnanır’ın bir gazete röportajında okuduğum ve aktaracağım şu sözleri de bu ilk döneme ilişkin tespitlerimi doğrular niteliktedir: “İlk 30 filmimde benim söz hakkım olmadı. Bundan sonra çektiğim her filmimin sorumluluğunu alıyorum. Bunlara kötü diyenin alnını karışlarım.” -Araştırmama rağmen, röportajın aslını bulamadım. Hatırlayabildiğim kadarını yazdım, sözler, birebir İnanır’ın sarf ettiği sözler olmayabilir.-

1974 ve sonrasında ise klasik, bildiğimiz türden Kadir İnanır filmleri ortaya çıkmaya başlar: Sensiz Yaşanmaz, Sahipsizler, Bir Yabancı, Köprü, Taksi Şoförü, İki Kızgın Adam, Devlerin Aşkı, Bodrum Hakimi, Deprem, Ana Ocağı, Dila Hanım, Düzen, Derviş Bey, Cevriyem, Fırat gibi… Bu dönemde çalışacağı yönetmenler konusunda daha seçicidir; Osman F.Seden, Şerif Gören, Zeki Ökten, Orhan Aksoy, Remzi Jöntürk ağırlıklı olarak çalıştığı yönetmenlerdir.

Sinemaya İnanır’dan sadece 3 yıl sonra giriş yapan Tarık Akan da rakibi gibi çok sayıda film çeker. Ancak Tarık Akan’ın kısaca “Ferit” olarak özetleyebileceğimiz tiplemesinin ortaya çıkması ve şekillenmesi için Kadir İnanır gibi bir yedi sene beklemesi gerekmeyecektir.

1971’den 1978’e değin geçen süreçte Üç Sevgili, Tatlı Dillim, Sev Kardeşim, Oh Olsun, Yalancı Yarim, Mavi Boncuk, Gece Kuşu Zehra, Hababam Sınıfı, Evcilik Oyunu, Çapkın Hırsız, Ateşböceği, Ah Nerede, Öyle Olsun, Kader Bağlayınca, Sevgili Dayım gibi filmlerde yakışıklı, çapkın, uçarı, kalp hırsızı, sorumsuz ve umursamaz iyi kalpli serseri gibi tanımlamalarla etiketlenecek karakterlere hayat veren Akan, Solan Bir Yaprak Gibi, Vefasız, Beyoğlu Güzeli, Sisli Hatıralar, Azat Kuşu, Yeryüzünde Bir Melek, Boşver Arkadaş, Delisin filmlerinde çizdiği kırılgan ve romantik jön tiplemesi ile de oldukça beğenilir, sevilir ve geniş hayran kitlesi edinir, uzun saçları, yeşil gözleri ve can yakıcı gülümsemesi ile genç kızların hayallerini süsler.

Seyirci onu bu tür rollerle öyle özdeşleştirir ki Tarık Akan 70’li yıllar boyunca sürekli ve daha sonra itiraf edeceği üzere istemeye istemeye aşağı yukarı aynı kişilikleri oynar durur. 1973 yılında seyircinin tepkisini çekeceğini bile bile Canım Kardeşim ve Umut Dünyası adlı filmlerde alışıldık çizgisinin dışına çıkar ve beklendiği üzere Canım Kardeşim filmi ilgi görmez. Umut Dünyası filminde ise seyirci “bu normal bir aşk filmi değildir” diye önceden uyarılır. Her iki filmde Akan’ın o döneme ait en tutarlı ve kaliteli filmlerinden ikisi olarak tarihe geçer.

Her iki oyuncunun da anılan dönemde canlandırdığı karakterleri karşılaştırdığımızda şu tespitlerde bulunabiliriz: Tarık Akan kesinlikle kentsoyludur, kentsel değerleri simgeler, İnanır’a nazaran daha tahsillidir, düzenle uyumlu ve yasalara saygılıdır, ezilmişlik duygusu yaşamamıştır bu yüzden de isyan etmez ve sorgulamaz, sosyal ve ekonomik yapıdaki çarpıklıklardan ziyade kendi iç dünyasındaki çelişki ve patlamalarla mücadele eder, isyankâr, kavgacı ve kıyıcı değildir, aşk ve kadınlar hayatının önemli bir bölümünü oluşturur, mizah duygusu gelişmiştir. Sempatik ve kibardır. Tüm bunlara sevimli bir hınzırlık ve kurnazlık eşlik eder.

Kadir İnanır ise neredeyse Akan’ın tam tersi özelliklere sahip rollerle seyirci karşısına çıkar. Davranış, tutum ve değer yargılarında kır kültürünün yansımaları çok barizdir. Çoğu kez Anadolu kökenli ve büyük şehirde tutunma mücadelesi veren bir genç olarak kendini istemeden illegal örgütlenmelerin içinde bulur. Mangal gibi yüreği ve bileğinin hakkıyla örgüt içerisinde üst kademelere yükselir. Her ne kadar onlardan birisi de olsa dürüstlük ve namusundan vazgeçmez. Mert ve hakkaniyetlidir. Ezilmişliğinin öfkesini kaçakçılardan, uyuşturucu baronlarından, kadın satıcılarından çıkarır. Vurur, kırar, kumarhane basar, öldürür. Kaba ve serttir. Sevdiği zaman tam sever ve sahiplenir, kıskanır. Tarık Akan gibi sevdiği kızın evinin önüne sabahlamaz veya üç kızı aynı anda idare etmez. Sevgi tezahüratında bulunmaz çünkü kadını onun sevgisini gözünden anlar. Tarık Akan’a göre daha net, güvenilir ve sağlam bir karaktere sahiptir. Çatışma ve kavgası kendiyle değil daha çok dış dünya ve düzenle ilgilidir.

Bu tespitler şüphesiz genelle ilgilidir. Her iki oyuncunun da bahsedilenlere tezat teşkil edecek alternatif filmleri mevcuttur.

1978 yılına gelindiğinde dünya görüşüne uygun “toplumsal-gerçekçi” filmlere yönelerek bıyık bırakan Akan, yıllardır edindiği hayran kitlesini kaybetme ve “Ferit”i mezara gömme pahasına kariyerinde keskin bir viraja girer. Kanal, Sürü, Maden, Demiryol, Adak filmleri ile bambaşka bir Tarık Akan olarak 70’leri kapatır. Tarık Akan’ın bu değişiminde dünya görüşünün yanı sıra kendi deyimiyle  “Hayatında ufkunu açan hocaların en önemlisi”  Vasıf Öngören’in rahle-i tedrisatından geçmiş olmasının payı yadsınamaz.

1980 ve Sonrası

Her iki oyuncumuzda 1980’li yıllar ve sonrasında, 70’li yıllarda edindikleri şöhreti ve başarıyı arttırarak devam ettirmişlerdir. Gelişen süreçte oyunculuklarını geliştirmiş ve olgunlaştırmışlar, birer istikrar abidesi olarak günümüze değin varlıklarını ve etkinliklerini sürdürebilmişlerdir.

70’lerin sonu itibarı ile çizgisini değiştiren ve geçmişte çektiği çoğu filmi yapımcı baskısı altında, hiç istemeden çektiğini açıklayan, bir anlamda geçmişine bir sünger çeken Tarık Akan, 80’li yıllarda da, sinema anlayışı ve siyasi görüş açısından uyum içerisinde olduğu yakın arkadaşları Şerif Gören ve Zeki Ökten’le çalışmaya devam eder. Bu uyumlu dostluklar sinemamıza Yol, Derman, Pehlivan, Kan, Ses gibi birbirinden önemli filmleri kazandırır.

Söyleyecek sözü ve iddiası olan eli yüzü düzgün filmlerde oynama anlayışında olan Tarık Akan, Halit Refiğ ustanın Son Darbe (1985), Muammer Özer’in Bir Avuç Cennet (1985), Ümit Efekan’ın Halkalı Köle (1986), Yavuz Özkan’ın Yağmur Kaçakları (1987), Muzaffer Hiçdurmaz’ın Çark (1987), Ali Özgentürk’ün Su da Yanar (1987) ve Mektup (1997), Orhan Oğuz’un Üçüncü Göz (1988), Melih Gülgen’in Kimlik (1988), Faruk Turgut’un Dönüş (1988) ve Bir Küçük Bulut (1990), İrfan Tözüm’ün İkili Oyunlar (1989) ve Devlerin Ölümü (1990), Yusuf Kurçenli’nin Karartma Geceleri (1990) ve Çözülmeler (1994), Atıf Yılmaz’ın Berdel (1990) ve Eylül Fırtınası (1999), Murat Saraçoğlu’nun Deli Deli Olma (2009) filmlerinde rol alarak çizgisini sürdürür.

Ancak çok sevilen ve izlenen bir star olarak ticari sinemadan da asla kopamaz. Bu süreç içerisinde Arkadaşım, Gecenin Sonu, Beyaz Ölüm, Yosma, Kayıp Kızlar, Damga, Alev Alev, Paramparça, Tele Kızlar, Kıskıvrak, Kızımın Kanı gibi beylik Yeşilçam filmlerinde görünerek dengeyi tutturur.

1980 sonrası ve günümüze değin geçen süreç incelendiğinde, Kadir İnanır’ın oyunculuk serüveni Tarık Akan’dan pek farklı değildir. İnanır da gelişen ve yenilenen sinemaya ayak uydurmuş, 70’lerin “Deli Kadir”i olarak anılıp sevilmeyi yeterli bulmayıp, son derece yetenekli bir sinema oyuncusu olduğunu Ömer Kavur’un Kırık Bir Aşk Hikâyesi (1981), Ah Güzel İstanbul (1981), Amansız Yol (1985), Şerif Gören’in Tomruk (1982), Yılanların Öcü (1985), Sen Türkülerini Söyle (1986), Katırcılar (1987), Atıf Yılmaz’ın Bir Yudum Sevgi (1984), Erdoğan Tokatlı’nın Suçumuz İnsan Olmak (1986), Güneşe Köprü (1986), 72. Koğuş (1987), Zafer Par’ın Yedi Uyuyanlar (1988), Mahinur Ergun’un Medcezir Manzaraları (1989), Halit Refiğ’in Karılar Koğuşu (1989), Bilge Olgaç’ın Umut Hep Vardı (1991) filmleri ile dosta düşmana kanıtlamıştır.

Diğer yandan, Akan gibi İnanır da, 80’ler boyunca yukarıda örneklediğim sinemasal değeri yüksek başarılı filmlerin yanı sıra, alışılageldik İnanır filmlerine doludizgin devam eder: Aşkların En Güzeli, Kurban, Bedel, Yabancı, İmparator, Güneş Doğarken, Ateş Dağlı, Umut Sokağı, Sultanoğlu, Hayat Köprüsü, Emanet, Bir Beyin Oğlu, Kavgamız gibi…

Sinemasal kişiliklerinin dışında her iki oyuncunun kamuoyu açısından algılanış biçimi farklılık göstermektedir. Tarık Akan, büyük ve önemli filmlerin oyuncusu olarak kuşkusuz İnanır’dan çok daha prestijli ve saygın bir noktada görülmektedir. Tarık Akan’ın medya ile ilişkilerini çok sınırlı tutup, özel yaşamı ile değil de sadece filmleri ve zaman zaman siyasal söylemleri ile gündeme gelmesi Akan’ın lehine sonuçlanmıştır.

Ayrıntıları ile belirtmeye çalıştığım üzere, en az Tarık Akan kadar iyi bir oyuncu olan ve çok sayıda büyük filmde yer alan İnanır, sinemada üzerine yapışıp kalan “eli silahlı sert erkek” etiketinin kurbanı olmuştur. Çok sayıda filminde bu tür rollerde görünmesi şüphesiz bu algının başlıca unsurudur ancak Kadir İnanır, basına yansıyan özel yaşamı, sert çıkışları, iddialı söylemleri ile mizahi olarak “Kadirizm”  olarak adlandırılan olguyu bizatihi kendisi yaratmıştır. Aslında son derece esprili ve kendiyle barışık birisi olduğunu düşündüğüm İnanır, yıllarca emek vererek oluşturduğu  “Deli Kadir” efsanesini oynadığı reklam filmleri aracılığı ile peruk takıp, perde asıp keserek yine kendisi yerle bir etmiştir. Bir başka bakış açısıyla, kişiliği ve filmlerine olan yoğun ilgiyi, cazip tekliflere dayanamayarak paraya tahvil etmiştir.

Bir Sonraki Bölüm: Türk Sineması’nda Kadın Starlar ve Son İmparatoriçe: Hülya Avşar

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

2 comments

  1. Pingback: Ayhan Işık'ın Filmleri ve Hayatı

  2. Pingback: Ayhan Işık’ın Hayatı ve Filmleri – Edebiyatkulisi.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir