- "Hayat Var", yetişkinlerin dünyasında var olmaya çalışan bir çocuğun hikayesidir. Ahlaki değerlerin iki yüzlülüğü içerisinde Hayat’ın, hayata karşı tek başına duruşunu ele alır. Reha Erdem’in filmlerinde sıklıkla kullandığı olgun bedenlerin yetişme sancılarına Hayat’ın olgunlaşmaya başlayan bedeni de eklenmiştir. Erdem, film içerisinde vurguladığı her kare ile izleyiciyi Hayat’ın yaşamına ortak etmeye çalışırken bir taraftan da gerçek yaşamdan kesitler ile izleyiciye ayna tutmayı hedeflemiştir.
Geleneksel sinema söyleminin ataerkil olduğunu savunan Christine Gledhill, sinemadaki kadın göstergesinin erkin hayal ettiklerinden ibaret olduğunu söyler. İlk anne karnına düştüğünden beri birey, cinsel organına göre sınıflandırılır ve doğumuyla birlikte ait olduğu toplumun cinsiyetçi baskılarına maruz kalır. Bu baskı göz önüne alındığında ise kadın her zaman erkin iktidarlığının ötekisidir.
Reha Erdem’in “Hayat Var” filmi ötekileştirilen, cinsel bir obje olarak görülen kız çocukların, kadınlığa geçişini ve toplumun kadın üzerindeki hâkimiyetine odaklanmaktadır. Hayat karakterinin, hayat içerisindeki tutunma çabası ve varoluşu, Freud’un yaklaşımına göre oedipus kompleksi açısından incelendiğinde, kaçakçı babası ve yatalak dedesi ile yaşadığı çekirdek ailesindeki her tür ilişkinin gelişimine etki ettiği söylenebilir. Hayat’ın cinsel gelişim yönünden ödipal aşamasında cinsel kimliğinin oluştuğu gözlenmektedir.
“Hayat Var”, yetişkinlerin dünyasında var olmaya çalışan bir çocuğun hikâyesidir. Ahlaki değerlerin ikiyüzlülüğü içerisinde Hayat’ın, hayata karşı tek başına duruşunu ele alır. Reha Erdem’in filmlerinde sıklıkla kullandığı olgun bedenlerin yetişme sancılarına Hayat’ın olgunlaşmaya başlayan bedeni de eklenmiştir. Erdem, film içerisinde vurguladığı her kare ile izleyiciyi Hayat’ın yaşamına ortak etmeye çalışırken bir taraftan da gerçek yaşamdan kesitler ile izleyiciye ayna tutmayı hedeflemiştir. Erdem’in amacı, izleyiciyi izledikleriyle rahatsız etmektir. Bunu, filmin her saniyesinde anlamak mümkündür: Hayat’ın hayata mırıltısı, dedenin bitmek bilmez öksürükleri, acı içerisinde gerçekleşen lunapark sahnesi, sürekli çalan arabesk müzik…
İstanbul boğazını gören evlerinde, babası ve dedesiyle yaşar Hayat. Boğazın ayırdığı hayatlardandır onunki. İyi ve kötünün kırılan parçasında yaşamaya mahkûm edilmiştir adeta. Boğaz güzeldir; adeta madalyonun parlayan yüzü gibidir. Hayat, madalyonun arka yüzünden nasiplenenlerden olmuştur. Yine de umudu vardır acımasız dünyasında; umudu belki de kırmızı rujudur, umudu belki de kıyamadığı saçlarıdır.
Hayat Var’da zaman ve mekân kavramı yoktur. İstanbul boğazını gördüğümüzden, İstanbul’da bir yerlerde olduğumuzu anlarız sadece. Reha Erdem’in zamana vurgu yapmak istemediği, her hangi bir zaman olarak göstermeyi tercih ettiği anlaşılmaktadır. Bu durum, filmin konusuna odaklanmayı sağlamış ve zamanın her alanında Hayat’ın öyküsünün yaşandığını belirtmek istemiştir.
Hayat Sadece Çocuktu!
Hayat, büyük bir çocuktur; çocukluğu ile ergenliği arasında sıkışmış bir çocuktur. Ona seks objesi gözüyle bakan bakkala rağmen Hayat çocuktur. “Sen ne kadar büyümüşsün böyle” laflarına rağmen o daha 14 yaşında bir çocuktur. Annesi tarafından ilgi görmeyen, babasının kaçakçılık işlerinin gölgesinde, hasta ve yatalak dedesiyle büyüyen bir çocuktur. Olgun ruhunda çocuksu hayaller var olsa da aslında o da çevrenin bakışları altında çocukluğunu yaşamadan kadınlığa terfi etmeye mahkûm edilmiş bir çocuktur.
Hayat, film boyunca neredeyse hiç konuşmaz, çok az diyaloguna şahit oluruz. Hayat’ın hüküm süren bunalımlı duruşu, boğazın ayırdığı hayatlar gibidir; arada kalmışlığı ve şehrin kenarına itilmişliği, şehrin canlı hayatlarının tersine bir hayatı temsil etmektedir. Hayat için kadınlık, rol model arayışlarıdır. Annesi dışındaki tüm kadınlar seks işçisidir ve erkin iktidarında yaşamı normatif kılan bir yaşam sürerler. Kadın olmak ve erkek olmak Hayat Var’da yapay bir süreç olarak sunulur ve bu sunum insan bedeni ile tarif edilir. Toplumsal cinsiyet üzerinden ise topluma dayatılan bir olgudur.
Reha Erdem, Hayat’ın öyküsü ile insan olmanın en derin duygularını izleyiciye aktarmayı tercih etmiş. Seyirciye sunduğu görsellik, izleyiciyi rahatsız etmekte ve yanlışa ortak olmasını sağlamaktadır. Hayat’ın çocuk bedeninin bilmediklerini ise hayat ona tıpkı annesinin ilk kez adet olan kızına attığı tokat gibi gerçekçi bir biçimde anlatır. İlk kez adet görmenin yarattığı korku ve heyecan ile şefkat dolu anne kucağı beklerken, onun yerine “artık kadın oldun” diye tokat atan anne figürüdür gerçekçilik. Kadınlara ait yaşanan periyodik bir duruma adım atmak, kusur ve utanç sembolü olarak çıkar karşımıza. Çünkü Hayat artık resmi olarak büyümüş, çocuk bedeni bir kan ile kadınlığa terfi etmiştir. Onun için korkulacak şey ‘başımıza bela olması’dır. Öğretilmeden dikte edilmiş toplum düzeninde masumiyetinin ölçülmemesidir. Hayat’ın yüzüne tokat yediği kadınlık utanılacak, suçluluk duyulacak bir şey olarak kalır.
Hayat’ın körpe bedenine sahip olmak isteyenler vardır. Bedenine cinsiyetçi tavrını dokunarak tatmin olmayı umanlar vardır. Mahallenin bakkalının göremediği çocuk bedene sahip olması gibi. Bakkalın tacizinin ardından tecavüzünü de yaşar Hayat. Etrafındaki seks işçiliği yapan kadınların yaptıkları işten bir bedel almaları gibi Hayat da yaşadığı tacizlerin bedeli olarak abur cubur alır. Çünkü o daha çocuktur ve ona kadın olduğunu hatırlatarak tokat atan annesi yoktur yanında. Bir küçük kadını ancak başka ‘çocuk olamamış’ kadınlar anlar der gibi, Hayat’a da mahallenin hayat kadını sahip çıkar; belki de bakkaldan kendi yaşadıklarının da intikamını alırcasına camını kırar. Hayat’ın kadınlık intikamı kırılan cam olur. Fakat erkin egemenliği o kadar hâkimdir ki, kırılan cam metaforu yenisinin takılmasıyla düzeltilir.
Erk, kadın bedeni üzerinde her söze hâkimdir. Onun büyüdüğüne de erk karar verir, evlenmesine de, yürümesine de, oturmasına da… Hayat’a filmin başından beri sürekli ne yapması gerektiğini söyleyen bir erk baskısı vardır ya da aslında ne olduğuna dair. Erkek bedenler “aslanım, büyüyünce çok canlar yakacak” şeklinde övgülere tabi tutulurken, kadın bedenler ise sadece hâkimiyet alanı olarak görülerek erkeğin kendini söz sahibi olarak gördüğü iktidar alanı olarak kabul edilir. Erkeğin iktidarı arttıkça cinsel arzusu pekişir. Bu durum ise her bedene sahip olabilme, her alana girebilme egosunu doğurur.
Lise eğitimine başladığından beri Gazetecilik ve Radyo-Televizyon ve Sinema okumaktadır. Doktora eğitimini de bu alanda yapmaya devam etmeyi planlıyor. Çalışma hayatına gazetecilikle başlayıp sinemayı da beraberinde devam ettirmiştir. 8 yıl Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde ve sinema filmlerinde reji asistanı olarak çalıştı. Çektiği kısa metraj filmler pek çok festivalin yarışma bölümünde yer alıp gösterimleri gerçekleştirildi. Bu festivallerden ödülleri de bulunmaktadır. Kendi blogunda yazdığı yazıların ardından kurulduğundan beri Cineritüel’de sinema üzerine yazmaya devam etmektedir. Uzmanlık alanı Türkiye Sineması olup, absürtlük ve komedi favori dallarıdır.