- Yönetmenin iki filminde de belli başlı işlediği ortak konular var. Zaten Finlandiya sinemasını kendi içinde çok karanlık ve kasvetli olmasıyla biliyoruz, iki filmdeki ortak konular; fakirlik, şiddet, intihar, depresyon, yalnızlık, çaresizlik, pişmanlık, ölüm ve cinsellik.
Milli gelir olarak Avrupa’nın en zengin ülkelerinden biri olan Finlandiya’nın zayıf kaldığı sektörlerden biri sinema, ya da kendilerini izole etmekten hoşlanıyorlar; çünkü bu kadar başarılı filmler çekebilen bir ülkenin bu alanda daha çok üretmemesinin mantıklı bir açıklaması olamaz. Ülke olarak çok yüksek bir nüfusa sahip olmadığından da bünyesinde çok film barındıramıyor. (Ek bir bilgi; ülke çapındaki sinema salonu sayısı 20’nin üzerinde değil.) Fakat buna rağmen Aku Louhimies ise Fin sineması denildiğinde akla ilk gelen isimlerden. Filmlerinde genel olarak işçi sınıfı sorunlarına yer veren yönetmenin en çok işlediği konular yalnızlık, parasızlık, ölüm ve Finlandiya’dan kaçma isteği. Bu temalar aslında genel Fin sinemasının karakteristik özeliklerinden, konu ve işleyiş nedeniyle karanlık filmler olmalarına rağmen, mekan sayesinde karların beyazlığıyla harmanlanarak her filmde çok güzel bir zıtlık oluşturmayı başarıyorlar. Karanlık filmler olmalarına rağmen Louhimies’in filmlerinin geneli insanları yaşamaya ve şu zamana kadar yaptıkları hataları geride bırakıp, kendilerini affedip, yolarına devam etmeleri gerektiğine dair destekleyici cümlelerle bitiyor. Bu nedendendir ki filmlerinde intihara kalkışan hiçbir karakter ölmüyor, sonunda bir şekilde vazgeçiyor ve yollarına devam ediyor.
Örnek olarak Buz Diyarı’nın (Paha Maa, 2005) final sahnesinde şu sözlere yer verilmiş: “Bunun olmasını asla istemezdim. Çocukken birbirimize sorduğumuz soruları hatırlıyor musun? Uzayın büyüklüğü ne? Gökyüzü nerede sona eriyor? Deniz nerede başlıyor? Kendimi kötü hissettiğimde niye bağıramıyorum? Bu hayat cehennemi aratmıyorsa, o zaman onu yaşamanın ne anlamı var? Ama sonunda her şeyin hepimiz için en iyi şekilde gelişeceğine inanmak zorundayız. Aksi halde her şey anlamsız…”
Louhimies’in işleniş olarak birbirine en çok benzeyen filmleri, Buz Diyarı ve Vuosaari (Çıplak Liman, 2012). Buz Diyarı, Helsinki’nin beyaz gri karışımı sokaklarında, sahte bir 500 euroluk banknotun insanların başına açtığı zincirleme felaketleri anlatan bir hikaye. Film, Avrupa’nın insanlara sunduğu yaşam kültürünün aslında hiç de o kadar mükemmel olmadığını, o normal, mutlu, sıradan hayatlarında yaptıkları basit bir hareketin başta kendi hayatları olmak üzere başka hayatlar üzerinde de ne denli büyük hasarlar bırakabileceğini anlatıyor.
7 bölümden oluşan filmde bölümlerin içerisinde geçen olaylar bölüm isimleriyle doğru orantılı. Filmin başında bir cenaze töreni görüyoruz. Bu sahne aynı zamanda filmin son sahnesi. Sonra bir öğretmenin işten atılmasına tanık oluyoruz. Birden 1 yıl sonraya gidiyoruz ve işten çıkarılan öğretmenin hala iş bulamadığını, bu nedenle alkolik olduğunu görüyoruz. Para bulabilmek için oğlu Niko’nun tek eğlencesi olan CD çalarını satıyor ve olaylar kelebek etkisi şeklinde başlıyor. Niko kendine yeni CD çalar alabilmek için bilgisayardan sahte bir 500 euro çıkartıyor. Filmin son bölümünün adı; Son Hata, 5 yıl sonrasına gidiyoruz. Niko babası gibi öğretmen olmuş ve arkadaşına hayatını düzene sokması için 500 euro veriyor. Filmin başında bastırdığı sahte 500 euro filmin sonunda gerçek olarak çıkıyor karşımıza, bu sefer iyi bir amaç için.
Çıplak Liman ise, tamamen aşk ve sevgi duygusu üzerine kurulmuş. Hepsinin aşka olan bakış açıları farklı, hepsi farklı şeylere tutkuyla bağlanmış durumdalar. Bir karakterin aşk kavramı karısı üzerinden verilmiş. Ona tutkuyla bağlı ve ondan vazgeçemiyor. Bir başka karakterin en büyük isteği ünlü olmak, sıradan olmamak ve insanların onu öldüğünde de hatırlaması. Bunun için o kadar ileri gidiyor ki durum porno sektörüne girmesiyle son buluyor. Filmin bir diğer karakteri annesinden ilgi göremeyen ve hayatındaki tek arkadaşı köpeği olan 7 yaşında bir çocuk. Tek amacı aslında annesinden ilgi görmek ama bunu asla başaramıyor. Yalnızlık teması en çok bu karakter üstünden verilmiş. Haksız yere annesinin hakaretlerine ve hırpalamalarına maruz kalıyor. Hikaye; çocuğun, annesinin nedensiz yere köpeğini öldürdüğünü öğrenmesiyle son buluyor. Başka bir karakter karısından hiç sevgi görmemiş bir adam. Zengin, evli ve çocuklu; fakat evlerine gelen hizmetçileriyle bir ilişki içinde. Bu karakter filmde burjuvazi sınıfını temsil ediyor. İki kadın arasındaki farklılıklar çok bariz. Karısı zengin, iyi giyimli, her şeyi elde etmiş bir kadın, aşk ve mutluluk hariç. Diğer kadın ise öğrenci, normal gelir düzeyinde ama mutlu. Başka bir karakter Amerikan’dan Finlandiya’ya kısa süreliğine gelmiş bir iş adamı. Bu karakter film boyunca en sığ kalan karakter. Hakkında çok bir bilgimiz yok. Filmdeki eşcinsel temasını temsil ettiği varsayılıyor.
Buz Diyarı 7 farklı bölümden oluşurken Çıplak Liman 7 farklı insanın hayatını işliyor. Filmlerde bir başrol yok, sadece daha fazla üstünde durulan karakterler var. İki filmde de çoğu karakterler birbirlerini tanımıyor. Bütün karakterler farklı hayatlar yaşıyorlar ama mutlaka ortak bir paydada buluştukları bir duygu ya da olay var. Buz Diyarı’nda ortak payda, parasızlık; Çıplak Liman’da ise, aşk ve sevgi. Bütün karakterlerin tutkuyla bağlandıkları bir şey var. Kimisi bir duyguya, kimisi bir objeye, kimisi bir varlığa aşık. Film, bu farklılıkların önemli olmadığını, aynı duygulara karşı insanların verdikleri farklı tepkileri vurguluyor.
Yönetmenin iki filminde de belli başlı işlediği ortak konular var. Zaten Finlandiya sinemasını kendi içinde çok karanlık ve kasvetli olmasıyla biliyoruz, iki filmdeki ortak konular; fakirlik, şiddet, intihar, depresyon, yalnızlık, çaresizlik, pişmanlık, ölüm ve cinsellik.
Fakirlik, para karşılığı cinsel ilişkiye girme durumundan çok net anlaşılabilir. Buz Diyarı’nda Niko para bulabilmek için kendi içinde ne kadar çırpınsa da bir erkekle cinsel ilişki yaşıyor, cinsel eğilimi zıt yönde olmasına rağmen. Diğer filmde bir genç kadın erkek arkadaşının borcunu kendi vücudunu satarak ödemeye çalışıyor. Bu farklı filmlerdeki iki karakterin çaresizlikleri, kendi içlerindeki hesaplaşmalarını ifade ediyor.
Şiddet iki filmde de fazlaca kullanılmış. Özellikle küçük çocuklara. Buz Diyarı’nda karısını kaybettikten sonra baba çocuklarına karşı ilgisiz olmaya başlıyor ve bu durum şiddete kadar gidiyor. Çıplak Liman’da da köpeğinin kakasını mutfak beziyle temizlemiş olan çocuğuna şiddet kullanarak zorla bezi koklatmaya çalışan bir anne var. Filmlerde şiddetten hiç kaçınılmamış, saklama gereği duyulmamış.
Filmlerde ölüm temasına çok sık yer verilmiş. İki türde karşımıza çıkan ölüm teması filmlerin geneline yayılmış. İki filmde de intihar sahneleri aynı sonuçla bitiyor. Başarılı olamamalarının sebebi ise dış etkenler değil tamamen kendi istekleri. Karakterler kendilerini öldürmekten yine kendileri vazgeçiyor. Bu durumla ne kadar çaresizlik veya acı içinde olurlarsa olsunlar içlerinde hala hayatlarına devam etme istekleri olduğunu anlayabiliriz. Biri intikam duygusuyla, diğeri yaşama isteğiyle olsa da sonuç olarak kendilerini öldürmekten vazgeçiyorlar. Dolayısıyla, filmlerin teması ne kadar karanlık görünürse görünsün aslında o kadar da umutsuz filmler olmadıklarını anlayabiliriz.
Ölüm temasının bir diğer işleniş noktası cinayet. Buz Diyarı’nda daha yeni tanıştığı halde iki kişiyi katleden bir karakter var. Normal şartlarda bu tür sahnelere vereceğimiz tepki genelde katili haksız görmek olurken film bize iki türlü de düşünme imkanı sunuyor. Karakterler o kadar derin işlenmiş ki kendimizi onun yerine koyup, haklı çıkaracak mazeretler üretebiliyoruz. Karakterin yalnızlığı, en değer verdiği şey olan arabasından oluşu, fakirliği, reddedilişi, kimse tarafından fark edilmeyişi ve umursanmayışı insanın derinine işliyor ve işlediği cinayeti meşrulaştırmaya başlıyor. Aynı durum karısının katilini öldüren adam için de geçerli. Çıplak Liman’da çok ses yaptığı için oğlunun köpeğini soğukkanlılıkla öldüren annenin durumunda ölüm teması işlenişi açısından farklı bir noktada. Annenin köpeği öldürme nedeni tamamen bencilce, onun ilgisine muhtaç olan oğlunu asla görmüyor ya da görmemezlikten geliyor. Bu durum iki filmde de işlenen cinayet temasından çok farklı. Kasıtlı yapılmış ve sonucunda bir pişmanlık ve üzüntü duyulmamış.
Filmlerde cinsellik teması çok kullanılmış. Özellikle istek dışı olan seks. İki filmde de çok belirgin ve benzer olan iki mastürbasyon sahnesi var. İki sahnede de televizyon seslerinden ve hareketlerinden kişinin mastürbasyon yaptığını zannediyoruz; fakat sonra karakterlerin çok alakasız şeyler yaptığını görüyoruz. İki filmde de dış seslerden televizyonda porno film varmış gibi izlenimler yaratılırken kamera odaya girince aslında televizyonda komedi programlarının açık olduğunu anlıyoruz.
Depresyon, yalnızlık ve çaresizlik her iki filminde tamamını oluşturuyor. Bütün karakterler kendi içlerine dönük, yalnız ve bu yalnızlıklarından kaçış yolları arıyorlar. Buz Diyarı’nda Niko’nun filmin başlarında söylediği “Aşağı inmek yukarı çıkmaktan çok daha kolay,” sözü çaresizliği simgeleyen en önemli sözlerden biri sayılabilir.
Filmler sinematografik açıdan net farklılıklar gösteriyor. Buz Diyarı’nda rahatsız edicilik duygusu sürekli titreyen, sallanan kamera ile sağlanıyor. Bu üslup, insana bilinçaltı bir rahatsızlık veriyor, üstelik bu rahatsızlık duygusunu da yarı belgesel bir anlatımla aktaran film, etrafımızda da film gibi hikayelerin olduğuna bir kez daha dikkat çekiyor. Ayrıca titreyen kamera hareketlerinin izleyicide soğuk havayı çağrıştırdığını da söyleyebiliriz.
Yeditepe Üniversitesi Radyo,Televizyon ve Sinema Bölümü öğrencisi.