İnsan ruhunun açmazları, çatışmaları, bugünün içinde sakladığı! gelecek zaman, cinsel dürtüler, hırslar, şiddet bağımlılığı ve bu olguların sınırsızlığı.. Bunlar birbirinden çok ayrıksı ve karmakarışık konular. J.G. Ballard’ın aynı isimli kült romanından uyarlanmış 1996 yapımı, Kanadalı senarist ve yönetmen David Cronenberg’in Crash (Çarpışma) filmi de bende bu karmakarışık duyguların uyanmasına neden oldu. Sinemanın, izleyiciyi yorması (yormaktan kastım üzerinde düşünme durumu ve sezdiren eğretileme) gerektiği fikrine sahip olmama rağmen filmi izlerken de, yorumlarken de fazlasıyla zorlandığımı en baştan belirteyim. Bu yüzden izlemek isteyenlerin, fiziksel ve psikolojik anlamda onları sarsacak bir filmle karşı karşıya kalacaklarını bilmelerini isterim.
David Cronenberg, aykırı ve özgün bir yönetmen olarak sinema tarihinde adından söz ettirir. İnandığı felsefeleri, pek alışkın olunmayan yöntemlerle anlatmayı yeğler. Hemen her filminde olduğu gibi Crash filmiyle de adından olumlu-olumsuz bahsettirmeyi başarmayı bilmiştir. 1996 yılında Cannes Film Festivali’nde birçok tartışma yaratmasının yanında Jüri Özel Ödülü’nü almıştır film.
Filmde, Ballard (James Spader) yaşadığı bir trafik kazası sonrasında, sokakta kaza şovları yapan ve bir oto-fetişisti gibi görünen Vaughan (Elias Koteas) ile tanışması sonucu farklı bir heyecana ilgi duyduğunu fark eder ve tuhaf bir yeraltı kültürüne eklemlenir. Psikopatolojiye dikkat çekmek isteyen Vaughan, ‘insan bedeninin modern teknolojiyle yeniden şekillenmesi’ adını verdiği projesinde gündelik hayatımızın vazgeçilmezlerinden olan arabaları, erotizm ve teknolojinin buluşma yeri olarak kullanıyor. Erotizm üzerine üretilen düşünceler, onun insana ilişkin olduğu noktasında birleşirler. Bu düşüncelere göre cinsellik doğal ise, erotizm insani bir davranıştır ve beden ancak öteki bir bedende tatmin olur. Fakat burada bu durum alaşağı edilmiştir. Ballard’ın tanıştığı dünyada, hazlarını kaybetmiş insanlar bambaşka bir arzu yaratımına gitmişlerdir ve onlar için arabalar, trafik, modifiye insanlar cinsel istek yaratma aracına dönüşmüştür. Buradaki karakterler araba kazalarıyla, kazanın olduğu sıradaki heyecan-tehlike arasındaki bağlantıyla cinsel tatmine ulaşmaya çabalayan kişilerdir. Arabaların planlanmış kazalarının yarattığı heyecan insanların cinsel hazları ile eklektik bir yapı arz etmektedir. Çarpışma, sadece geleceği doymak bilmeden yutmaya çalışan bugünün dünyasını değil, gelecek yüzyılın eğilimleri üzerine de açılımlar yapan bir film. Modern teknolojinin insanın içinde uyuyan psikopatolojiyi nasıl uyandırabileceğini, seksle teknoloji arasındaki çarpıcı birlikteliğin dehşetli yanlarını sert bir tavırla gösteriyor. Böylece, içimizde var olan ve farkında olmadığımız duygu, düşünce ve davranışlarımızdaki sorunlu bir durumun varlığını ortaya çıkarıyor: Arzuyu üretip çarçabuk tüketen ve farklı arzu nesnesi üretimine amaç duyan sorunlu durumları.
Sinemayı güçlü kılan öğelerden bir tanesi de sezdiren metafor. Bu kullanım tarzı sinemaya, her şeyi izleyiciye sunan bir ifade şeklinden daha çok hizmet eder. Burada da arabalar ve çarpışmalar simgesel düzeyde ele alınmaktadır. Gündelik hayatımızın vazgeçilmezlerinden olan arabalar, hem sonsuz fantezilerin yaşandığı bir cinsellik mekânı hem de çarpışmaların ifade ettiği cinsel göndermelerin yer aldığı seksüel birer objedir. Bu durumla ilgili filmin uyarlandığı romanın yazarı Ballard, arabayı yalnızca cinsel bir imge olarak değil, kişinin bugünkü toplumdaki yerini gösteren bütünlüklü bir eğretileme olarak kullandığını söylemiştir. Pek çok anlam yüklenen arabaların çarpışmaları ise zaten özünde şiddet içerdiği varsayılan cinselliği tetikleyen birer haz dürtüsü olarak simgeleşir.
Yaşamın kendisi bir kurgu olarak biçimlenirken, senaristin-yönetmenin, yetkesinin ya da dilediğince davranma özgürlüğünün çok da sınırlanmadığı kanısındayım. Bu özgürlük hakkını sonuna kadar kullanan Cronenberg bu hikâyeyi, sınırlarını çizmeden ve kalıba sığdırmadan anlatmayı başarabilmiştir. Çarpışma filmi, aşırı olan bir durumun aşırı bir araç kullanılarak sunumudur. Ayrıca filmin politik bir alt metni de vardır o da insanların ısrarcı bir şekilde birbirlerini kullanması ve sınırsız bir biçimde sömürülmesidir.
En başta da söylediğim gibi Vaughan’ın ses tınısından, konuşma biçiminden tutun da kaza şovlarının yapılmasına kadar bu filmde çoğu sekans inanılmaz yordu beni. Kusursuz kurgusunun pozitif etkilerinden söz etmek ne kadar mümkünse rahatsız edici sahnelerin aşırılığı filmde yer yer bir dikkat dağılımına neden oluyor. Bu gibi olumsuz etkenlerin var oluşu tabii ki filmi kötü ya da vasat yapmaya yetmez. Kurgusu, imgesel anlatımıyla asla kaçırılmaması gereken bir yapım. İzledikten sonra kaza yapmış ve oturduğunuz yere çivilenmiş etkisi bırakacağı ise aşikâr.
Konuk Yazar: Zehra KURT
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.