- Devleti oluşturan rasyonel bireylerin insani duygularından arındırılmış olmadığı gerçeğinden hareketle sistemin istismara açık olduğu aşikardır. Devletin otoritesini kullanarak bireyler üzerinden tahakküm kurması, menfaat ve çıkar tiranlıkları oluşturması; yaşama ve mülkiyet haklarını gasp etmesi veya bireyin özgür iradesine ket vurması günümüz siyaseti için artık sıradanlaşmıştır.
Bazı kavramların içlerinin boşaltıldığı ya da bambaşka bir formda hayatına devam ettiğini söylemek mümkün. Gelişmekten, yeniliğe ayak uydurmaktan değil, sistemin çürümesinden ve çıkan kokunun bastırılması için üzerine şiddet ve korkudan oluşan bir koku sıkılmasından bahsediyorum. Toplum sözleşmesi (1) de bundan muaf değil. İngiliz düşünür ve siyaset kuramcısı Thomas Hobbes, Leviathan kavramını mutlak güç ve yetkilere sahip egemen devleti ifade etmek için kullanılır. Hobbes kitapta özelliklerini sıraladığı güçlü yöneticiyi Tanrı’nın yaratıp, “gururlu insanların kralı”(2) olarak adlandırdığı o güçlü varlığa benzettiğini, bundan kaynaklı eserine Leviathan ismini verdiğini açıklar. Her ne kadar kitabın sonunda söylevini “dünyevi ve cismani hükümet hakkında bir söylem” olarak nitelendirse de eseri sadece siyaset bilimi üzerinden okumak mümkün değil. Bunun sebebinin kitabın söyleminin yol açtığı sosyolojik ve toplumsal olayların izlerinden kaynaklandığını düşünüyorum. Andrey Zvyagintsev’in yönettiği Leviafan / Leviathan bu çıkarımlar üzerine yapısını inşa eden, mikro bir olaydan bütüne ulaşmayı başaran ve metni çok iyi yorumlayan bir film.
Hobbes kitabında hak ve özgürlüklerin koruyucusu olarak devleti merkeze koyar; ana sorgusu ise devlet olmadan birey ve toplumun var olmayacağı sorunsalıdır. Devletsiz bir toplumda kaos yüzünden düzen olmayacağını savunan Hobbes, devletin bireyin can ve mal güvenliği için gerekli olduğunu iddia eder. Oysa fiili uygulamada devleti oluşturan rasyonel bireylerin insani duygularından arındırılmış olmadığı gerçeğinden hareketle sistemin istismara açık olduğu aşikârdır. Ayrıca devlet adına gücü eline geçiren kişilerin herhangi bir zümrenin çıkarlarını kollayacaklarının da garantisi yoktur. Devletin otoritesini kullanarak bireyler üzerinde tahakküm kurması, menfaat ve çıkar tiranlıkları oluşturması, yaşama ve mülkiyet haklarını gasp etmesi veya bireyin özgür iradesine ket vurması günümüz siyaseti için artık sıradanlaşmıştır. Zvyagintsev kendi halinde yaşayan bir çekirdek ailenin evlerini istimlâk ederek araziyi kendi istekleri doğrultusunda kullanmak isteyen belediye başkanı üzerinden bu eylemlerin hepsini mikro ölçüde izleyicisine gösterir. Zaten yönetmenin amacı kan dondurmaktan çok, eylemlerin sıradanlığını vurgulamak, gündelik hayattaki bilinirliği vasıtasıyla izleyicide tiksinme uyandırmaktır.
Filmin merkezinde olan Kolia, ailesinden kalan evi yıllar içerisinde yaşanır hale getirmiş, genç ve güzel eşi Lilya ve ergenlik çağındaki oğlu Romka ile hayatını sürdürmektedir. Evlerinin içindeki mülk oldukça değerlidir ve belediye başkanı Vadim, konumunu kullanarak araziyi istimlak etmeyi amaçlamaktadır. Dava sürecinde Kolia’nın yardımcısı ve avukatı ise şehirden gelen askerlik arkadaşı Dmitry’dir. Avukatın elinde Vadim’i köşeye sıkıştıracak belgeler bulunmaktadır.
Şiddet, Erk ve Bürokrasi
Hobbes, Leviathan’da “Hiçbir devletin, Leviathan’ın bile başaramayacağı tek şey insanları ölmeye ve öldürmeye razı etmektir” tespitinde bulunmuştur. Ancak bu söylemi günümüze taşıdığımızda aradan geçen onca zaman içerisinde ekonomik, siyasi ve kültürel bir değişimle birlikte söylem de farklılaşmıştır. Şiddet bu süreçte değişime uğrayan -hatta tanınmayacak hale gelen- bir olgudur. Silahlanmanın bireysellikten çok merkezi sistemin bir yapı taşı haline gelmesi, bunun da halkı korunmak için bir gereklilik olduğu tezi günümüz toplumlarının kabul ettiği bir kavramdır. Bu adaptasyonun bir ayağı olan senatolardan, meclislerden geçen savaş tezkereleri, söylemin paketinin sahteliğini cilalayan bir ambalajdan fazlası değildir. Vadim’in belediye meclisinden geçirdiği o küçük istimlâk kararı ile savaş kararı arasında teorik olarak bir fark yoktur; ikisi de çapı kadar yıkıcı hasar verir.
Sistemin şiddeti geniş ve dar platformda dönüştürme becerisi iki açıdan önem arz eder: Geniş planda, egemen toplumun yöneticisine tehdit oluşturulabilecek sınıf yine devletin organları vasıtasıyla susturulur. Kolia’nın evine gelen ve onu tehdit eden belediye başkanını şikâyet etme çabası, kendisinin hapse düşmesiyle sonuçlanır. Keza avukatın elindeki belgeler de sindirilmeyle işlevselliğini yitirmiştir. Bu noktada kolkola çalışan bürokrasi ve kolluk güçlerinin mutlak güce hizmet eden silahlardan farkı yoktur. Gözden kaçmaması gereken, bu kuvvetlerin iktidara eklemlenip fırsatı ele geçirince Leviathan’a dönüşme potansiyelleridir. Dar planda ise, sistemin erk kavramını aileye entegre etmesiyle oluşan sakat erillik aile içi şiddete yol açacaktır. Bunun günümüz için sıradanlaştığı ve her ihtimalde bir öfke patlaması şeklinde dışa vurulduğunu söylemek gerekir. Kolia’nın başını yakan da yaşadığı öfke patlaması değil, böyle bir olasılığın sıradanlaşması ve en yakın arkadaşlarının bunu düşünmesidir. İzleyici, Kolia’nın karısını öldürme ihtimalini film içinde hiç düşünmemiştir; ancak bir söze takılarak bunu kafasında düşünmeye başlaması zedelenen güven duygusunun kanıtı, değişime uğrayan şiddetin bir yansımasıdır. Şiddetin sadece ekonomik ya da ontolojik gerekçelerle açıklanamayacak kadar geniş katmanlı ve devlet tarafından öğretilebilir bir kavram olduğu unutulmamalıdır.
İşin ilginç yönü bu sarmal sistemin, yapıyı korumak için yozlaşmış olması gerekliliğidir. Yozlaşmanın var olması için bir anlamda tek mutlak çıkıştır. Düşünce sistematiği olarak insan güvenliğini temeline almış totaliter bir sav olan toplum sözleşmesi nasıl biat kültürünün esiri haline dönüşmüştür? Burada bir parantez açalım: Tarih öncesi insanların çoğu, kişisel olmayan kurumsal ilişkiler geliştirmemişlerdir. Akraba olarak kalmış ve sahip oldukları her şeyi ve edindikleri deneyimleri paylaşmaya devam etmişlerdir. Meşhur “ihtiyaç fazlası ürün”e gelince, ihtiyaç fazlası Leviathan’ı ortaya çıkarmamıştır; tam tersine ihtiyaç fazlasını ortaya çıkaran Leviathan’dır. Fredy Perlman, insan topluluklarının bu ihtiyaç fazlasına ancak kurtların olduğu kadar ihtiyacı olduğunu söyler. (3) Vahşilikten barbarlığa geçiş sürecinin en önemli ayağı “maddi koşullar” ya da tam adıyla “üretim güçlerinin gelişim düzeyi” Leviathan’ı besleyen kurbanlar, Cuma’yı köleleştiren Robinson’lar yaratmıştır. Leviathan özünde egemen olanı ifade eder. Egemen güç paylaşımında bulunmaz, biat etmek bireyler için var olmanın tek yoludur. Avukat Dmitry somut delillerle elinin güçlü olmasına rağmen biat kültürü yüzünden hayatta kalmıştır. Başa dönüp toplum sözleşmesinden devam edersek, “yasa” burada belirgin unsur olarak göze çarpar. Özgürlük bireyin biat etmesi ve sistemi tehdit etmemesi ile mümkündür.
Leviathan despotik bir yönetimi yüceltir; devlet kaosun tam da kendisine dönüşmüş durumdadır. Dmitry’nin Vadim’e belgeleri gösterdikten sonra Vadim’in tepkisine bakmakta fayda var: İlk önce erk’in başı olarak danışmanlarına kızar. Sistemin içine giren virüs temizlenmemiştir; daha sonra da korkuya sürüklenir. Danışmanlarının “paranoya yaşıyorsun” söyleminin altı boştur: İktidar paranoya yaşamaz; sadece korkar. Vadim’in korkusu ise yerini kaybetmekten ibarettir; çünkü bilir ki biat ettiği sistem onu hiç düşünmeden saf dışı bırakabilir. Erk’in faili meçhul cinayetlere kadar sürüklendiği bu korku, statünün korunması ve iktidarın verdiği hazla doğru orantılıdır. Korku pis olan mazisinin kokusundan ibarettir.
“Sanırım Bir Canavar Yarattım” (4)
Hobbes’in Leviathan’ına baktığımızda, çokça benzetildiği Machiavelli’nin Il Principe -Prens- eserinden farklı olduğunu görürüz. Machiavelli’nin öncü olduğu ulus devlet anlayışı ve milli pazarlar Hobbes düşünce sistematiğinde yer bulmamıştır. Hristiyan devlet üzerine yoğunlaşan Hobbes, kutsal metinlerden yola çıkarak mahiyet ve kapsayıcılık açısından farklılaşmıştır. “Peygamber tarafından iletilen Tanrı’nın sözü, Hristiyan politikasının temel ilkesidir.” Yani yönetimin özünde Tanrı’nın kurallarının hâkim ve geçerli olmasının gerekliği ana kuraldır. Peki, bu durumda yasanın laik temellerini ne noktada değerlendireceğiz? Öncelikle Hobbes’un kilisenin bazı ritüellerini eleştirmesi, iktidarı egemene bırakma isteğinin sonucudur. Ancak filmde de açıkça gördüğümüz üzere devletin iktidar etme arzusunun bireyin işin içine girmesiyle kontrolden çıkması, iktidar etmenin tanrı katından devlet katına inmesini sağlamıştır. Zvyagintsev’in bunu çok iyi tahlil ettiğini ve özellikle kilise üzerinden filmde buna yer verdiğini görmekteyiz. Papaz ile Vadim’in konuşmasında, papazın “Tanrı’nın iktidar edenin yanında olduğu”nu söylemesi, mekanizmanın biat kültüründen beslendiğinin bir kanıtıdır.
Gnostikler dünyayı zincire vuran canavarlara kafa tutmak için karşı-canavar hazırlamaya yönelik her türlü girişime itiraz ederler. Oysa Leviathan tersi bakış açısını kutsar; ona güç verir, destek olur. Leviathan’ın aşılamak istediği ”insan insanın kurdudur” söylemidir; ne de olsa kendisi karanlıktan beslenen bir canavardır; aldanmamak gerekir.
1) Toplum Sözleşmesi: Bireylerin karşılıklı uzlaşması; bazı kurallara uymak üzerinde anlaşma ve birbirlerini şiddet, sahtekârlık veya dikkatsizlikten korumak için birleştiği varsayılan bir kavramdır. İnsanlar arasındaki kullanımı ise insanların bir devlete ya da otoriteye bağımsızlıklarının bir kısmından hukukun üstünlüğü anlayışı ile vazgeçmeleridir.
2) Leviathan YKY
3) Fredy Perlman, Er-Tarih’e Karşı, Kaos Yayınları.
4) Mary Shelley, Frankenstein

İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.