American Beauty (1999): Yönetmenin Dokunuşu ve Banliyönün Hegemonyası (Bölüm 2)

American Beauty (1999): Yönetmenin Dokunuşu ve Banliyönün Hegemonyası (Bölüm 2)

Share Button

Sam Mendes’in Amerikan Güzeli’nde (American Beauty) kamerasını doğrulttuğu şey karikatürize edilmiş insan halleri. Film boyunca diyaloglara paralel kurulmuş çekim; izleyiciyi izlediği şeyden uzaklaştırmaya, bir yerde ona acımaya götürüyor. İzleyicinin tanık olduğu şey, derinleşen bir günah çıkarmadan yahut karakter analizindense bir şekilde oluşmuş ilişkilerin karşısında boğulan, bundan kurtulmaya çalışırken absürtleşen insanın manzarası. Mendes, filmin finalinde ortaya çıkacak döküm anlarına kadar her karakteri bayağı, üstünkörü bir açıda izleyiciye sunarken, filmin sonunda bir anda karakterlerin derin hikayelerini ortaya seriyor. İzleyici, uzak kaldığı oyuncuların bu boşalımlarına tanık olurken komedi bir anda yüzünü dramaya çeviriyor ve ortaya çıkan şey poşetin dansını izlemek gibi çıplak, doğal, öz bir dışavurum oluyor. Karakterlerin her biri ilk kez kendilerince var oluyorlar, her biri çelişkilerinin ve ortaklıklarının içerisinde beliriyorlar. İzleyiciden Colonel’in yöneliminin saklanılması bu planlanmış çarpıtıcılığın bir örneği.

Michael Tucker’ın kendi YouTube kanalı olan “Lessons from the Screenplay”deki film incelemelerinde de bahsedildiği üzere Colonel’in yöneliminin saklanılması doğrudan doğruya Mendes’in tercihi, senaryoda olmasına rağmen bu kısmı çekimlerde kesmiş hatta filmin başlangıcını da keserek filmdeki son kısmın itirafını daha da derin, keskin kılacak bir absürtlük yaratmış. Filmin sonu, gidişatı boyunca saklanılmış gerçekler yığınına dönüşmüş, seyircinin konumu Oidipus’un trajedisine benzemiştir. Neredeyse her karakterin bilinçli bir şekilde “tip”sel kurulduğu örüntünün açılması bunu gösteriyor. Peki, tüm bu karakterlerin kendi öz-benliklerini yadsımaya zorlayan, her birini iletişimsizliğe, yabancılığa iten şey nedir? Bunun cevabını Antonio Gramsci’nin hegemonya tanımında ve hegemonyanın Amerikan kapitalizmindeki kültür inşasındaki yerinde buluyorum.

American_Beauty_2

Gramsci’ye göre; egemen sınıf yahut iktidar yalnızca baskı, şiddet araçlarıyla egemenliklerini, iktidar oluşlarını sürdürmezler. Onun “hegemonya” terimine göre iktidar kendi gerçeklerini, kültürünü birer doğru olarak halka empoze eder. Bu kültür doğruluğu sebebiyle egemen edilen kitleler egemenin meşruluğunu onun kültürünün meşruluğunda bulurlar. Egemen doğru olandır, bu sebeple isyan edilmesi gerekilen değildir. ABD de yirminci yüz yıl boyunca kendisine bir hegemonya oluşturdu. Bu hegemonya beyaz insanların vergilerini ödedikleri, çocuk sahibi oldukları, kariyerlerini kurdukları bir hegemonya idi. Bunun dışındaki tüm yaşam şekilleri birer tehdit unsuru olarak kabul ediliyor, politik milliyetçiliğin şiddetli ötekileştirmesine maruz kalıyordu. Doğru insanın takip etmesi gereken birkaç şey vardı ve bunu takip etmeliydi. İşte Amerikan Güzeli’nde bunu takip etmenin sonucunda yaşamı deneyimleyemeyen, rolleriyle yaşamları bir türlü örtüşmeyen bireylerin hikayesi anlatılıyor. Bireyciliğin övüldüğü, kapitalist kendini gerçekleştirme mekanizmasının karşısında emeğine yabancılaşmış, eseriyle bir araya gelemeyen, liberal anlamda materyalistleşmiş, arzularını gerçekleştiremeyip bu arzuların karşısında bunalıma sürüklenen insanların hikayesi…

Öncelikle yabancılaşma derken neyi kastettiğimi izah edeyim. On dokuzuncu yüzyıl ile yirminci yüzyıl arasında Ford ve Taylor gibi kapitalist iş insanları insanın daha yüksek verimle çalışmalarının yöntemini Smith’in ideolojisindeki iş paylaşımı yönteminde bulup, bunu daha da mekanik bir hale getirdiler. Marx, bunun sonucunu önceden görüp, yabancılaşma terimini kullanarak, işçinin emeğiyle arasındaki bu bağlantısız farkın sonunda bir yabancılaşmaya yol açacağını, işçinin kendi emeğiyle sorunlaşacağını söylemiştir. İnsan, makineleşirken sorun çıkartacaktır, sorunlaşacaktır. Ama Amerikan Güzeli filmi yalnızca bu yaklaşımla açıklanamaz. Filmdeki yabancılaşma ve bunaltı emek karşısındaki yabancılaşmadan bir yerde ayrılır. Filmdeki tüm karakterler kendi yabancılaşmalarının yanı sıra, hegemonyanın da altındadırlar. Bu hegemonyanın içerisinde tüketici kültürü, ben’in önemi ve statükoya karşı tapmaya yaklaşan bir tutku da vardır. Amerikan Güzeli’ndeki her birey Amerikan kapitalizminin yarattığı ulaşılmaz, çarpık güzelliğin peşindedir. Bu güzellik onların bastırılmış isteklerinin, doyuma kavuşamayacak arzularının karşısında şekillenen çelişkilerle oluşturulmuş bir güzelliktir. Kataloglanmış nesneler üzerinden – ki bu yalnızca eşyada kalmaz filmde göreceğimiz üzere kadın da buna dahildir – bir ait olma arzusuyla başlayan bu ulaşamama hali, insanı nihayetinde bunalıma sürükler. Kendisini hiçbir şekilde gerçekleştiremeyen bireylerden – çünkü gerçekliğin sermaye tarafından bir metaya dönüştürüldüğü bu dünyada insan doyumsuzdur – kimileri yönelimlerini bir faşist olacak kadar bastırırken kimileri de arzularını, tüm yaşamını bir pornografiyi/fanteziyi nihayete erdirmeye adamaya kadar uçlaşır. Kimi yaşamını yalnızca materyaller üzerinden bir statükoya bağlarken, bir kariyer ideası inşa çalışmasına girişirken kimi de tüm tatminsizliği ve yabancılığının sonunda sessizliğe, deliliğe gömülür. Kimi sıradanlığa karşı yaşamını genel ahlakın karşısındaki yalanlarda bulurken kimi de sıradan olmanın utancıyla bunalım yaşar, arzu edilmeyi diler. Bir başkası da çelişkilerden beslenerek kendine doğrudan doğruya yaşamı deneyimleyecek bir alan yaratır.  Her karakterin sorunsalı hegemonyadan, meta sisteminden kaynaklıdır. İktidarın bireye yaşattığı bunalımı yaşarlar. Bu bunalımın boşalımı ancak ve ancak trajedik, yalın bir anda yıkılabilir. Yaşamı deneyimledikleri anlarda sorunsallarını aşmaya yaklaşırlar ama hegemonya burada da sürüyordur ve yargının karşısında hareket ederek, çelişkileri ile birbirlerini öldürmeye davranırlar. Lester, bir yıl içerisinde ölmeye mecburdur, Ricky’nin deli hastanesine gitmek zorunda olması gibi. Hegemonya, ötekiyi değiştirmeye çalışır, bunda başarısız olursa onu yok eder. Amerikan Güzeli, güzelliğe Amerikan ön eki getirilmediğinde, bu kavrama bile bir mülkiyet takısı konulmadığında, güzelliğe ne olduğuna dair trajik bir hikaye.

, , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir