Yozgat Blues (2013): Şehrin Yalnızlığı, Taşranın Çekingenliği

Yozgat Blues (2013): Şehrin Yalnızlığı, Taşranın Çekingenliği

Share Button

Bolca “Yerli Film” kokan bir haftaya giriyoruz. Sinema salonları bu hafta 5 yerli filme daha kapılarını açıyor. Türk sineması adına durumun iyi olup olmaması ise seyircinin tepkileri ve filmlerin kalitesi ile belli olacak.

Vizyona giren yerli yapımlardan olan Mahmut Fazıl Coşkun’un ikinci uzun metraj filmi “Yozgat Blues” ise haftanın en dikkat çeken yapımı. Film, katıldığı festivallerden “En İyi Film” başta olmak üzere pek çok önemli ödülü kapmayı başardı. Genelde ödüllü filmlerin yaşadığı bahtsızlıktan “gişe hüsranı”ndan farklı bir yapım olması nedeniyle sıyrılacağına inanıyorum.

Film, İstanbul’da belediyenin açtığı müzik kursundan öğrencisi olan Neşe ile Yozgat’ta bir gece kulübünde çalışmak üzere yola koyulan, Fransızca şarkılar söyleyen Yavuz’un hikâyesini anlatmaktır. Filmi izlediğimiz de aslında filmin tam anlamıyla Yavuz’un hikâyesi olmadığı da söylenebilir. Çünkü filmde Neşe ile gizli bir kadın melankolisine de değinilmekte. Yavuz’la yolları kesişen Neşe’nin hayatının seyri de aslında filmin önemli noktaları arasındadır.

Yavuz, müzisyenlikte bir yere gelememiş, ama yine de müzikten kopmayıp ona tutunmaya çalışan bir adam, Neşe ise kurs aracılığıyla Yavuz’a tutunan biri. İkisi de idealleri, hayalleri ve yapabileceklerinden ötesi değiller. İstanbul’un varoşlarından kopup Yozgat’a gelmeleriyle aslında hayatlarında büyük değişiklikler yaşanmamıştır. Yavuz, her çıktığı programda Fransızca şarkısını söyler, bizlere tutucu ve kalıpları içinde yaşayan biri olarak tasvir edilir; Neşe, Yavuz’la çalışmanın yanı sıra Kamil ile de farklı işlere imza atarak, farklılıkların peşinde olan biri olarak sunulur.

Yozgat Blues, klasik taşra hikâyelerinden apayrı bir yerde. Taşra olan ama taşrayı anlatmayan bir hikâye. Bu sebeple, filmi izlerken kendinizi İstanbul’un varoşlarında çekildiği izlenimine bile kaptırabilirsiniz. Bu durum, hikâyenin anlatımında izleyicinin olaya odaklanması ve konudan uzaklaşmaması konusunda oldukça başarılı yürütülmüş. Filmi izlerken Yozgat’a dair izlere rastlanmıyor. Genelde, kapalı pasajlar ve gece kulübü mekan olarak tercih edilmiş. İstanbul’dan Yozgat’a gelişleri belki de Yozgat’ın unutulmuş, tenhada kalan yapısıyla özdeşleştirilebilir ve kaçışın şehirsel sunumu olduğu söylenebilir. Ayrıca, hava şartlarına bağlı olarak depresif bir görünüm yaratılmaya çalışılan filmde başarılı mizah öğeleri de (yer yer kara mizah) yer almakta. Böylece film izleyiciyi sıkmadan ve akabinde kaybetmeden sunumunu gerçekleştiriyor.

Filmde taşra kavramı metafor olarak kullanılmış. Taşranın küçüklüğünü insanların hayalleri olarak okursak, hem oradan kurtulmak isteyen ama oradan çıkınca da boğulacağını düşünen insanların mevcudiyetini görürüz. Tutunabildikleri ve hayallerini gerçekleştirebildikleri yere kadar taşra, insanların ana kucağı olarak var olmakta. Ne zaman büyümek için ilk adım atılsa o da zincirlerini kırıp şehre gitmektir. Yavuz da büyümek istemeyenlerden. Yavuz’un hayata tutunma kaygısı mevcut. Aynı Fransızca şarkıyı söylemek, aynı kostümü giymek bunlara örnek olabilir. Yavuz aynı zamanda şehrin yalnızlık, taşranın da çekingenlik tarafıdır.

Ercan Kesal, oyunculuğu ile alkışları toplarken bana göre diğer alkışlar da Nadir Sarıbacak’a gidebilir. Sarıbacak, Kamil karakterine öyle güzel hayat vermiş ki etrafımızdaki “Kamilleri” görür olmuşuz bir anda.

Yozgat Blues seyirciyi saran, sıcak, oyunculuklarla göz dolduran, hikâyeden uzaklaştırmadan, sıkmadan, doğal yollarla derdini anlatan, içine kaçmış mizah duygusunu izleyicinin gözüne batırmadan ve bel altı vurmadan anlatmak istediklerini sunan bir yapım. Sinemalara gelmişken, hafta sonu da kapıdan bakarken izleme fırsatını kaçırmayın.

twitter.com/demetozturk

, , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir