“Benim için film yapmak, anne babasının yatak odasında nelerin döndüğünü anahtar deliğinden izleyen çocuğun yaşadığı gerilimi verme sanatıdır.”
B. Bertolucci.
İtalyan sinemasının önemli isimlerinden Bernardo Bertolucci 2002 yılında gösterime giren “The Dreamers” filminden sonraki uzun sessizliğini Niccolo Ammaniti’nin romanından uyarlanan “Sen ve Ben” filmiyle bozdu.
“Sen ve Ben” ile alışılmış Bertolucci filmlerinden farklı bir film karşımıza çıkıyor ve bu film ile Bertolucci filmleri yeni bir nesil ile daha tanışmış oluyor. Ailesi sınıfsal olarak üst düzeyde bulunan Lorenzo henüz 14’ünde, ergenlik dönemini yaşayan bir öğrencidir. Zaten film de Lorenzo’nun ergenlik bunalımını yaşadığını göstermek adına bir psikolog odasında başlar. Kahramanımız Lorenzo yalnızlığı, yeni terleyen bıyıkları, davranışlarında aşırıya kaçma ve sivilceli yüzü ile doğru çizilen bir ergen portresi sunuyor. Film ile birlikte konu ergenler olunca hikayenin geçtiği yer İtalya’da olsa Türkiye’de olsa evrensel bir ergen davranışı olduğunu öğreniyoruz.
Lorenzo, okuldaki kayak tatiline gitmek yerine ailesinden ve herkesten gizli bir şekilde evlerinin bodrum katında kendisine 1 hafta sürecek bir hayat alanı yaratır. Gizlenmeyi seven Lorenzo için bu sığınak aklına bile gelmeyecek dünyalara giriş yapmasını sağlar. Bu dünyalardan birisi de üvey ablasıyla yaşadıkları sonucu oluşur.
Lorenzo’nun üvey ablası Olivia uyuşturucu bağımlısı ve bu bağımlılık sayesinde başarılı olabilecek iş kariyeri, sevgilisi ve ailesi gibi pek çok şeyini kaybeden, kendinden uzaklaştıran biridir. Yaş olarak ablası Lorenzo’dan büyük olmasına rağmen Lorenzo’nun yaşadığı benzer ergenlik ölçütlerini sergiler, uyuşturucunun verdiği tutarsızlığı yansıtır. Parasız kalması sonucu sığındığı bodrum katında Lorenzo ile birlikte yaşamaya başlar ve onun kendini saklama sırrına ortak olur. Bu durum birbirini tanımayan 2 kardeşin yakınlaşmasını sağlar.
Film, Bertolucci’nin İtalyan Yeni Gerçekçi sinema anlayışına uzak bir yapıt. Daha çok klasik anlatı sevenlere hitap ediyor. Bertolucci bir bakıma yeni bir izleyici kitlesini daha kervanına eklemek amacı gütmüş olacak ki pek çok siyasi ve politik, vurucu konuları işlediği filmlere attığı imzanın ardından “Sen ve Ben” gibi bir film çekmiş. Bu durumun, Bertolucci sevenlerini üzebileceğini düşünüyorum çünkü Bertolucci izlerini, dokusunu filmde bulmak güç. Film, hikaye olarak Hollywood’un klasik anlatı yapısındaki ergenlik çağını anlatan filmlerinden çok da farklı izler teşkil etmemekte. Açıkçası “Bertolucci” filmi bekleyenleri de çok tatmin etmemekte.
Bertolucci, pek çok filminde yarattığı cüretkarlığı bu filmde sergilemediğini görebiliriz. Bu örneklerden biri uyuşturucu kullanan abla ve kardeşi arasındaki “uyuşturucu kullanmak zararlıdır” konulu konuşmadan anlaşılmakta ve uyuşturucu konusu sadece ablanın girdiği kriz olarak verilmekte. Bir diğeri ise ensest gibi konuları filmlerinde işleyebilen Bertolucci, Sen ve Ben’de durumu izleyiciye bırakan bir yol izlemiş. Çünkü izleyiciye yakınlaşmanın olabileceği göndermelerinde bulunur. Lorenzo’nun, ergenliğin verdiği sapkınlıkla annesine veya ablasına ilgi duyabileceğinin izlenimleri de yansıtılmakta.
Tüm bunların yanında Bertolucci, filmde aile vurgusuna da değinmekte. Aile kavramının önemine vurgu yapan yönetmen, birbirini tanımayan 2 kardeşin yakınlaşmasını ve kardeşlikten dolayı aralarında oluşan bağı izleyiciye sunmakta. Psikolojik yardım alan, yalnız ve tek başına bir hayat uman Lorenzo’nun yaşantısının bir “abla” figürü ile rayına girdiğine tanık oluyor izleyici.
Filmin başında tahmin edilebilir sonu ve sürprizleri bulunmayan film, Bertolucci sinemasında akıllarda çok da yer etmeyecek bir yapım olarak beyazperde de yerini alıyor. Daha önce Film Ekimi ile ülkemizde gösterilen film bu hafta sinemalarda vizyona girme imkanı buluyor. Film Ekimi’nde izleyemeyen Bertolucci severlere iyi seyirler.
Sen ve Ben dışında, F. Scott Fitzgerald’ın 1925 tarihli romanının uyarlanan, yönetmenliğini Baz Luhrmann’ın yaptığı, başrollerini Leonardo DiCaprio, Tobey Maguire ve Carey Mulligan’ın paylaştıkları, bu yılki Cannes Film Festivali’nin açılış filmi olarak gösterilen “Muhteşem Gatsby”, Jon Lucas ve Scott Moore’un yönetmenliğini üstlendiği “Çılgın Doğumgünü”, yönetmenliğini Dustin Hoffman’ın yaptığı “Dörtlü” filmleri yer almakta.
Yönetmenliğini Hüseyin Tabak’ın üstlendiği, 49. Altalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Film” de dahil olmak üzere pek çok ödülü almaya hak kazanan “Güzelliğin On Par’ Etmez” ve Tunç Okan’ın yönetmen koltuğunda oturduğu, Fakir Baykurt’un “Kaplumbağalar” romanından esinlenerek yarattığı, Ahmet Mekin, Altan Erkekli ve Yetkin Dikinciler gibi oyuncuları bir araya getirdiği “Umut Üzümleri” de bu hafta vizyona giren Türk Filmleri olarak sinemalarda gösterime sunuldu.

Lise eğitimine başladığından beri Gazetecilik ve Radyo-Televizyon ve Sinema okumaktadır. Doktora eğitimini de bu alanda yapmaya devam etmeyi planlıyor. Çalışma hayatına gazetecilikle başlayıp sinemayı da beraberinde devam ettirmiştir. 8 yıl Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde ve sinema filmlerinde reji asistanı olarak çalıştı. Çektiği kısa metraj filmler pek çok festivalin yarışma bölümünde yer alıp gösterimleri gerçekleştirildi. Bu festivallerden ödülleri de bulunmaktadır. Kendi blogunda yazdığı yazıların ardından kurulduğundan beri Cineritüel’de sinema üzerine yazmaya devam etmektedir. Uzmanlık alanı Türkiye Sineması olup, absürtlük ve komedi favori dallarıdır.