İnsan ya kendi yetkinlikleriyle ya da başkaları ile kendini kıyaslayarak kendine bir değer biçer.(*) Kişinin kendi koyduğu yetkinlik idealine ulaşması, insanın sonsuz hırslarını göze aldığımızda ulaşılması oldukça zordur. Çünkü insan yapısı gereği hep daha fazlasını istemektedir. Oysa ki daha alt seviyedeki biriyle kendisini kıyaslamak hem egosunu besleyecek bir damar, hem de haz ile sonuçlanmaktadır. Sonuçta kazançlı çıkan taraf kendisidir. Ancak işin içine aile girdiğinde ilişkiler daha gri bir alana taşınır. Türlü tabularla korunan aile kavramı içinde yaşanan kıskançlık, bireylerin özyıkımına sebep olacak kadar güçlüdür ancak bunu konuşmak mümkün değildir. Diğer bir değişle aile bireyleri arasındaki kıskançlık da tabudur, konuşulamaz!
Catherine Breillat’ın filmi A ma Soeur (Fat Girl / Kızkardeşim) iki kız kardeşin fiziksel farkındalıklarının üst düzeyde olduğu bir dönemde cinsellik keşifleri ve kendi içlerindeki rekabeti gözler önüne serer. Sinemada cinselliğin özgür kullanımından yana olan Breillat filmin ana hattı olarak genç ve güzel Elena (15) ile tombul ve meraklı Anais’in (12) birbirlerine duyduğu sevgi nefret ilişkisini seçer. Elena’nın uyanan cinselliği, güzelliği ile birleşince O’nu karşı konulmaz bir nesneye çevirir. Karşısında ise yakışıklı, zengin bir İtalyan vardır. Tüm bu idealize edilmiş güzelliklerin yanında ancak onlardan çok uzakta ise Anais yer almaktadır.
Kant’ın yukarıdaki önermesinden devam edersek; başkalarının yetkinliklerine ulaşmak için iki yöntem mevcuttur. Ya başkalarındaki yetkinlikleri kendisinin de kazanması ya da diğerininkini azaltmaya çalışmak. Bu açıdan bakıldığında Anais tam olarak bunu yapmaya yeltenir. Elde edemeyeceği hazza karşılık kardeşini kendi inanmadığı öğretilmiş bir tabu (bekaret) yüzünden değersizleştirmeye çalışır. Anais için bekaret, kişisel hatalarından kendini korumak için bir kaçış yoludur. Kendisini sevdiği kişiye saklama fikri öğretilmiş bir doğmadan ibarettir. Oysa havuzda direklerle yaşadığı dramatik öpüşme sahnesinde bile tek eşli olamaz. Bu durumda Anais’in Elena’yı açıkça kıskandığı ve onun yerinde olmak istediği sonucuna varabiliriz. Ancak Breillat filmi bekaret sorgulamasının ötesine taşır. Aile içinde kurulamayan bağ ve kıskançlık, bastırılmış cinsellikle birleşince her ne kadar fiziksel olmasa da şiddetin dozunu arttırır. Bu açıdan filmin sonunda yer alan vahşet sahnesi filmin akışına ters düşmez. Sadece bu kez şiddet görülebilir hale gelmiştir.
İdealize edilen bedenler
Güzellik ile cinsellik arasında çok da tanımlanamayan ancak organik bir bağ olduğunu düşünüyorum. Aslında bunu cinsel çekicilik olarak adlandırmak daha doğru olmasına rağmen, toplumsal baskılar yüzünden günümüz toplumu cinselliği farklı adlarla (aşk, sevgi, evlilik) tanımlamak zorunda kalmıştır. Sadece heteroseksüel bir temaya sıkışmış olması da sorunun bir diğer boyutudur. Oysa ki cinsel hazzın dışa vurumu 21. yüzyılının en büyük devrimlerinden biridir. Breillat’ın diğer filmleriyle bir düşündüğümüzde üzerine gittiği temalardan biri de cinselliğin en yalın halini ortaya koymaktır. Yönetmenin seksi olağan bir olgu olarak tanımlaması kadar yer yer kadın ya da erkek bedenlerini arzu nesnesi olarak göstermesi de manidardır. Fat Girl’de 25 dk süren ve anal seks ile sonuçlanan cinsel birleşme öncesi diyaloglar oldukça yalın olması dışında kadının cinsel ilişki sırasındaki pozisyonunu gözler önüne serer: Güzel bir bedenden öte değildir. Tekrar başa dönersek, Brieillat’a göre güzellik seks anında bir işe yaramaz sadece cinsel çekim için kullanılır. Bu öğretilmiş doğruların tersidir. Elena’nın bedeninin cezbedici olduğu nasıl öğretildi ise, Anais’in bedeninin itici olduğu da öğretilmiştir. Oysa ki güzelliğin tanımı değişkendir. “Bir kadının asla çok sıska ve çok zengin olamayacağını”(**) söyleyen Windsor Düşeşi’nin günümüz sıradan mankenlerinin bir deri bir kemik görüntüsü karşısında dehşete düşmesi gerekirdi. Oysa ki güzellik de değişkendir. Bu açıdan bakıldığında kadının bedeninin bir arzu nesnesi dışında işlevi olmadığı (ki bu bir erkek de olabilir) düşüncesi tehlikelidir.
Brieillat iki kız kardeşi de iğfal ederken bir sebep sonuç ilişkisi kurmaz. İster kendi isteğiyle isterse tecavüz sonucunda kızlığını kaybetmesi toplum için bir sonuçtan öte değildir. Daha net ifadeyle kapalı toplumlar bekaret kavramını düşünürken eylemin tek boyutunu değerlendirirler: Bekaretin olup olmadığı. Bekaretin çağrıştırdığı saflık erkek için bir ödül nesnesine dönüşmüştür. Brieillat buna şiddetle karşı çıkar. O’nun için seks konuşulmayarak abartılmış bir fantezi nesnesine dönüşmüştür. Bu açıdan her ne kadar erekte bir cinsel organ ve birleşme göstermekten çekinmese de, filmdeki ikinci sevişme sahnesi oldukça yalın ama açıktır. İzleyicide cinsel bir çağrışım yapmaz, hatta acemi ve sakil durmaktadır. Zaten bir süre sonra kamera onları izleyen Anais’e döner. Ancak Anais izlemekten kendini alıkoyamaz, hepimiz gibi.
(*) Immanuel Kant, Ethica
(**) Matt Ridley, Kızıl Kraliçe

İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.