Unorthodox (2020): Eril Nazarın Ötesinde Bir Görsel Haz ve Anlatı Örneği

Unorthodox (2020): Eril Nazarın Ötesinde Bir Görsel Haz ve Anlatı Örneği

Yazar Puanı3.5
  • Unorthodox, coğrafya veya inanç fark etmeksizin kadınların hayatlarını yeniden güçlendirmek için gerekli yeteneğe sahip olduğunu ve insan ruhunu baskı altında tutan tüm mekanizmaların değerlerine karşı direnebileceğini gösteriyor.
Share Button

Unorthodox, New York’un Williamsburg bölgesinde Satmar isimli Ortodoks Yahudi topluluğunda doğup büyüyen 19 yaşındaki Esty’nin (Esther Saphiro) çarpıcı hikayesine odaklanıyor. Netflix imzalı mini dizi, Deborah Feldman’ın 2012 tarihli otobiyografik kitabı Unorthodox: The Scandalous Rejection of My Hasidic Roots (Ortodoks Olmayan: Hasidik Kökenlerimi İnkâr Ediş Skandalım)’dan uyarlanmış.

Dizi 50 dakikalık 4 bölümden oluşuyor. Kitap ilk yayınlandığında İsrail’de yasaklanmış, Amerika’da ise New York Times’in ise çok satanlar listesine girmiş. Dizinin Williamsburg’daki geçmiş zamanı Feldman’ın otobiyografisinden birebir uyarlanırken, Berlin’de geçen şimdiki zaman ise kurgusal olarak senaryolaştırılıyor.

Esty, katı kuralları olan ve seküler hayattan tamamen kendini yalıtan HasidikYahudilik topluluğuna hiçbir zaman tam olarak ayak uyduramıyor, başkalarının kendisine biçtiği hayata uyum sağlayamıyor, kocası Yanky (Amit Rahav) gibi tek bir doğrunun içine doğup tek bir doğruyu kabul etmiyor. Evlendikten sonra bir nebze de olsa kişisel özgürlüklere sahip olacağını düşünüyor ve kendi çapında mutlu olmanın yollarını arıyor.

Müzisyen olma hayali ile bir Satmar kadını olarak sahip olduğu sorumluluklar arasındaki gerginlik, görücü usulü ile tanıştığı Yanky ile cinsel ve duygusal olarak işlevsiz bir evlilik gerçekleştirmesinin ardından artıyor.  Kocasıyla cinsel yakınlık kuramayan Esty, hamile kalamadığı için kocasına, kocasının ailesine ve cemaate iyi hizmet edememekle itham ediliyor. Baskılara daha fazla katlanamayan kadın, içindeki sese kulak vererek hayatını değiştirmek için annesinin de bir zamanlar cemaatin baskısından kaçarak yerleştiği Berlin’e gidiyor. Esty varoluşsal çemberini soyunun katledildiği şehre geri dönerek kapatmaya girişiyor. Berlin’e gidişinin ardından tanıştığı arkadaş grubuyla sahile gidiyor. Bir özgürlük sembolü olarak peruğunu göle bırakıyor. Bu noktadan sonra başlardaki muhafazakar kıyafetleri yerini genç, modern kadın kıyafetleri alıyor.

Esty’nin yaşadığı dönüşüm sürecinde, arzuların peşinden giderek eylemde bulunma ile özgürlüğe kavuşma mesajı birlikte serimleniyor. Heidegger’in de dikkat çektiği gibi içine doğduğumuz veya fırlatıldığımız dünyayı değiştirme içgörüsü ve cesareti, dünya ile ilişkimizi kurduğumuz rasyonel bir temaşaya değil, yerinde duramayan bir haleti ruhiyeye sahip olmaya ve arzu meselesine bağlıdır.

İnsan sadece dünyaya fırlatılma ile tanımlanan bir varlık değildir. Heidegger, fırlatılmış durumundan sıyrılmaya “tasarı” (entwurf) olarak adlandırır.  Bahsi geçen “tasarı”, özgürlük deneyiminin ta kendisini oluşturuyor. Dizide de özgürlüğün, yalnızca eylemde bulunma cesaretini ortaya koyan insanın sahip olabileceği bir ayrıcalık olduğu vurgusu dikkat çekiyor. Hasid, İbranice’de dindar ve sadık anlamına geliyor. Esty için kurbanlıktan kurtuluşa geçiş içine doğduğu dünyaya olan sadakatsizliğini ortaya koyacak cesareti toplamaya bağlı olarak gerçekleşiyor.

Ortodoks Yahudi Topluluklarında Anti Teknolojik Ehlileştirme Süreci

18. yüzyılda Polonya ve çevresinde ortaya çıkan Hasidikler kendilerini “gerçek Yahudi” olarak adlandırıyor. İkinci Dünya  Savaşı’nın ardından kendilerine özgü kural ve ritüelleri ile içlerine kapanarak kendilerini koruma altına alıyorlar.

Hasidik Yahudiler anti teknolojik bir biçimde çevrelerindeki dünyayla bağlantılarını kopararak baskıcı bir alt kültür içerisinde kendi toplumlarını inşa ediyorlar. Modern teknolojinin tüm imkânlarını reddediyorlar. İnternet ve akıllı telefon kullanmıyorlar. Din öğretileri dışında kalan seküler kitapları okumuyorlar. Kendi topluluklarına ait okullar dışındaki okullara çocuklarını göndermiyorlar. Evlilikler genellikle çöpçatan aracılığıyla gerçekleştiriyorlar. Evli kadınların saçları kazınıyor ve evli kadınlar peruk takıyor. Peruk takmayanlar baş örtüsü takıyor. Bir ayın iki haftası boyunca karı koca arasındaki cinsel yakınlaşma olmuyor. Bu kapalı toplumlar daha birçok yasak barındırıyor. Bu kapalı toplumlar, merak uyandırıcı yaşam biçimleri ve kültürlerindeki çarpıcı detaylar nedeniyle son yıllarda dizi ve film sektörünün de oldukça ilgisini çekiyor.

Henüz keşfetmemiş olanlar için Ortodoks Yahudilik ve Hasidilik mezhebini odağa alan çarpıcı işleri hatırlatmakta fayda var.  Avishai Sivan’ın genç bir öğrencinin inanç krizini gerçeküstücü atmosferle aktardığı Tikkun (2015). Unorthodox’a benzer bir uyarlama olan ve bireysel özgürlük meselesini ele alan, biri New York’taki Hasidik mezhebine bağlılığını sürdürmüş ve evlenmiş, diğeri mezhepten kaçarak kendi yolunu çizmiş iki kadın arasındaki “yasak” aşkı irdeleyen Disobedience (2017). Ultra-Ortodoks bir Yahudi ailesinin hayatına odaklanan İsrail yapımı bir dizi olan, Netflix’te seyredilebilecek Shtisel (2013-2016). Brooklyn’in Hasidik topluluğunun üç eski üyesinin cemaat dışında ayrı bir hayat kurma mücadelesini anlatan, uzun metrajlı bir Netflix belgeseli olan One of Us (2017) Ortodoks Yahudi topluluklarının distopik ve dogmatik dünyalarını gözler önüne seren başlıca işler.

Katı Kurallı Dini Toplulukların Kurbanları Yalnızca Kadınlar Değil

Esty’nin bağlı olduğu Satmar topluluğunu kuranlar ise Holokost’tan kurtulmayı başarıp New York’un Williamsburg mahallesine yerleşip çoğalmış Yahudiler. Holokost’ta kaybedilen 6 milyon Yahudinin anısına kadınların bir an önce evlenip, bolca doğurması bekleniyor. Ultra Ortodoks Yahudi cemaatlerine görüne kadının yegâne özelliği doğurganlık olduğu biliniyor. Esty de çocuk doğurması için evlendirilerek eşinin annesinin gölgesi altında karanlık bir geleceğe mahkum ediliyor.

Ultra Ortodoks dini toplulukların kurbanları yalnızca kadınlar değil. Erkekliğin yaşanış ve algılanış tarzları tamamen cemaat tarafından belirlendiği için kamusal gözetleme mekanizmasında, erkekler de sürekli “erkekliklerini” kanıtlamak zorunda kalıyor. Yalnızca katı kuralları olan Yahudi mezheplerinde değil, İslamiyet’te de sünnet, askerlik, iş bulma, evlilik, çocuk sahibi olma bir erkeğin “erkek oluş serüvenin” öne çıkan menzillerini oluşturuyor. Erkeklik açısından kusurlu sayılmak istemeyen erkekler bu menzilleri bir bir yerine getirmeyi kendilerine görev biliyorlar.

Yanky’nin payotlarını kestiği sahne, dizinin en hüzünlü sahnelerinden biri. Yanky, payotlarını keserek bir anlamda kendi erkekliğini iğdiş ediyor. Kendini kanıtlamaya dayalı, duygu bastırmalarına dayalı bir dünyadan payotlarını keserek kendisini kurtarıyor. Payotlarını kesmesi yalnızca katı cemaat hayatını ardında bırakmasının değil, iğdiş edilme korkusundan kendisini azad etmesinin dışavurumunu oluşturuyor. Genç adamın payotlarını kesmesiyle erkek egemen simgesel düzen de sarsılmış oluyor.

“Berlin Travmasını Üstünde Taşıyor.”

Almanya yapımı Unorthodox dizisinin anlatısında, dört bölüm gibi kısıtlı bir zaman ve mekan kurgusuna sahip olması nedeniyle midir bilinmez gerçekçi olamayacak kadar göze sokulan rastlantılar mevcut.  Esty’nin Berlin’de kahve almak için girdiği cafede ayaküstü tanıştığı bir gencin (Robert) peşine takılması, yakışıklı ve iyi niyetli bu gencin müzisyen çıkması, gencin arkadaşlarının Esty’i hemen benimsemiş ve arkadaş gruplarına dahil etmiş olması, Berlin’de yaşayan çoğu farklı milletlerden gelen bu genç müzisyen grubunun desteğiyle ve konservatuvardaki müzik hocasının Esty’i hiç dinlemeden burslu öğrenim seçmelerine girmesini sağlamasıyla Esty’nin içindeki cevherin ortaya çıkarılması gibi “Berlinliler Esty’e yardım ediyor” mesajları izleyicinin gerçeklik algısını koparan tesadüfler ağını oluşturuyor. Bu anlamda Berlin’de geçen kısmın Yeşilçam’dan aşina olduğumuz kaderin cilveleriyle örülü anlatı biçimi örtüştüğünün de altını çizmekte fayda var.

Dizinin Alman yapımı olması bu rastlantılar bütününü açıklamak için yeterli malzemeyi sağlıyor. Holokost’tan bu yana manevi bir hesaplaşma içinde olan Alman halkı için Berlin, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sembolik önemini koruyor. Göçmenleri kucaklayıcı politikaları benimseten bu dolaylı hesaplaşma biçimi, milliyetçi ve muhafazakar Almanlar tarafından doğrudan desteklenmese de özellikle Berlin’de yaşayan ayrımcılık karşıtı gençler tarafından oldukça samimi ve insani şekilde sahiplenilmiş olduğu biliniyor.  Alman toplumunun geçmiş ile yüzleşmesi etnik köken, inanç ve cinsel yönelim ayrımı olmaksızın herkesi kucaklaması, Alman dizi ve film yapımlarındaki özellikle göçmenlere olan hoşgörülülük mesajları ile hatırlatılıyor. Esty’nin Berlin’deki arkadaş grubunda Nijerya’dan gelen Axmed, İsrail’den gelen Yael, Yemen’den gelen Daisia, Polonya’dan gelen Clemens bulunuyor. Dizide Berlin’in farklı farklı coğrafyalardan gelen insanları birleştirici yapısı dikkat çekiyor.  Berlin’in merkezinde yer alan Spree nehri  duvarındaki “refugees welcome” yazısının sembolikleştirilmesi de bu varsayımı doğruluyor. Dizinin Netflix’teki 20 dakikalık kamera arkası görüntülerinde de bahsi geçtiği gibi “Berlin travmasını üstünde taşıyor” ve Unorthodox’un anlatısı bu travmayı hem hatırlatma hem de rahatlatma aracı olarak oluşturuluyor.

“Görsel Haz ve Anlatı Kalıpları” Düzleminde Unorthodox’da Kadının Seyri

Unorthodox, coğrafya veya inanç fark etmeksizin kadınların hayatlarını yeniden güçlendirmek için gerekli yeteneğe sahip olduğunu ve insan ruhunu baskı altında tutan tüm mekanizmaların değerlerine karşı direnebileceğini gösteriyor.

Çoğunluğu Yahudi kadınlardan oluşan bir ekibin oluşturduğu dizinin yönetmen koltuğunda Maria Schrader oturuyor. Öyküyü yazarın onayıyla biraz da değiştirerek seneryolaştıranlar Anna Winger ve  Alexa Karolinski isimli iki kadın yazar. Belki de dizi ekibindeki kadın çoğunluğu nedeniyle anlatı kadın-merkezci bir sezgisel kavrayışa ilerliyor. Esty’nin yaşadığı uyanış, yalnızca Yahudilikte değil tüm semavî dinlerin altında barınan katı kurallı cemaatler içinde doğan ve bu katı kurallarla sarmalanan pek çok kadının uyanışıyla örtüşüyor.  

Unorthodox, belirli bir görsel haz barındıran, anlatı yapısında ana akıma uygun şekilde belirli bir gerilimi barındıran, bu nedenle de bir çırpıda izlenebilen bir dizi. Görsel haz ve anlatı kalıpları tempoyu düşürmemek adına, kaçış, yeni dünyayı keşif, takip edilme düzleminde eril nazarın ötesinde yeniden kullanılıyor. Dizi, avangart feminist sinemada olduğu gibi geleneksel görsel ve anlatısal hazzın yapılarını bozmak yerine bunları kullanmaya devam ediyor. Yapım bununla birlikte geleneksel kodları ve kalıpları feminist bir duruş inşa edecek şekilde kullanması nedeniyle de farklı bir yerde konumlanıyor.

Yönetmenin retoriği feminist bir söylem yaratılmasına ve dişil öznelliği alternatif şekilde kurmaya olanak tanıyor. Esty’nin uyanışı ve yeni bir hayata eklemlenme deneyimi, kadın seyircilerin yaşadığı deneyim ile daha geniş toplumsal ve kültürel kodlar arasında bir yerde şekillenebiliyor. Egemen görsel kodların “dişillik” kalıplarına uymayan Esty, dişil öznelliğin akışkanlığının temsiliyetini sunuyor.

Klasik anlatılarda iğdiş edilme tehdidini görünmez kılmak için dişil karakter suçlu bulunur. Eril karakter ise iğdiş tehdidini görünmez kılmak için dişilin eylediği suçun teyidini, cezalandırılmasını veya dişilin kurtarılmasına vesile olur. Klasik anlatıda kadınlara reva görülen iki muhtemel son bulunur. Kadının ölmesi ya da erkeğe dönmesi. Bu iki durumda da katharsis yalnızca erkek seyircinin hizmetine sunulur. Unorthodox’un sonunda Esty ne kocasına döner ne de ölür.

Unorthodox’un eril nazara yönelik görsel haz ve anlatı yapısını bozan bir karşı-sona sahip olduğunu söylemek mümkün.  Dişilliği bir takım klişelerle özdeşleştirerek fanteziye kaçıran anlatı biçimlerine karşı Unorthodox, abartısız sonu ile sosyolojik perspektif içerisinde kadının gerçekliğin dış dünya ile uyuşturarak yalın halde sunduğunu söylemek mümkün.

Unorthodox genel itibariyle abartılı stereotipler olmadan, kadın izleyiciyi cinsiyetçi mitlere maruz bırakmadan, kadının gündelik hayat deneyimini yansıtan ve cinsiyetler arasındaki asimetrik iktidar ilişkisine dair eleştirel bir duruş sergileyen bir yapım olarak dikkat çekiyor.  

Kaynaklar

Mulvey, L. (1989). Visual Pleasure and Narrative Cinema. Visual and Other Pleasures. Language, Discourse, Society. Londra: Palgrave Macmillan.

, , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir