Ataerkil toplumsal yapıyı orta sınıf insanlar üzerinden gizem dolu bir hikâyeyle anlatan Altın Portakallı Kusursuzlar‘ın ardından, Reha Erdem de Şarkı Söyleyen Kadınlar‘da aynı konuya farklı bir taraftan bakıyor. Gerçi erkeklerin dünyasında edilgenleştirilen kadınların hikâyelerine Reha Erdem’in yabancı olmadığını biliyoruz; özellikle Hayat Var hala hafızalardayken Erdem, son filminde bir kez daha eleştiri oklarını ataerkiye yönlendiriyor ve senaryosuyla olmasa da, görsel ve işitsel yönüyle sinemaseverleri tatmin ediyor.
Yaratıcı ses tasarımı ve görüntü kompozisyonlarının gerilimiyle desteklenen fırtınalı bir açılış sahnesinin ardından, adadaki günlük yaşamın içine dalarız. Deprem tehlikesi nedeniyle Adalar boşaltılmakta, insanlar İstanbul’a göç etmektedir. Artık çok az insanın yaşamakta olduğu adada telefonlar çekmez, sular yetersizdir, elektrik sık sık kesilir; sokaklar çöplerle doludur ve atlar doğaya salınmıştır. Tabiatın insanlığa karşı sesini çıkardığı bugünlerde Mesut Bey’in oğlu Adem, hastalığı nedeniyle adaya gelir ve babasının yanına yerleşir. Adem, babasının tersi bir karakter yapısındadır ve baba-oğulun arası oldukça kötüdür. Adem’in giderken altınlarını çaldığını fark eden, boşanmak üzere olduğu eşi Hale (Hayat Var’ın Hayat’ı belki de Hale olmuştur büyüyünce) de Adem’in ardından adaya gelir ve İstanbul’a vapur seferleri bittiği için geri dönemeyip Mesut Bey’in evine yerleşir. Bu aile içi çatışmalı ilişkiler yumağına Mesut Bey’in hizmetçisi Esma (Hayat, belki de Esma’dır), kocasından kaçarak adaya gelen Meryem (Hayat’ı en çok akla getiren karakter aslında Meryem’dir) ve eski işkence doktoru da eklenince filmin dramatik çatısı kurulmuş olur: Kadınlar verir, üretir, yaratır; erkekler alır, tüketir, yok eder. Film metninin eleştirisinin temelsizliği de aslında burada yatmakta.
Meryem’in doktora söylediği gibi, filmdeki tüm erkekler başkalarına (özellikle kadınlara) ve kendilerine karşı çok serttirler. Kadınların yaptıkları tüm şeyleri bozmakta üzerlerine yoktur ve üstüne üstlük onlar üzerinde bir de mutlak kontrole sahip olmak isterler. Havuz başında otururken Mesut ve doktor, kadın vücudunun nasıl olması gerektiğini kendi beğenilerine bağımlı kılmaktan çekinmezler. Adem her istediğinde cinsel isteklerinin kadınlar tarafından karşılanmasını bekler. Eski kocası, Meryem’le arasındaki bağın koptuğunu bir türlü kabullenemez. Kayıp oğlunun ardından göğsündeki ilanlarla ağlayarak sokaklarda dolaşan kadın, polisler tarafından yaka paça karakola götürülür. Hale’nin kendisine bir sigara vermesi, adam için “ümit vermek”le eşdeğerdir. Bu erkeklerin kontrolü altındaki dünyada kadınların tek çıkış yolu ise lirik müzikler ve görüntüler eşliğinde şarkılar söylemektir. Film metni böylelikle açıkça bir tarafa kaba, bencil ve kötülük yapmaktan çekinmeyen erkekleri koyarken, diğer tarafa mistik yanı kuvvetli, doğayla bağ kurabilen, elde ettiği her şeyi emeğiyle kazanan kadınları yerleştirmiş olur.
Maalesef Reha Erdem’in bu açık tarafgirliği, Şarkı Söyleyen Kadınlar‘a ciddi bir darbe vuruyor. Her ne kadar çokça eleştiriler almış olsa da, Reis Çelik‘in Lal Gece‘de yaptığı gibi ataerkiyi toplumsal düzlemde ele alarak, erkek-kadın arasındaki bu sorunlu ilişki hiyerarşisinin sosyo-ekonomik çerçevesini tartışmaktan uzak duran Reha Erdem, işin biraz kolayına kaçarak gri karakterlere, karakter değişimine, gelişimine yer vermeden “erkeği” bütüncül olarak kötülemek, “kadını” bütüncül olarak övmek yoluna gitmiş. Erdem’in ataerkiyi toplumsal bağlamından kopararak sadece erkeğin doğuştan kendisine verilmiş kadına eziyet etme kapasitesinin bir sonucu olarak varsayması, ne yazık ki film metninin zengin argümanlar geliştirmesine engel olmuş. Söz konusu Kosmos gibi bir filmi yapabilecek yaratıcılığa sahip olan Reha Erdem olunca, insan biraz daha farklı bir beklenti içine girebiliyor doğal olarak.
Senaryosunun zayıf yönlerine rağmen, Şarkı Söyleyen Kadınlar‘ın görselliği ve bizzat Reha Erdem’in elinden çıkan ses tasarımı ile ortalamanın üstünde bir seyir keyfi sunduğunu kabul etmek gerek. Yer yer yorucu olabilse de, filmin müziklerinin de genel olarak bu keyfe katkıda bulunduğu söylenebilir. Başta Binnur Kaya olmak üzere, Deniz Hasgüler, Philip Arditti ve Aylin Aslım’ın da oyunculuklarının hakkını teslim edelim. Yine de Beş Vakit, Hayat Var veya Kosmos ayarında bir film beklediğinizde hayal kırıklığına uğrayabiliyorsunuz.
Sosyoloji bölümü mezunu. Birkaç sinema filminin prodüksiyon aşamasında yer aldıktan sonra 2013 yılında Sinema Kafası’nı kurdu. Yazılarına Cineritüel’de devam etmekte, sinema doktorası yapmakta ve çevirmen olarak çalışmaktadır.