Yeniden Yaratım Olarak Senaryo (2. Bölüm)

Yeniden Yaratım Olarak Senaryo (2. Bölüm)

Share Button

Hikayeyi Yeniden Yaratmak

Uzun Hikaye

Uzun Hikaye; Bulgaristan’daki komünist rejimden dedesi ile kaçıp İstanbul’a gelen oradan da Anadolu’yu kasaba kasaba gezen ve her gittiği yere kendinden önce lakabı giden Bulgaryalı sosyalist Ali’nin hikayesidir. Mustafa Kutlu tarafından 2000’de yazılan bu hikaye Osman Sınav tarafından 2012 yılında sinemaya uyarlanmıştır. Osman Sınav ile uyarlama üzerine yaptığımız söyleşide uyarlamada yeniden yaratmanın esasları üzerine konuştuk. Hikaye mutlu sona ihtiyaç duymazken film mutlu son ile biter. Bunun sinemanın dili ile ilgisi olup olmadığını sorduğumuzda Sınav; “Her sanat dalı bir temayı konu edindiğinde onu kendi plastik değerleri ile anlatır. 

O temayı kendi plastik değerlerinin içine girebilecek hale getirir. Bu da ister istemez uyarlamalarda birtakım değişikliklere neden olur. Bütün romanları filme uyarlanmış Aldo Moravia; ‘Yönetmen benim kitabımdan bir duyguyla yola çıkarak film yapacak, elbette bir takım şeyleri değiştirecek. Ben bir uyarlayıcıdan sadece iyi bir film beklerim. Çünkü edebiyat ve sinema ayrı hayvanlardır,’ demiştir,” dedi.

Sinemanın edebiyata nazaran çok genç bir sanat olduğunu söyleyen Sınav; sinemanın edebiyatın malzemelerini kullandığını söyledi ve Sinema sanatların bir mozaiği gibidir. Sinema; romanı, hikayeyi, mimariyi, heykeli, resim ve müziği kullanır ve içinde barındırır. Bütün sanatlardan bir piramit yaparsak ortaya sinema çıkar. Sinemanın kendi başına bir dili olması lazım. Sanat tarihinde sanatın bir dilinin oluşabilmesi açısından yüz yaş bebek yaşıdır. Dolayısıyla ödünç bir dil kullanıyor, babasının dilini kullanıyor. Hikayenin, romanın, müziğin, resmin dilini kullanıyor. Zamanla bütün bunları içinde barındıran bir dili olacak ama o dil henüz yok,” dedi. Sinemanın dolaysız bir anlatım olduğu varsayımına inanmadığını söyleyen yönetmen sinemanın ve bütün sanatların dolaylı bir anlatıma sahip olduğuna inandığını söyledi.Uzun_Hikaye_1

Uyarlamada bazı değişiklikler çok göze çarpıyor. Sınav hikayeyi film diline aktarırken hikayenin kronolojisinde bazı değişiklikler yapmış, bazı yan karakterlerin yapıp ettiklerini filmin merkezindeki insanlara yaptırmış, bazı karakterlerin bulundukları mekanlar değiştirilmiştir. Sınav; “Uyarlamalarda ben sinema yapıyorum diyeceksiniz. Sonuçta sinemaya gelen insanlar romanı okumaya değil sizin filminizi görmeye geliyorlar. Bazıları birebir aynısını bekliyor. O zaman neden film yapıyoruz ki! Kurguda bile yönetmen kendi çektiği sahnelerden ortaya yeni bir şey çıkartıyor. Hikayeyi her okuyan kafasında zaten bir film çekiyor. Bu da benim filmim,” diyerek uyarlamanın bireysel tarafına da gönderme yapmıştır.

Bence uyarlamada önemli olan hikayenin ruhunu kaybetmemek. Bizi film yapmaya iten şey hikayedeki duygudur, temadır. Hikayedeki duygu filme geçiyorsa mesele yoktur. Birçok Mustafa Kutlu okuru, Kutlu’nun yakını, akrabası, kitabı ezbere bilenler izledi. Hiçbiri hikayedeki değişiklikleri yadırgamadı. Çünkü duygusu aynıydı. Ben 1993’te Bedii Faik’in tefrika romanı olan Yalancı’yı uyarladım. Çok güzel bir film oldu. Hikaye otobiyografik olmasına rağmen Bedii Faik bir TV programında; ‘Hikayenin devamını yazacak olsam Osman Bey’in filmine göre yazarım,’ dedi. Bir de iyi edebiyat eserlerinden iyi film zor çıkar. Edebi olarak iyi bir filmi uyarlamak daha tehlikelidir. Kötü edebi eserlerden çıkan iyi film sayısı iyi edebiyat eserlerinden çıkan iyi film sayısından daha çoktur. Çünkü sinema sanatının gerektirdiği şeyleri acımadan yapmanız lazım. Önemli olan edebi eserin varlık biçimine aykırı düşmemektir. Her sahnede onun duygusunu yansıtmaya çalışmalısınız, yoksa o edebi eser karşısında ezilirsiniz, hikayeyi aynen filme aktarmış olursunuz. Ben bir zamanlar TV’ye Huzur romanını çekecektim; benden pembe dizi istediler. Ben de; ‘Kusura bakmayın, Türk Edebiyatı’nda bir tane Huzur var ve ben bunu yapamam,’ dedim. Tanpınar çok iyi bir estettir. Filme uyarlamak kolay değildir. Bu soap opera mantığıyla olmaz. Hikayeyi olduğu gibi perdeye taşımak uyarlama değil. Hikayeyi sinema diline uyarlamak gerekir.” [1]

Uzun_Hikaye_2

Yukarıya alıntıladığımız uzun paragrafta da görüldüğü gibi Sınav’ın da uyarlamaya yaklaşımı Dewitt Bodeen’in yaklaşımı ile nerede ise aynıdır. Hikayeyi sinema diline uyarlarken en önemli şeyin eserin varlık sebebine aykırı düşmemek olduğuna inanan yönetmen, uyarlamada buna çok dikkat etmiştir. Hikayenin kronolojisine, karakterlerin kendi iç meselelerini sinemanın kendi plastik değerlerine yaklaştıran yönetmen, eserin ruhunu olduğu gibi aktarmayı başarmıştır. Kutlu; Bulgaryalı Ali’yi tanımlarken; “Hukuktan anlar, adalet ve fazilet tutkunu, kalem sahibi, şunca yıl kendi mütevazı ve gizli dünyasında biriktirdiği yazı tecrübesini hak yolunda, millet yolunda harcamaya can atan bir şövalye, [2] der. Filmdeki olaylar dizgesi bir tarafa, biz perdede haksızlıklarla mücadele eden Kutlu’nun tanımına tam uyan bir adam görürüz. Zaten seyircinin de iyi bir uyarlayıcıdan beklediği, eserin ruhunu muhafaza edip onu kendi plastik değerleri içinde yeniden yaratmasıdır; Ali’nin karısının hikayeden beş gün sonra ölmesi değil!

Sonuç olarak Osman Sınav hikayedeki olaylara bazı müdahalelerde bulunmuştur; fakat hikayenin temasına zarar vermeden hikayedeki ruhu aynen devam ettirerek hikayeyi yeniden yaratmış ve o temayı / ruhu sinema diline uyarlamayı başarmıştır.

Nedensiz Kötülük

Kıskanmak

Selim İleri, Nahid Sırrı’nın hayatından yola çıkarak yazdığı Cemil Şevket Bey, Aynalı Dolaba İki El Revolver romanında şöyle der: “Okudukça, edebiyat çevrelerinin gözükörlüğüne ya da bilinçli görmezden gelişine ilenmekten kendimi alamadım. Cemil Şevket Bey* bir inkar aylasıyla çevrilmiş, bir inkar aylasına kıstırılmıştı.” [3] Yazarın en önemli romanlarından biri olan Kıskanmak edebiyatımızda görmeye alışkın olmadığımız karakterler ve olay örgüsüyle Türk edebiyatında ayrı bir yere sahiptir. Kitaba kısa bir önsöz yazan Enis Batur roman için “Baştan uca bir negatif-şahıslar galerisidir, [4] der.  Fethi Naci ise Kıskanmak hakkında yazdığı makalesinde roman için: “Kıskanmak ilk başta bir 19. yüzyıl Fransız romanını andırıyor ama aslında çok farklı. O Fransız romanlarında karı-koca-aşık üçlüsü vardır. Oysa Kıskanmak’ta bu üçlüye kaderçizici yönetmen işleviyle dördüncü bir kişi katılıyor. Gerçek roman kahramanı, Türk edebiyatında bir benzeri bulunmayan bu dördüncü kişi: Seniha. [5] Seniha, Avrupa romanında ve sinemasında çokça rastlanan femme fatale (baştan çıkartan kadın) gibi güzelliğini kullanarak değil tam aksine çirkinliğinin doğuracağı etkiyle etrafındakileri yakıp kavurur.

Kıskanmak_2

Roman iki öykü üzerine şekillenir. Birincisi; romanın esas karakteri Seniha’nın öyküsüdür. İkincisi ise Seniha’nın kurbanlarından biri olan, ağabeyinin karısı Mükerrem’in öyküsüdür. Roman, Nahid Sırrı’nın bir güzellik eleştirisi olarak da okunabilir. Seniha çirkindir ve romanda güzellerden intikam alır. Romanda hayatlarının kararmasına sebep olduğu üç kişi de güzellikleriyle ön plana çıkmaktadır. Ağabeyi Halit, karısı Mükerrem ve Mükerrem ile yasak aşk yaşayan Nüzhet güzelliklerinden çokça bahsedilen kişilerdir. Romanın sonunda Nüzhet’in yüzünden vurulması ve o bebek gibi tasvir edilen yüzün parçalanması da manidardır. Kıskanmak Seniha’nın ağabeyine olan kıskançlığı nedeniyle ondan intikam almaya çalışmasının romanıdır. Enis Batur yazdığı önsözde kitabın Freud’un psikanaliz dersleriyle de izlenebileceğini söyler. [6] Psikanalizin kurucusu olan Freud insanın hareketlerinin açıklanabilmesi için bilinçaltının okunmasını öngörmüştür. Zira Freud’a göre insanın hareketlerinin temeli çocukluk yıllarına dayanır. Romanda geriye dönüşlerle Nahid Sırrı, Seniha’nın çocukluğundan bahseder. Bu da bize karakterin anlaşılabilmesi için büyük yarar sağlar. Romanın altıncı bölümünde Seniha’nın ağabeyine karşı içten içe geliştirdiği kin ve nefret duygularının temeline inilir. “Kıskanmak… Seniha’nın yüreğinde ilk beliren, kendisini ilk duyuran ve hemen her gün daha fazla gelişip büyüyen his bu olmuştu… Hayal meyal hatırladığı zamanlarda da herkes kendisinin kara kuru, Halit’in ise beyaz, sarı saçlı mavi gözlü olduklarına bakarak: Bu kız o oğlan olmalıydı, demişler ve hep ağabeyini okşamışlardı. Bu okşayanlar, bu sözleri söyleyenler kimlerdi? Hemen hiçbirini hatırlayamadığı halde söyledikleri sözleri ve o okşamaları hiç unutamıyordu. Çirkinlerin sevilmemeye ve güzeller için daima feda edilmeye mahkum bulunduklarını Seniha pek küçük yaşından itibaren bilmiş, anlamıştı. [7] Alıntıladığımız bu uzun paragrafta Seniha’nın ağabeyine beslediği hıncın çocukluk yıllarında nasıl belirdiğini görürüz.

Halit eğitim için Avrupa’ya gitmiştir. Ailesi Halit’i daha iyi okutabilmek, ona daha fazla harçlık gönderip onu rahat ettirebilmek için Seniha’yı ilk mektepten sonra okula göndermez. Bir ara komşusuyla flört eden Seniha komşusu Cemil Şevket Bey ile evlenmek ister. Fakat ailesi buna mani olur; çünkü Halit okumaktadır ve düğün dernek fazladan masraf demektir. Kısacası “güzel” ağabeyinin uğruna Seniha bazı haklardan mahrum bırakılmıştır. Seniha artık hem “çirkin” hem de “mahrum”dur. Halit Avrupa’dan izine gelişlerinden birinde Avrupa’daki maceralarını anlatırken orada bir baloda kadın kılığına girdiğini ve erkek olduğunu kimsenin fark etmediğini anlatır. Dinleyenlerin ısrarı üzerine tekrar etek giyip peruk takarak kız kılığına giren Halit’in güzel ve müstesna bir kıza benzemesi karşısında annesi oğluna sarılarak; “Ah benim güzel evladım! Ne olurdu zavallı Seniha da sana benzeseydi, [8] der. Seniha her fırsatta çirkinliğiyle yüzleşir. Annesiyle olan ilişkisi psikolojik açıdan çok önemlidir. Annesinde kendini görmeye çalışan çocuğun duygusal gelişimi onda gördükleriyle şekillenir. [9] Çirkinliği yüzünden bir kenara itilen Seniha görülmek ve değer verilmek için ya Dostoyevski’nin “yer altı adamı” gibi acı çekip aşağılanacak ya da karşısındaki insanları değersizleştirerek onlara acı çektirip haz alacak ve böylece varlığından insanları haberdar edecektir. Her insanın kendi içinde ayrı bir dünyası olduğu için herkes kendini merkezde görür ve diğer insanların kendisinin etrafında pervane olmasını ister. Fakat kader bazı insanlara bu şansı vermez. Seniha da bunlardan biridir ve Nahid Sırrı’nın elinde bu çirkin ve ilerleyen yıllarda ağabeyinin yanında bir sığıntı gibi kalan geçkin kız, narsisist bir nevropata dönüşecektir. Ağabeyinden intikam almak için Mükerrem’i kullanan Seniha ağabeyinden on beş yaş küçük olan bu genç ve güzel kızın Halit’i aldatacağını bilir ve zamanı gelince de Mükerrem’in Halit’i aldatmasına göz yumar. Bundan büyük bir haz alır. Mükerrem Seniha’ya her şeyi itiraf edip bu ahlaksızlığa son vermeyi düşündüğü anlarda Seniha bunları ustaca engeller [10] ve içinden; “Kocanı aldat. Benden hiç korkun olmasın, [11] der. Daha sonra Mükerrem’i Halit’e ihbar ederek onun hem aldatılmış bir koca hem de aşağılık bir katil olmasını ister. Planlarını başarılı bir şekilde uygulayan Seniha; çocukluğundan beri kıyaslandığı ve çirkinliğinin yanında hep bir güzellik abidesi gibi duran ağabeyini kodese, “hangi kadını içi çekse meramına ermesi için bir işareti kafi” [12] olan Nüzhet’i mezara, genç ve güzel Mükerrem’i de barlarda konsomatrisliğe sürüklemeyi başarmıştır. Güzelliğe ve özellikle ağabeyine karşı çocukluğundan beri geliştirdiği hınç bilincini içselleştirip derinleştirerek bir trajedinin doğuşuna sebep olmuştur. Sonuç olarak Seniha tam anlamı ile negatif bir karakterdir. Fakat bu negatifliğinin altında çocukluğunun, çirkinliğinin, ağabeyinin, annesinin ve de yalnızlığının büyük etkisi vardır.

Kıskanmak_3

Nahid Sırrı; Nüzhet’i ve Halit’i anlatırken onların kız gibi güzel olduklarını vurgular. Halit tek bir sahnede erkeksi kişiliğiyle ön plana çıkar; fakat Nahid Sırrı, Halit’in bir an olsun erkekleştiği Nüzhet’i öldürme sahnesinde onu fazla tasvir etmeyerek bunu engeller. Bunun Nahid Sırrı’nın cinsel kimliğiyle ilgili olduğunu tahmin ediyorum. En nezih çevrelerin kız tabiatlı diye burun büktükleri, [13] haddinden fazla kibar adamın roman karakterlerini bu şekilde yansıtması bir vakıadır. Ayrıca romandaki aşırı sevgisizliğin ve Seniha’nın ailesiyle olan sorunlarının da yazarın hayatıyla doğrudan ilgili olduğunu tahmin ediyorum.

Romanın sonu ise Seniha için tam bir yıkımdır. Ağabeyi hapisten çıkınca arkadaşları tarafından ona iş bulunur. Bar kadını olan Mükerrem ile gemide karşılaştığında Mükerrem tekmil parasını Halit’e gönderebileceğini söyler. [14] Fatih Özgüven romanın sonu için şöyle der: “Kıskanmak romanının vardığı tüyler ürpertici sonuç, zamanının Türk romanında olmayan modern içgörü, Örik’in dehası buradadır; güzel olanlar, mutlu (olmuş) olanlar, hayatın akışına kapılma alışkanlığını edinmiş olanlar yaşayıp gitmeye devam ederler. Onlara bir şey olmaz. Seniha’nın kötülüğünün ancak yalayıp geçtiği ‘gündelik olan’ın zaferi budur, belki de Seniha’nın ne akıl ne de baş edebileceği asıl büyük kötülük. Sonunda da başında da sadece Seniha’ya edilmiş olan kötülük.” [15] Seniha yaptığı onca kötülüğün boşa olduğunu görmüştür. Romanın son cümlesi şöyledir: “Ancak ağabeyinin kendinden evvel toprağa verildiğini öğrenirse belki de biraz sükun bulacak, kendisi iyi kötü yaşarken toprakta toprak olmuş bir ölüyü artık belki de pek kıskanmayacaktı. [16]

Dostoyevski olmasaydı, edebiyat olmasaydı sinemacı olmazdım,” [17] diyen yönetmen Zeki Demirkubuz 90 sonrası Türk sinemasında edebiyatla olan bağlantısı, Dostoyevski’ye olan ilgisi ve varoluşçu felsefi duruşuyla ayrı bir yere ve öneme sahiptir. Demirkubuz filmlerinin temel dinamiği kötülük ve bu bağlamda yönetmenin sorguladığı suç ve masumiyettir. Nietzsche’nin “kötülük” felsefesini benimseyen Demirkubuz, insanın özüne kötülüğü koyarak karanlık filmler çekmiştir. (Yönetmen İtiraf ve Yazgı filmlerinin üst başlığını ‘Karanlık Üstüne Öyküler’ koymuştur.) İlk filminden itibaren yalnızlık, yazgı – Kader ve Yazgı adlarıyla iki film çekmiştir –, insan doğasının kötülüğü, insan hareketlerinin saçmalığı ve yapmacıklığı, ikiyüzlülük üzerinde durarak insanın karanlık yönlerine ayna tutan sanatçının Kıskanmak uyarlaması ikinci roman uyarlamasıdır. Daha önce Albert Camus’nün Yabancı romanını Yazgı adıyla sinemaya uyarlayan yönetmen oldukça başarılı bir iş çıkarmıştır. Şimdi yönetmenin Kıskanmak romanını sinemaya uyarlarken Nahid Sırrı’nın romanını kendi felsefesiyle nasıl yoğurduğuna bakalım.

Çirkin bir kadının bir gün fırsatını bulunca ne gibi trajedilere yol açabileceğini merak ettim, [18] diyen yönetmen yine insanın karanlık yüzüne eğiliyor ve Türk edebiyatının belki de en kötücül karakterini perdeye taşıyor. Yönetmen filmini şu sözlerle tanıtıyor: “Bu film diğer filmlerimin uzantısı aslında. ‘Nasıl mahlukat şu insan’ serisinin bir aşamasıdır Seniha.” [19]

Kıskanmak_4

Kıskanmak filminin karakterleri bir nedensizlik halkası içinde sıkışıp kalmıştır. Dünyaya fırlatılmışlık duygusuyla yazgılarının peşinden sürüklenen insanlardır. Demirkubuz’un diğer filmlerinin de temasını teşkil eden insanın güçsüzlüğü ve hiçbir şeyin değişmeyeceği gerçeği burada da kendini gösterir. Filmin bir sahnesinde Mükerrem her şeyi itiraf etmek için Seniha’nın karşısına geçer. Seniha “bir insan kendi muhakemelerini kendisi yapmaya yanaşmazsa bunu onun için başkaları yapar,”diyerek Mükerrem’in kendi kaderini yaşamasını başkalarının nasihatleriyle değil kendi muhakemeleriyle ayakta  durmasını salık verir. Eğer başkalarının nasihatleriyle yaşarsa insanın hiçbir şikayeti olamayacağını söyler. Seniha; Halit ile Beyoğlu’nda otururlarken yanaşma kılıklı birisine iffetini teslim ettiğini ve onunla evlenecekken Halit’in bunu haber alıp genç çocuğu askere gönderterek bu evliliğe mani olduğunu anlatır. Mükerrem kocasının bu yaptıkları karşısında; “Ama bu yaptığı gaddarlık!” derken Seniha; “Kocanız hakkında böyle konuşmayın. Gaddarlığına gelince belki öyledir. Ama bundan önce kendi istikbalinin vekaletini kendi elleriyle başkasına terk eden bendenizin adını koymalı,” der. Demirkubuz ezilmenin salt ezenle değil aynı anda ezilen ile de ilgili bir durum olduğuna inanır. İnsana belli bir irade verilmiştir; fakat insan iradesinin dışındaki olayları kontrol etme gücüne sahip değildir. Demirkubuz iyilik ve kötülük; suçluluk ve masumiyet kavramlarını da kader açısından irdeler. İyi ya da kötü olmak yazgının sonucudur. Aslında iyi gibi kötü de her insanda vardır. Bu ortaya çıksa da çıkmasa da. [20]

Üçüncü Sayfa filminde İsa kirasını ödeyemediği için ev sahibini öldürür. Daha sonra İsa’nın karşı komşusu, iki çocuk annesi – bir başka kiracı – Meryem; ev sahibinin oğluyla ilişkiye girdiğini sonra ev sahibinin de kendisiyle ilişkiye girdiğini, ev sahibinin oğluyla ev sahibini öldürmek için plan yaptıklarını, tam öldürecekleri gece İsa’nın gelip ev sahibini ortadan kaldırdığını anlatır. Burada yönetmen İsa’nın suçluluğu kadar Meryem’in ve babasını bir kadın uğruna öldürmek için plan yapan evladın da masumiyetlerini sorgular. Aynı sorgulamayı Seniha için yaparsak Seniha ne kadar suçluysa diğerleri de o kadar masumdur. Temel olarak insan kötüyü arzulamaya ve kötüyü seçmeye meyilli [21] ve her insan potansiyel suçlu olduğuna göre, insan karşısına çıkan acılara katlanmak Yazgı’nın Musa’sı gibi bu suçluluk durumunu kabul edip boyun eğmek zorundadır.

Romanda Seniha’nın yaptıkları çocukluğuna inilerek bir anlam kazanırken filmde tam bir belirsizlik hakimdir. Demirkubuz bu nedensizlik için şöyle diyor: “Bir filmin bir hikayeyi, bir meseleyi anlatırken nedenler kadar nedensizliği de ön plana çıkarması gerekir. Nedenler kadar nedensizliğin de insanın varoluşunda önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. [22] Yönetmen romanın psikolojik altyapısını filmine bilinçli bir şekilde almayarak – alsaydı bu bir Zeki Demirkubuz filmi olmazdı – Seniha’nın yaptıklarını nedensizleştiriyor. Zeki Demirkubuz sinemasına uzak olan birçok insan, bu nedensizliği anlamayarak filmde Seniha’nın Mükerrem’i kıskandığını zannetmiştir. Fatih Özgüven filme yazdığı eleştiride; “Koca ile kızkardeş o kadar donuklar ki filmin duygulanabilen tek karakteri olan gelin merkeze kayıyor. Film bir ara Kıskanmak’tan çok Madam Bovary oluyor, [23] demiştir. Zeki Demirkubuz bu konuyu şöyle aydınlatıyor: “Filmde Seniha’nın yaptıkları bir nedensizliğe dönüşüyor. Çok masumane bir şekilde seyircinin klişeleriyle çirkin kadın güzel kadını kıskanır oynamak istedim. Romanda Halit kadın kılığına girer ve annesi ‘keşke Seniha da böyle güzel olsaydı’ der. Bütün bir trajediyi böyle bir sebebe bağlayabileceğimi düşünebiliyor musunuz? Ama romanda sebep budur. Roman kıskanma temasını ön plana çıkarıyor.” [24]

Kıskanmak_6

Filmin sonuna doğru bütün bu trajedi yaşandıktan sonra Seniha ile Mükerrem arasında geçen diyalog filmin temasına doğrudan gönderme yapması açısından önemlidir. Hatta yer yer karakterleri unutuyor Zeki Demirkubuz’un konuştuğu hissine kapılıyorsunuz. Mükerrem; Şu halde bütün bu olanları tasarruf ederek şuurunuzla göz yumduğunuz anlaşılıyor. Zaten yüzünüzde de pişmanlıktan eser yok,” der. Seniha; “Evet yok. Sizler gibi olmayan bir şeyi varmış gibi gösterecek kadar alçalmadım henüz. Kötülük yapmış, öz ağabeyimin mahvına sebep olmuş olabilirim belki. Ancak en ağır bedel, en talihsiz yazgı karşısında bile bunun inkarına gitmem,” diyerek cevap verir. Demirkubuz, Seniha için; “Yaşamak zorunda olduğu kader, ona dayatılan varoluş yüzünden kafası inanılmaz çalışan, kötücül bir şekilde sorgulayan biri… Yaptığı kötülüğün farkında olup bunu inkar etmeyen biri, [25] der. Daha sonra Seniha; Mükerrem’in gerçekten pişmanlık duymadığını, Halit’ten ve Nüzhet’ten kurtulduğu için sevindiğini (Yazgı’da Musa’nın annesinin ölümüne sevinmesi gibi) iddia eder. Mükerrem bu hakikati inkar edemez. Mükerrem’in yerini artık Demirkubuz almıştır sanki ve filmi özetleyen şu diyalog gerçekleşir. Mükerrem; “Şaştım, ürktüm ve anlamakta güçlük çekiyorum. İnsan dediğimiz mahlukatın bu kadar muğlak, bu kadar karanlık olması beni fena korkuttu […] Yalvarırım anlamama yardım edin. İnsan kendi öz ağabeyinin ve kardeşi yerindeki yoldaşının hatta bizzat kendinin mahvına sebep olacak bir trajediye neden ve hangi ülkü uğruna göz yumar bilmek istiyorum. Seneler var sizi tanıyorum. Ne bir mahlukata ne de Allah’ın kullarına en ufak bir zararınızı görmedim. Kimseden buna dair bir şey işitmedim. Hal böyleyken hala gözlerinizden fışkıran bu kinin bu acımasızlığın sebebi nedir,” der. Seniha’ya böyle bir soru romanda sorulsaydı cevabı basitti. Seniha’ya yapılan haksızlık ortada idi. Ama filmde bu soruya bir cevap yoktur. Zaten Seniha da bu soru karşısında sessiz kalacaktır. Sessiz kalan ve bu sorunun cevabının olmadığını iddia eden Seniha ile birlikte Zeki Demirkubuz’dur.

Zeki Demirkubuz sinematografisinin önemli öğelerinden biri olan yalnızlık bu filmde de kendini gösterir. Seniha filmin açıldığı balo gecesinden filmin son bulduğu gemi sahnesine kadar yalnızdır. Seniha’nın dışarıyla ilişkisi neredeyse yoktur. İnsanlarla zorunlu olmadığı zamanlarda konuşmaz. Ya bir şeyler örerken görürüz onu ya da kitap okurken (bu kitap tabii ki Suç ve Ceza’dır). Kendi dünyasında yaşar Seniha. “Arzular dışarı çıktığı zaman insan onların etkisinden kurtulur. Arzular içeri yöneldiği zaman insanda hiçbir değer bırakmaz, [26] diyen yönetmen, Seniha’nın yalnızlığını da bu şekilde açıklar. Seniha’nın ilk balo gecesinden beri çevresine negatif enerji veren, insanı ürküten bir tavrı vardır. Bu zaman zaman diğer karakterler tarafından dillendirilir.

Filmin en çok eleştirilen yanı ise romandan çıkartılan ve romanın temel direkleri olarak görülen sahnelerdir. Fakat Demirkubuz hikayeyi kendi felsefi düzlemine çektiği için bu sahneler zaten filmin temasını zedeleyecek cinstendir. Diğer bir mesele ise yazının gerçeklerle uyuşmadığı gerçeğidir. Demirkubuz bu konu hakkında; “Yazı soyuttur ve hikayeyi yazma zorluğu yüzünden romanı yazan açısından en zayıf şeylerden biridir bu. Romanını beğendirmek arzusunda olan yazar bir sahnede şöyle çirkin böyle çirkin dediği karakteri için başka bir sahnede gözleri çok güzeldi, dedirtebilir. Romanda çok cazip duran ama benim inanmadığım bir şey bu.

Kıskanmak_7

Filmin final sahnesi de izleyiciyi tatmin etmemiştir. Romanın sonundaki yıkım filme yansımamıştır. Demirkubuz romanın sonu için: “Öyle olsaydı tam bir Türk filmi olacaktı, [27] der ve romanın sonunu da filme dahil etmez. Filmde Seniha ağabeyiyle karşılaşır. Mükerrem ile gemide karşılaşmaz. Film; romanın son cümlesini Seniha’nın kafa sesinden dinlerken biter.

Sonuç olarak, Zeki Demirkubuz farklı bir anlatı tarzı olan romandan sinemaya uyarlama yaparken eserin ruhuna hakim olup özel bir yorumlama ile bir sanat eserini yeniden yaratarak eserin temasını bilinçli olarak kendi dünyasında yoğurmuş ve ortaya orijinal bir eser koymuştur. Yönetmen böylelikle bir sanat eserini kopyalamaktan öteye geçebilmiştir.

Sonuç

Bir edebiyat metni senaryolaştırılırken uyarlayıcının yapması gereken ilk şey eserin temasını iyi kavramaktır. Eserin teması ıskalandığı takdirde Kubrick’in Lolita’sında gördüğümüz gibi öyküyü alt metnini okumadan ve eserin temel meselelerini irdeleyemeden olduğu gibi perdeye aktarmış oluruz. Eserin ruhunu yakaladıktan sonra yapılması gereken şey hikayeyi olduğu gibi perdeye aktarmak yerine hikayenin dilini Uzun Hikaye’de Osman Sınav’ın yaptığı gibi sinema diline uyarlamaktır. Zira kitap okuru farklı, sinema seyircisi farklıdır. Bir edebiyat metnini uyarlarken eğer teması değil de hikayesi ya da romandaki/hikayedeki bir karakter uyarlayıcıyı etkilemiş ve uyarlayıcı o metni olduğu gibi kullanacaksa eserin temasını kendi dünya anlayışı ve felsefi duruşuna göre uyarlar ki biz Zeki Demirkubuz’un Kıskanmak uyarlamasında bunu gördük. Roman psikanalitik yöntemlerle okunabilirken, Demirkubuz’un Kıskanmak’ı Nietschevari bir varoluşçuluk felsefesi ile okunuyor. Bu da bir uyarlamada yönetmenin esere yaptığı özel yorumun sınırları zorlayan bir tarafını gösteriyor.

Kaynakça:

* Selim İleri romanının biyografi olmasını istemediğinden Nahid Sırrı yerine yine onun bir roman kahramanı olan Cemil Şevket Bey ismini kullanır.

[1]  Osman Sınav ile sözlü mülakat, 11. 12. 2012
[2]  Mustafa Kutlu, Uzun Hikaye, Dergah Yayınları, 31. Baskı, 2012, İstanbul, s. 82
[3]  Selim İleri, Cemil Şevket Bey, Aynalı Dolaba İki El Revolver, Everest Yayınları, 5. Baskı,  2011, İstanbul, s. 54
[4] Enis Batur, Kıskanmak romanının önsözü: Tutkunun Negatif Çehresi Üzerine Kanlı Bir Divertimento, Oğlak Yayınları, 5. Baskı, 2009, İstanbul, s.8
[5] Akt. Özge Soylu, Nahid Sırrı Örik, Kıskanmak ve Psikanaliz, Bilkent Üniversitesi,2001, Ankara, s. 7
[6] Batur, s. 10
[7]  Nahid Sırrı Örik, Kıskanmak, Oğlak Yayınları, 5. Baskı, 2009, İstanbul, s.54
[8]  Örik, s. 55, 56
[9]  Soylu, s. 50
[10]  Örik, s. 113
[11]  Örik, s. 91
[12]  Örik, s. 51
[13]  Yıldırım Türker, Bir Cihan Kaynanası, Radikal Gazetesi, 28. 12. 2012
[14]  Örik, s. 219
[15]  Fatih Özgüven, Kıskanmak-2, http://www.demirkubuz.com, 28. 12. 2012
[16]  Örik, s. 222
[17]  Ayşe Pay, Yönetmen Sineması: Zeki Demirkubuz, Küre Yayınları, 2009, İstanbul, s.101
[18]  Zeki Demirkubuz’un Kıskanmak Üzerine Sözleri, ntvmsnbc.com, 28. 12. 2012
[19]  Senem Aytaç, Berke Göl, Gözde Onaran, Zeki Demirkubuz ile Kıskanmak Üzerine Vaat Edilen ve Mahrum Bırakılan İnsanlar, Altyazı Dergisi, Söyleşi, 28. 12. 2012
[20]  Yelda Yanat, Zeki Demirkubuz Sinemasının Varoluşçuluk Açısından İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, 2008, İstanbul, s.87
[21]  Yanat, s. 86
[22]   Senem Aytaç, Berke Göl, Gözde Onaran, Zeki Demirkubuz ile Kıskanmak Üzerine Vaat Edilen ve Mahrum Bırakılan İnsanlar, Altyazı Dergisi, Söyleşi, 28. 12. 2012
[23]  Özgüven, Kıskanmak-1, Radikal Kültür Sanat, 28. 12. 2012
[24]  Senem Aytaç, Berke Göl, Gözde Onaran, Zeki Demirkubuz ile Kıskanmak Üzerine Vaat Edilen ve Mahrum Bırakılan İnsanlar, Altyazı Dergisi, Söyleşi, 28. 12. 2012
[25]  A.g.y.
[26]  A.g.y.
[27]  A.g.y.

, , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir