- Yoğun metaforların ve imgelerin kullanıldığı filmde kadın ve erkek neyi temsil etmektedir? Filmde gösterilen ve “üç dilenci” olarak isimlendirilen ceylan, tilki ve karga neyi temsil etmektedir? Filmin en temel sorusu “Deccal” kimdir? Nietzsche’nin metni bir Hıristiyanlık eleştirisi ise bu filmde nasıl bir Hıristiyanlık eleştirisi vardır? Filmin bölümlerinin de başlıkları olan “Istırap, Acı, Umutsuzluk” ne anlatır? Tüm bu sorular filmi anlamak için kilit sorulardır ve filmin anlaşılması için cevaplandırılması şarttır. Filmi bu sorular eşliğinde ve Nietzscheci yaklaşımlarla cevaplandırdığımızda Lars von Trier’in tıpkı ilham aldığı filozof gibi diyalektiğe nasıl savaş açtığını ve filmin eleştirel boyutunu salt Hıristiyanlık eleştirisinden modern dünyanın eleştirisine çevirdiğini göreceğiz.
“İnsanın arzuladıklarıyla, arzularına ulaşma çabalarının sonuçları arasında
bir eşitsizlik zuhur ettiğinde insan; hınç tahtına oturur.” (Nietzsche)
Sorular ve Sorunlar
Sorular ve sorunlarla dolu bir filmin eleştirisini yapmak doğal olarak birçok soruyu ve sorunu beraberinde getirecektir. Antichrist, 2009 yılında Cannes Film Festivali’nde gösterildiğinde, izleyicilerin bir kısmı tarafından yuhalanmış ve protesto edilmiş; film, izleyenleri iki kutba bölmüştü. Bir kısım eleştirmenler yönetmen Lars von Trier’i kadın düşmanlığı ile itham etmiş [1], felsefeye yoğun mesai harcayan bir kısım entelektüel ise filmi bir başyapıt ilan etmişti. [2] Filmin “kadın” konusunda etik açıdan sınıfta kaldığı bir gerçek olsa da bunun nedenleri tartışıl(a)mamıştır. Yönetmenin kadın düşmanlığı yaptığını ileri süren eleştirmenler filmde “Deccal”in kadın olduğunu söylemişlerdir; fakat şöyle bir yanılgı vardır ki bu film Nietzsche’nin Deccal kitabından esinle yapılmıştır ve Deccal, Nietzsche felsefesinde olumlu bir kavramdır.
Filmi anlamak için Nietzsche’nin felsefi düşüncesi ayrıntılı biçimde incelenecek ve film Nietzsche’nin yaklaşımları ile çözümlenmeye çalışılacaktır. Yoğun metaforların ve imgelerin kullanıldığı filmde kadın ve erkek neyi temsil etmektedir? Filmde gösterilen ve “üç dilenci” olarak isimlendirilen ceylan, tilki ve karga neyi temsil etmektedir? Filmin en temel sorusu “Deccal” kimdir? Nietzsche’nin metni bir Hıristiyanlık eleştirisi ise bu filmde nasıl bir Hıristiyanlık eleştirisi vardır? Filmin bölümlerinin de başlıkları olan “Istırap, Acı, Umutsuzluk” ne anlatır? Tüm bu sorular filmi anlamak için kilit sorulardır ve filmin anlaşılması için cevaplandırılması şarttır. Filmi bu sorular eşliğinde ve Nietzscheci yaklaşımlarla cevaplandırdığımızda Lars von Trier’in tıpkı ilham aldığı filozof gibi diyalektiğe nasıl savaş açtığını ve filmin eleştirel boyutunu salt Hıristiyanlık eleştirisinden modern dünyanın eleştirisine çevirdiğini göreceğiz.
Giriş
Film, bir çiftin seviştikleri sırada yürümeye yeni başlayan küçük çocuklarının pencereyi açarak aşağı atlamasıyla/düşmesiyle başlar. Antichrist, yönetmenin Idioterne / The Idiots (1998) ve Melancholia (2011) filmleri ile de tematik bir uyum gösterirken üç filmde de yönetmen izleyiciye çok basit bir soru sorar: Ölüm karşısında modern insan ne yapar? The Idiots’ta ölüm karşısında modern insan aptal numarası yapar. Melancholia’da ise kıyametin kopacağı anlaşıldığı anda burjuva, ailesinden uzaklaşarak intihar eder. Filmin aklı selim karakteri Claire ne yapacağını bilemez ve filmin melankolik karakteri Justine (Sade’ın Justine adlı bir romanı vardır ve bu roman dindar bir kızın başından geçen en ahlaksız ve rahatsız verici olaylar karşısında bile sabırla Tanrı’ya şükretmesini anlatır) ölüm karşısında ne yapacağını bilen tek karakterdir. Film, modern çağın ahlak anlayışını acımasızca eleştirir. Peki Antichrist’ta çocuğu ölen aile ne yapacaktır?
Çocuk, düşmeden/atlamadan önce pencereyi açmak için masanın üzerine çıktığında masada üç tane biblo görürüz. Çocuğun elinin tersiyle yere yuvarladığı bu bibloların üzerinde “grief/ıstırap”, “pain/acı” ve “despair/umutsuzluk” yazmaktadır. Askerleri andıran ve ellerini dua eder gibi yukarıya kaldırmış olan bu biblolardaki kavramlar filmin bölümlerine isim vermiş ve film boyunca üç dilenci olarak adlandırılmıştır. Peki nedir bu üç kavram ve Nietzsche’nin felsefesi ile ne ilişkisi vardır?
Soruların doğru cevaplanabilmesi için Nietzsche’nin ahlak/etik anlayışını açıklamamız gerekecek. Zira Antichrist bir Hıristiyanlık eleştirisi olduğuna göre, filmi de bu temel üzerinde okumamız doğru olacaktır. Öncelikle şunu söylemeliyim ki filmde kadın Hıristiyanlığı temsil etmektedir. Kadın ontolojisi Nietzsche’ye göre Hıristiyanlığın ontolojisine eştir. [3] Filmde kadının temsili çok açıkken erkeğin temsili oldukça karmaşıktır. Bazı eleştirmenler erkeği “ruhban” olarak okusalar da [4] bence hem filmin sonu, hem de bu üç filmin tamamına bakarak ve öte yandan Nietzsche’nin diğer kitaplarındaki diyalektik düşüncenin reddi düşünüldüğünde erkek, modern insanı temsil etmektedir. Yani Hıristiyanlığın devamını; diyalektiğin, köle ahlakının…
Nietzsche, Hıristiyanlık eleştirisini iki ahlak anlayışını açıklayarak geliştirir. Bunlar“köle ahlakı” ve “efendi ahlakı”dır. Film, kadının temsili açısından köle ahlakının kadının temsili olduğunu açıkça ifade etse de filmde erkeğin konumu belirsizdir. Yanlış olarak efendi ahlakının temsili gibi bir okumaya açık olsa da, hem Nietzsche hem de yönetmen diyalektiğe kapalı, hatta karşı oldukları için burada efendi-köle diyalektiği aramak hatalı olacaktır. Benim teklifim –yönetmeni kadın düşmanlığından da kurtaracak– erkeğin temsilini de köle ahlakı ile okumaktır. Peki nedir bu iki ahlak türü ve bunların Hıristiyanlıkla ve modernizmle ne ilgisi vardır?
Istırap
Nietzsche’ye göre iki ahlak anlayışı vardır: Köle ahlakı ve efendi ahlakı. Bu iki ahlak anlayışına geçmeden önce Nietzsche’nin güç istenci (will to power) kavramına değinmemiz gerekecek. Nietzsche’ye göre her şeyin temelinde güç istenci yatar. Yani insan, yaşayan her canlı varlık, yaptığı tüm eylemleri kendini korumak için değil, daha fazlası olmak için yapar. Güç istencinden, yaşayan her varlığın sürekli var olabilmek ve ilerlemek için çaba göstermesi, gücün dinamik bir biçimde kullanılması anlaşılır. Güç istenci güçlü olma içgüdüsünden kaynaklanır. Nietzsche, güç istencini bir içgüdü olarak açıklarken onu, diğer tüm içgüdülerin de kaynağı olan temel bir ilke olarak ortaya koyar. Yaşam bu şekilde güç istencine indirgenirken yaşama istemi de güç istemine çevrilir. Güç istenci varlığın sürekliliği için şarttır. [5] Hıristiyan ahlakı insanın kurtuluşunun güçlü olmaya değil, zayıf olmaya bağlı olduğunu söyleyerek insanın güç istemini hadım etmiş olur. Nietzsche bu yüzden ahlakı gayr-ı tabii bir şey olarak görür ve kilisenin bulduğu tek çarenin hadım etme olduğunu söyler. [6] Böylece toplum çökmüş ve insanlar sürü haline gelmiştir. Çünkü insandaki güç istenci yok olmayacaktır ve insan, iktidarını kendinden daha büyük bir iktidara bağlayarak hazza ulaşacak ve güç istemi iktidarla insanın arasındaki gizli bir sözleşme ile devam edecektir. Nietzsche’nin kadın doğası ile Hıristiyan ahlakını bir görmesinin temelinde de bu vardır. Doğası gereği zayıf olan kadının erkek sayesinde var olmasını, zayıflığın onaylanması olarak algıladığından Nietzsche; Hristiyanlık eleştirisinde kadın doğasını örneklem olarak almıştır.
Filmin Istırap bölümünde kadının yas evresini bir türlü atlatamaması ve tedavi süreci anlatılır. Kendi de bir psikoterapist olan erkek, karısının tedavisini üstlenir ve kadının daha önce bir yaz boyu kaldığı orman içindeki bir eve giderler. Ormanın adının “Eden”olması bir ironiden fazlası değildir. Belki sadece şunu söylemek istemiş olabilir yönetmen: Bakın sizin cennet gibi algıladığınız dünya aslında ne kadar da korkunç ve kaotik. Fakat bizi Istırap bölümünde asıl ilgilendiren kadının sürekli olarak çocuğun ölümünden kendisini sorumlu tutmasıdır. Film boyunca kocanın hiç öğrenemeyeceği ama izleyicinin filmin sonuna doğru bir flashback ile öğrendiği sır: Kadının çocuğunu düşerken görmesi ve onu kurtarmak yerine sevişmeye devam etmesi… Filmde kadının, özünde Hıristiyanlığın, genelde de insanın içine düştüğü ıstırabın temel kaynağı budur. Haz ile günah arasına sıkışan insanın ıstırabını anlatır yönetmen. Erkeğin tavrı ise oldukça kibirlidir. Her fırsatta kadına erkeğin çok zeki, akıllı ve kibirli olduğunu söyleten yönetmen, erkeğin temsili için ipuçları vermeye başlar. Güç istencini kaybeden/bulamayan kadın sadece kendisini değil, önce kocasını sonra da çocuğunu suçlayacaktır. Filmin sonunda ise tüm doğayı lanetleyen kadın, tıpkı Hıristiyanlık gibi kendi cinselliğini suçlayacaktır.
Eden’e giderken, tren yolculuğu esnasında ilk terapiyi uygular adam. Kadının doğa ile bütünleşmesini isteyen erkek kadını zihninde doğa ile bütünleştirmeyi başarır; fakat gerçek hem erkek hem de kadın için başkadır. Zihinde gerçekleşen şey gerçekte olan değil, onun sahte bir görüntüsüdür.
Her bölümün sonunda bir dilenci ile karşılaşan erkek, bunlardan ilki ile, yani ceylan ile bu bölümün sonunda karşılaşır. Ceylan açık bir şekilde Tanrı’yı temsil etmektedir ve rahminden sarkan cenin de insanoğlunu. Bu sahne Heiddeger’in insanoğlunun durumu için kullandığı “dünyayafırlatılmışlık (geworfenheit)” kavramının bir tablosu gibidir.
Bu bölüm bize bir sorunsal daha sunarak işi çetrefilli hale getirmiştir. Ölüm karşısında modern insanın ne yapacağı sorusundan, sorumlu olduğu bir ölüm karşısında –üstelik kendi hazzı için/üstelik en yakını için– ne yapacağını sordurtur; hem de Tanrı’nın bu kadar acımasız olduğu bir evrende…
Acı: Kaos Hükümdarlığı
Zihinde gerçekleşen kadın-doğa bütünleşmesi Eden’e vardıklarında gerçekleşmez; doğanın acımasızlığı ve güç istencinin varoluşun temeli olması gerçeği, ağaçtan düşen ölü bir yeni doğmuş kuşun yırtıcı bir kuş tarafından parçalanması sahnesi ile anlatılır.
Bu bölümde kadın ilginç bir şekilde normalleşir ve iyileştiğini söyler; fakat izleyicinin kafasını meşgul edecek bir aforizma atar ortaya: “Doğa şeytanın kilisesidir.” der. Nietzsche, Antichrist kitabında; “Doğa kavramı Tanrı’nın karşıt kavramı olarak ayarlanınca doğal sözcüğü günahkar anlamına gelmiştir.” der. Nietzsche’ye göre nahoş duyguların hoş duygulara ağır basması, uydurma bir dinin ve ahlakın doğmasına neden olmuştur. [7] Bu din Hıristiyanlıktan başkası değildir. Hıristiyanlığın beden ile olan mücadelesini insanı hasta yapmak olarak imleyen Nietzsche, kendisine lanetler yağdırdığı Hıristiyanlığın kökeninde doğal olana, gerçekliğe karşı iflah olmaz bir nefretin yattığını iddia eder ve Doğa’ya düşman bir Tanrı icat ettiği için Hıristiyanlığı lanetler. Lars’ın Antichrist’ı da, Doğa ile Tanrı’nın kıyasıya savaştığı bir zeminde varoluyor; kadın cinselliği üzerinde. Doğa şeytanın mabedi, kadın ise şeytanın bedenidir. Kadın cinselliği Hıristiyanlık nazarında ilk günahtan beri Şeytan’ın varoluş zemini, doğası, kendisidir. [8]
Kadının iyileşmesi ise koca bir yalan. Hasta iyileşmedi, aksine Nietzsche’nin tabiri ile hınç tahtına oturdu. Köle kendi çektiği acılardan kibirlenmeyi öğrenmiş çelişik bir yaratıktır ve kibir acıyı, acı kibri besler ve bir kısırdöngüye girer. Bölümün sonunda ikinci dilenci çıkar ortaya ve “Kaos hükmeder” der. Kölenin çelişik tavrı bir kaosu doğurmuş ve iyileşme temayülü etrafındakileri yok etmeye doğru evrilmiştir.
Umutsuzluk: Kadın Katliamı
Bölümün başında erkek, evin çatı katını keşfeder ve karısının geçen yaz burada tezi için yaptığı çalışmaları görür. Karısı ortaçağdaki kadın katliamları hakkında bir tez hazırlıyordur ama kocası, karısının notlarından bu elim durumu yerecekken desteklediğini görür. Sonra kadınla bir egzersiz daha yapar ve burada kadının “dişinin doğası” hakkındaki fikirlerini öğrenir. Kadın; “Kadın kendi bedenini yönetemez, doğa yönetir. İnsan doğası kötü olduğuna göre kadınlar da kötüdür.” diyerek kadın katliamlarını onaylar. Kadın, erkeğin penisini taşla ezip, klitorisini makasla keserek Nietzsche’nin Hıristiyanlığının sözcüsü olmaya devam etmektedir. Yeni Ahit’in “Dağda Vaiz” bölümünde Nietzsche, aşağılık bir pasaj olduğunu söyler: Cinsellik kastedilerek; “Eğer gözün sana zarar veriyorsa (seni kötü yollara sevkediyorsa) çıkar at o gözü.” dendiği rivayet edilir. [9] Kilise, kelimenin tam anlamıyla kesip kopararak tutkulara karşı savaş açıyordu. Oysa Nietzsche’ye göre tutkunun köklerine saldırmak hayatın köklerine saldırmak demektir. Kilisenin hayata karşı tutumu düşmancadır. [10] Nietzsche’nin Kitab-ı Mukaddes eleştirisinden çıkan sonuca göre Tanrı’nın ilk hatası, insanı can sıkıntısından kurtarmak için hayvanları yaratması, ikinci hatası da kadını yaratmasıdır. [11]
Avrupa kültürünün var ettiği teolojik edebiyat, kadının kafirliğini/nankörlüğünü ve hatta şeytanlığını, genelde doğanın, özelde kadın doğasının olumsuzlanmasından üretmiştir. Yani yaşamın reddinden. [12]
Duyguların bu denli reddi ve yok edilmesi neye mal olmuştur? Filmin belki de yorumlanması en zor kısmı son kısmıdır. Yani üçüncü dilencinin –karganın– zuhurundan sonra yaşanan olaylar dizisi. Anksiyetenin kadından erkeğe geçmesi ne anlama gelmektedir? Üç dilenci neden adamın peşini bırakmaz? Kadının ölmesi köle ahlakının sonunu mu müjdeler? Filmin epilog sahnesinde ne anlatılır?
Yazımın başında erkeği “modern zamanlar” olarak yorumladığımı söylemiştim. Bu film genelde kadın üzerinden yorumlandığı için filmin son kısmı açıklanamaz bir hal alır; fakat film çift taraflı okunduğu takdirde her şey çok açıktır. Erkeğin film boyunca ne yaptığı sorulduğunda Nietzsche’nin; “Tanrı öldü!” sözü de açıklığa kavuşuyor. Duyguların bu denli reddolunması akla itibarın abartılmasına yol açtı; duygusuz bir teknolojiye. [13] Yani erkeğe, kibirli olana ve zeki olana; aklın hükümranlığına. Filmin ikinci bölümünde kadın ile adamın tartıştığı bir sahnede kadın; “Kendini beğenmiş adamın tekisin. Ama sonsuza kadar böyle devam etmeyebilir. Bu hiç aklına geldi mi?” diye sorar. Burada erkeğin Nietzsche’nin Zerdüşt’ü olmadığı, dolayısı ile Deccal’in kendisi de olamayacağı çok açıktır. Erkek kanımca Hıristiyanlığın devamı olan modernitedir.
Modern çağın, din çağının bir devamı olduğunu söyleyen Nietzsche, modern devletin de fonksiyonunun hadım etmek ve insanları güçsüz duruma düşürmek olduğunu söyler. İnsanlar bu hadım edilme durumunda iki kısma ayrılırlar; efendiler ve köleler. Nietzsche’ye göre modern devletin “hukuk düzeni, bireyleri korumak için alınan liberal tedbirler, demokratik adalet ve eşitlik birer baskı araçlarıdır.” Efendi ruhluları güçlü, köle ruhluları zayıf kabul eden Nietzsche; devleti “zayıf olan çoğunluğun, azınlıkta kalan güçlüye karşı açtığı bir savaş” [14] olarak tanımlar. Modern devlet, insan mükemmeliyetine karşı amansız bir düşmanlık sergiler. [15] Nietzsche’ye göre devlet halkın afyonudur; fakat bu afyon Marx’ın iddia ettiğinin aksine ekonomik sıralamadaki üst sınıfın icadı değil, bizzat “sıradan güruhun” icadıdır. [16] Böylece güç istenci köle ahlakına sahip kitlelerin eliyle olmayan/soyut bir iktidara, devlete verilecek ve insan ölecektir. Her şeyin değerinin biçildiği sürü toplumunda bireye düşen, mevcut değerlere göre yaşamını sürdürmektir. Hiç kimse, sürü ahlakının değer yargıları karşısında kendini daha güçlü veya güçsüz göremez; yani herkes, sürü ahlakının yüklediği aynı sorumluluğu paylaşmak zorundadır. Eşitliğin bozulduğu yerde toplumsal görevler aksayacak ve sürü topluluğunun varlığı tehlikeye girecektir. [17]
Hıristiyanlığın (filmde kadının) ölümü, aklın hükümferma olduğu ve yine güç istencinin yok sayıldığı, aklın putlaştırıldığı bir çağ başlatmıştır. Filmde zekası ile övünen kibirli erkek, karısını iyileştiremediği gibi onaylamadığı ortaçağ rahipleri gibi karısını yakmıştır. Nietzsche’nin, rönesansı neden dekadanca saydığını anlamak için akıl çağında akla isyan eden varoluşçuları ve en çok da Nietzsche’yi anlamak gerekir.
Sonuç
Rönesans dönemi ile birlikte 17. ve 18. yüzyıl filozofları matematik ve fiziğin kavramları ile tabiatın doğru bir şekilde kavranabileceğini iddia etmişlerdir.“Düşünüyorum, o halde varım” diyen Descartes felsefede sağlam ve güvenilir bilgiye ulaşmanın tek şartının matematiksel bilgiyi örnek almak olduğunu söylemiştir. [18] Spinoza; Descartes’tan ilhamla ahlakı ve Tanrı bilgisini dedüktif/tümdengelimci bir yoldan geometrik yöntemle açıklamaya girişmiştir. 18. yüzyıl aydınlanma felsefesi Descartes’ın yolundan giderek insan aklını bütün değerlendirme ve davranışlarda temel referans noktası olarak kabul etmiştir. İnsanın bütün eylemlerinde aklın ölçütlerine ve kılavuzluğuna yaslanması halinde, insanın bütün dogmatik saplantılardan kurtulacağını vadeden “aydınlanma felsefesi”, insanı bütün gelenek, görenek ve dini bağlarından kopararak akıl çağını ilan etmiştir.
Aydınlanma felsefesi aklın insanlığı sürekli ilerleteceğine inanmaktadır. Sürekli ilerleme fikri pozitif bilimlerin gittikçe güç kazanması, birçok şeyin akılla izah edilmesi, laiklik kurumu ile beraber dinin toplumdan soyutlanmasını da içine alarak büyük bir kar topu gibi günden güne büyümüş ve Hegel’in materyalist yaklaşımları ile zirveye ulaşmıştır. Hegel’in nesneyi de özneyi de akli ilan etmesi Marx gibi materyalist düşünürleri de etkilemiş [19] ve sonuçta katı materyalist bir anlayış doğurmuştur. Aklın yerini artık madde almış ve akılcı düşünme yerini insani düşünmeye bırakmıştır. [20] Nitekim kocanın psikoterapist olması ve her şeyi zihinle açıklama çabası filmde, erkeğin aydınlanma çağının temsili olduğunu doğrular.
Bu akıl çağında/çağlarında akla isyan eden filozoflar da vardır. Nietzsche “İlerleme modern bir fikirdir ve hatalıdır.” [21] diyen; aklın, ilerlemenin yegane aracı olmadığını söyleyen ve modern toplumun insan varoluşuna dair bilgisizliğine ilk dikkat çeken filozoflardandır. Diyalektik anlayışı Sokrates’e kadar götüren Nietzsche, diyalektik anlayışı “ayaktakımının üste, en tepeye çıkma hevesi” [22] olarak nitelemiş, akıl çağının Hıristiyan anlayışın bir devamı olduğunu savunmuştur. Varoluşçu filozofların akılcı/ilerlemeci/materyalist anlayışa temel itirazları, akıl çağının insanın varoluşu ile ilgili eksik görüşleridir. Hıristiyan bir varoluşçu olan Kieerkegaard düşünmenin objektif değil subjektif olduğunu; insanın, düşünme eyleminin ve dolayısı ile aklın dışında olmadığını söyleyerek “Bu incelediğim değil yaşadığım, malik olduğum değil olduğum hakikattir. Hakikat bir davranış tarzı yahut bir varoluş biçimidir.” [23] der. Hegel aklı, varlığın konkre/somut özelliğinden soyutlamıştır. Kieerkegaard’a göre ise varlık karakteri itibariyle değişmez bir şekilde şahsidir. İnsanın kendisi genel anlamda insan değildir. İnsanlık fikri varoluş hareketinde bir varlığa sahip değildir. Varoluşçuluk gerçekliği/hakikati (realite değil verite) insanlık gibi soyut bir kavram yerine insan gibi –ama tek tek her birey için ayrı ayrı– somut bir varlık üzerine oturtur. Yani var olmak bir fert olmaktır. Fert de sürekli oluş halinde olan tamamlanmamış bir varlıktır. [24]
Hegelci anlayışa ve dolayısı ile çağın insan algısına ters olan bu çatışmanın kaynağı öz-töz karmaşasıdır. ‘İnsan, insani bir özden sonra gelir’ diyen 18. yüzyıl filozoflarına karşı varoluşçular, varoluşun özden önce geldiğini söylemişlerdir. Sartre; insanın önce dünyaya geldiğini, sonra şekillenip özünü ortaya koyduğunu söylemiş ve “insanın ortak doğası” diye bir şeyin olmadığını ileri sürmüştür. [25]
İster Hıristiyan olsun ister olmasın bütün varoluşçular, insan doğasının akılla izahına karşı çıkmış ve ortak bir insan doğasının mümkün olmadığından bahsetmişlerdir. Putların Alacakaranlığı kitabında aklı da tıpkı Hıristiyanlık gibi bir put olarak gören Nietzsche, akılcılığın insanın iç dünyasından yoksun, insanın gözünü körleştirici; kuru, yavan, soğuk bir hastalık biçiminden başka bir şey olmadığını söylemiştir. Akıl bir iyileştirme, ıslah etme tavrı takındığı müddetçe Nietzsche’nin gözünde insanın inisiyakları ile mücadele eden Hıristiyanlıktan başka bir şey değildir. [26] Modern çağda Tanrı’nın boyunduruğundan kurtulan insan, aklın boyunduruğu altına girmiştir.
Şimdi anksiyetenin kadından erkeğe geçişini daha kolay yorumlayabiliriz. Modern insan Hıristiyan insandan ayrı düşünülemez. Nitekim filmin Sonsöz bölümünde üç dilenci, erkeğin peşinden gider. Üç dilenciyi Yasin Yıldırım gibi Hıristiyanlığın teslis anlayışı ile –baba, oğul, kutsal ruh– okumak mümkündür. Yıldırım’a göre ceylan Tanrı’yı, tilki Hıristiyanlığı ve karga ise kutsal ruhu temsil etmektedir. [27] Erkeğin, yani kibrin/aklın/modern düşüncenin, Hıristiyanlık kurumu gibi insanları sakat bırakan değerleri beraberinde taşıdığı çok açıktır.
Filmin sonsözünde açıklanması gereken bir şey daha vardır ki; erkek ormanda karısını öldürmüş tek başına ilerlerken, mezarından kalkmış izlenimi uyandıran kadınların erkeğin peşinden gelmeleridir. Eğer erkeği akıl olarak kabul edersek, kadınları tutkularını öldürmüş –kendi kendini hadım etmiş– modern insanlar olarak okumak mümkündür. Üstelik yüzleri de yoktur yeni insanların; çünkü güç istencini kendi doğasının dışında bir şeye, yani akla emanet etmiş bir köledir yeni insan.
Filmde cevaplamamız gereken son soru ise Deccal’in kim olduğudur. Nietzsche, Deccal kitabını yazdığında kitabı “Deccal” ismi ile imzalamıştır. [28] Burada Deccal, Hıristiyan ahlakını yerle bir eden adamın kendisidir ve olumlu bir anlam içerir. Filmde ise şimdi Deccal’in kim olduğunu biliyoruz: Lars von Trier’in bizzat kendisi…
Referanslar
[1] Mehmet Açar, “Lars von Trier’den Kadın Düşmanı Bir Film” http://www.haberturk.com/yazarlar/mehmet-acar/524785-lars-von-trierden-kadin-dusmani-bir-film (08.04.2013)
[2] Dücane Cündioğlu, “Antichrist” http://yenisafak.com.tr/yazarlar/DucaneCundioglu/antichrist/18759 (08.04.2013)
[3] Nietzsche, Friedrich. Putların Alacakaranlığında, çev: Yusuf Kaplan, Külliyat Yayınları, Birinci Basım, 2008, İstanbul, s. 37
[4] Yasin Yıldırım, “Antichrist Ne Anlatıyor?”, Birikim Dergisi, sayı:258, Ekim, 2010, İstanbul, s. 88
[5] Köse, Demet. Nietzsche Felsefesi, Modernizm, Ahlak ve İmmoralizm, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, 2008, Ankara, s. 12
[6] Nietzsche, Putların Alacakaranlığında, s. 44
[7] Nietzsche, Friedrich. Deccal, çev: Oruç Aruoba, Hil Yayınları, Birinci Basım, 1986, İstanbul, s. 25
[8] Cündioğlu, Dücane. Sinema ve Felsefe, Kapı Yayınları, Birinci Basım, 2012, İstanbul, s. 70
[9] Nietzsche, Putların Alacakaranlığında, s. 43
[10] Nietzsche, Putların Alacakaranlığında, s. 44
[11] Cündioğlu, s. 72
[12] Cündioğlu, s. 75
[13] Cündioğlu, s. 75
[14] Berkowitz, Peter. Nietzsche: Bir Ahlak Karşıtının Etiği, çev: Ertürk Demirel, Ayrıntı Yayınları, 1. Basım, 2003, İstanbul, s. 125
[15] Berkowitz, s. 241
[16] Berkowitz, s. 243
[17] Köse, s. 48
[18] Dedeoğlu, Münir. Aklın İsyanı, Serüven Kitap, Birinci Basım, 2012, Ordu, s. 48
[19] Dedeoğlu, s. 55
[20] Cottingham, John. Akılcılık, Doruk Yayımcılık, Birinci Basım, 2003, İstanbul, s. 10
[21] Nietzsche, Deccal, s. 13
[22] Nietzsche, Putların Alacakaranlığında, s. 18
[23] Magill, Frank. Egzistansiyalist Felsefenin Beş Klasiği, çev: Vahap Mutal, Dergah Yayınları, İkinci Basım, 1992, İstanbul, s. 33
[24] Magill, s. 36
[25] Sartre, Jean Paul. Varoluşçuluk, çev: Asım Bezirci, Say Yayınları, 23. Baskı, 2012, İstanbul, s. 39
[26] Nietzsche, Putların Alacakaranlığında, s. 23
[27] Yıldırım, s. 92
[28] Nietzsche, Deccal, s. 106
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu. Marmara Üniversitesi iletişim Fakültesi’nde Sinema yüksek lisansını tamamladı. Sinema Kafası’nda başladığı film eleştirilerine Cineritüel sitesinin yanı sıra Dipnot Dergisi’nde film eleştirileri ve makalelerini yayınlayarak devam ediyor.
Filmin başlangıcında kaçırılmaması gereken birkaç şey var. Birincisi doğumun metaforu olarak cinsel birleşmenin yakın çekimi ve yaşam metaforu olarak su ve çamaşır makinesinin döngüsü. Ikinci olarak o yaştaki çocuklar -özellikle erkek olanlar- ebeveynlerinin cinsel birleşmelerine tanık olduklarında babanın anneye şiddey uyguladığını sanarlar. Filmdeki intihar da bu bunalımın sonucudur. Ayrıca filmi temelde Antichrist ile değil de yine Nietzscheci fakat Apollon-Dionysos bağlamında da çözümlemek mümkün. Filmin sonunda yaşanan epidemik histerinin Apollon(Erkek)’un Dionysos(Kadın)’a dönüşmesi olarak anlaşılabilir. Ayrıca yine son bölümdeki kadının erkeği kan boşaltması regle ve dolayısıyla kadın doğasına vurgu ve dönüşmenin bir belirtisidir. Yukarıda da belirtildiği gibi Apollon-erkek-rasyonalite, Dionysos-kadın-kaos durumudur. Ama bu bir diyalektik değildir. Iki karşıtlık birleşip ortaya yeni bir şey koymaz. Birbirlerine dönüşür. Ayrıca belirtilmem gereken nokta Güç Istenci ile ilgili. Nietzsche’nin Güç Istenci kitabını toplayıp bastıran ve felsefesinin tümünü bu isimle sunan kendisi değil, kız kardeşidir. Nietzsche Güç Istenci icin notlar tutmuştur fakat bundan vazgeçtiği biliniyor. Çünkü o baştan beri indirgemeci felsefeye karşıydı, kendi felsefesini de Güç’e indirgemek istemesi anlamsız olur ve kendisiyle çelişir. Güç istenci Nietzsche felsefesinin önemli kavramlarındandır ama felsefesinin kendisi değildir.
Ayrıca histerinin erkeğe geçmesini folie a deux ile de açıklamak mümkün. Aynı ortamda uzun süre kalan kişilerden -özellikle evli çiftler- birinin, ötekisinin psikolojik rahatsızlığına katılım göstermesi.
Çok güzel bir yazı.
Güzel bir inceleme olmuş, tebrikler.
Çok iyi bir analiz olmuş bravo. Filmde merak ettiğim bir yere cevap bulamadım; filmin sonunda, film tarkovski ye atfediliyor. Tarkovski nin filmdeki rolü ya da gönderme neydi acaba?
Güç istenci en muğlak olan nokta Nietzsche bu istenci kutsamis gibi gösteriliyor halbuki tam tersi olabildiğince yadirgiyor eğer seçenek varsa doğada bir hiç olmayi da isteyebiliriz
Yazı çok iyi tebrik ediyorum