- Natural Born Killers, her şeyden önce, şiddet olgusunu en ince ayrıntısıyla ele alan ölçüsüz bir film. Şiddetin her boyutu, aile içi şiddet, cinsel şiddet, filmlerdeki ve televizyon programlarındaki yani genel olarak medyadaki şiddet, polis şiddeti, sokaklardaki şiddet, politik şiddet, nedensiz şiddet; kısacası fiziksel ve psikolojik şiddetten anlatının tüm paralel öykülerinde bahsediliyor.
İnsanlar içinde kötülüğü ve iyiliği aynı anda barındırır ama bazıları bunu göstermeyi seçer bazıları ise saklar mesajı veren Katil Doğanlar (Natural Born Killers, 1994), aslında kötülüğün doğuştan gelen bir şey olduğunu söylerken iyilik hakkında bir yorum yapmaz. Hikayesini Quentin Tarantino’nun yazdığı, yönetmenliğini ise Oliver Stone’un yaptığı film, 1950’lerin sonunda insanları katletmekten hoşlanan Charles Starkweather ve Caril Fugate çiftinden ilham alınarak çekilmiş. Film, Mickey ve Mallory Knox çiftinin tanışmalarından itibaren Route 666’da (şeytanın yolu) önlerine gelen herkesi vahşice öldürmelerini ve birer anti kahraman (bazılarına göre halk kahramanı) oluşlarını konu alıyor gibi görünse de aslında sinema tarihinin en net medya eleştirisini de içinde barındırıyor.
Hikayesini “satan” Tarantino’nun, Stone’un oluşturduğu, yani bizim izlediğimiz Natural Born Killers’dan nefret ettiği bilinen bir şey, asıl olan senaryonun çok farklı olduğunu söylemiş. Haklı, çünkü yüksek ihtimalle yönetmenliğini Tarantino’nun yaptığı bir Natural Born Killers’da filmin yapı taşı olan medya ayağını bu kadar derin bir anlatımla göremeyip sadece vahşet kısımlarına ve aşk hikayesine yoğunlaşırdık. Fakat film yine de Tarantino’nun yerdiği ölçüde sevimsizlik boyutlarında bir anlatımla, Amerikan aile yapısı, toplumu ve medya eleştirisini ağır bir şekilde bünyesinde barındıran, ara ara belgesel niteliğinde rahatsız edici bir film.
Natural Born Killers, her şeyden önce, şiddet olgusunu en ince ayrıntısıyla ele alan ölçüsüz bir film. Şiddetin her boyutu, aile içi şiddet, cinsel şiddet, filmlerdeki ve televizyon programlarındaki yani genel olarak medyadaki şiddet, polis şiddeti, sokaklardaki şiddet, politik şiddet, nedensiz şiddet; kısacası fiziksel ve psikolojik şiddetten anlatının tüm paralel öykülerinde bahsediliyor. Filmde işlenen görüntüler izleyicide film içinde başka bir film varmış algısı yaratıyor. Mesela, renkli bir görüntü izlerken aniden araya siyah beyaz bir sahne giriyor, bu gerçeği yakalamak için kasıtlı olarak yapılan bir şey. Siyah beyaz görüntüler bize paralel dünyaları vermek için gösterilmiş, hangisinin gerçek hangisinin gerçek olmadığı da seyircinin yorumuna bırakılmış aslında. Ayrıca siyah beyaz görüntülerin kullanımının farklı amaçları da var. Mesela bazı barbarca vahşet görüntüleri siyah beyaz ile maskelenmeye çalışılmış. Bu siyah beyaz kullanım, iyi ile kötü arasındaki çizgiyi şeffaflaştırılıyor zaman zaman. Çünkü siyah ne kadar kötüyü, fesatlığı temsil ediyorsa, beyaz da bir o kadar iyiliği, masumiyeti, saflığı temsil eder. Siyah beyaz görüntülerde temel olarak Mallory ne kadar masumane gösteriliyorsa diğerleri de o kadar şeytani, pis yönleriyle gösteriliyor. Siyah beyaz kullanımının bir başka amacı da romantiklik ama bunun çok fazla altı çizilmemiş. İlk karşılaşma sahneleri siyah beyaz olarak veriliyor sanki eski filmlerdeki gibi. Ama aslında bu durum da oldukça ironik.
Çıngıraklı yılan görüntüsünün ve sesinin özellikle verilmesinin sebebi ise, çıngıraklı yılanın doğadan çıkan bir hayvan olması ve doğal olarak bir öldürme, zarar verme güdüsüne sahip olmasından kaynaklı. Çıngıraklı yılanla bir anlamda da Mickey ve Malory’nin aslında doğuştan öldürme yetisine sahip oldukları anlatılmak istenmiş ama Mickey’nin yılan gördüğü an paniğe kapılması da manidar.
Filmde kırmızı ve yeşil renkler siyah beyaz kadar çok kullanılmış. Kırmızı genelde romantik bir renk olarak görülse de bu filmde zıt bir biçimde karşımıza çıkıyor; kanı, ölümü, ateşi, kötülüğü, karakterlerin şeytani yönlerini ve saldırganlık duygusunu temsil ediyor. Yeşil ise, en temel şekilde doğanın ve tabiatın rengidir. Yaptığı etki normalde pozitiftir ama filmde yine zıt bir şekilde, negatif anlamda kullanılmış; yani, iç karartıcılığı, kıskançlığı ve deliliği ifade ediyor. Bu nedenle Mickey’nin hasta ruhlu olduğunu belirtmek için yeşil renkler kullanılmış. İlk sahnedeki limonlu pasta, yeşil neon eczane gibi. Tabii renklerin özellikle bazı sahnelerde abartılması ve yapay ışık kullanılması filmdeki genel plastiklik ve yapaylık etkisini artırmak için de olabilir.
Film müziğindeki ritmin nasıl ve hangi biçimde kullanıldığı seyircilerin duygusal tepkilerini etkilemektedir. Bir filmde müzik kullanımının en temel nedeni, belirli sahnelerde seyirci algısını yoğunlaştırmaktır. Müzik, sinemada genel olarak sahnenin verdiği mesaja ve duruma paralel olarak, bir duyguyu artırmak veya görselliğe yeni bir duygusal anlam katmak için ya da görsel görüntülerin tonu ile kontrast şekilde anlam yaratmak için kullanılır.
Natural Born Killers’da kullanılan müzik ve ses ile verilen duygular ters orantılı. Normalde, bir aşk sahnesinde duygusal bir müzik çalınır ya da komik bir olay veya diyalogdan sonra gülme efekti kullanılır ama bu filmde birçok görüntüde kullanılan müzikler ve sesler ters orantılı. Filmdeki ses efektleri stratejik olarak belirlenmiş, gerçekliği kapatıcı yönden bize gösteriliyor. Mickey, Mallory’nin babasına vurduğunda, çizgi filmlerdeki gibi kuş ötmesi sesleri çıkıyor. Dövüş ve öldürme sahnelerinde sert bir müzik çalıyor ama çalınan müzik agresif değil tam tersine eğlenceli. Bir kadının alnından vurulma sahnesi bile yavaş çekimle, yine sanki çizgi filmlerdeki kazalar gibi seslerle veriliyor. Herhangi bir ciddilik yok. Ses ve görüntünün birleşimi aslında kötü olanı bir şekilde kapatıyor. Yönetmen bu ses efektlerini, insanlığın sabit görüşlerine karşı bir eleştiri olarak da kullanmış olabilir. Bir öldürme sahnesinde opera müziğinin kullanılması, taciz sahnesinde neşeli müziklerin çalınması ve bu sahnelerin güzel bir şeymiş gibi sitcom içinde verilmesi, gülme efektleri kullanılması, hepsi birer tepki.
Filmin en dikkat çeken sahnesi, bize yan öykü olarak sunulan sitcom sahnesi. Burada medya ve televizyon dünyasının çarpık görüşünü, medyanın nasıl toplumu sansür ve filtrelediğini ortaya koymak amaçlanmış. Taciz sahnesi klasik komedi filmi tarzında gösterilmiş. Baba figürü, kızı Mallory’e sarkan, ağzı bozuk, baskıcı, saldırgan ve kötü bir figür olarak verilmiş. Anne figürü de belirgin biçimde pasifize edilmiş ve pasif anne de aile içi şiddetin hem yardımcısı hem de potansiyel kurbanı olmuş. Normalde bize medyanın dayattığı normal aile görüntüsü verilmiş, klasik bir sabah kahvaltısı bütün aile birlikte ama yönetmen senaryoyu zıt görüntüler ile işleyerek ve seslerle birleştirerek bize bunun tam zıttının da toplumda var olduğunu ve üstünün örtüldüğünü güldürü ve neşeli seslerle ifade etmeye çalışmış. Medyanın insanlara dayattığı normal aile tablosunun aslında olmayabileceği, aile içi şiddet, taciz ve tecavüz gülme efektleri ile normalleştirip insanlara sunulmuş. Bu sahnede kahkaha efekti oldukça önemli bir rol oynuyor. Babasının ağzından ne kadar kötü söz çıkarsa çıksın bunlar gülme efektiyle örtülmüş. Ses, burada söylenen sözler için stratejik ve aslında ideolojik bir araç, amacı sansürlemek ve üstünü örtmek. Sonuç olarak Mallory’nin hayatının bu kısmının bu şekilde verilmesi korkutucu olan yanların kapatılması, abartılı oyunculuklar, sitcom ve güldürü ile sağlanmış. (Ek bilgi: Bu sitcom sahnesi, 1950’lerde Amerika’da yayınlanan “I love Lucy” dizisine bir göndermeymiş, bu yüzden sahnenin başında “I love Mallory” yazıyor.)
Muhabir/gazetecinin en temel amacı halka dürüst ve doğru haber vermektir ama filmde şöhret ve reyting avcısı, insanları kandıran bir karakter var: Wayne Gale. Şiddet olaylarının medyada meşrulaştırılmasını, yanlış ve kötü olan şeylerin bile haklı çıkarılmasını, yani direk olarak medyayı temsil ediyor. Reyting için kötü olanı iyi olarak tanıtabilecek biri. Normalde halka iyi bir insanmış gibi gösterilse de, yaptığı her işte aslında içinde olan kötülüğü göstermek için karakterin şeytan hali kesit kesit film içerisinde sunuluyor, kana bulanmış, şeytan gibi boynuzları var. Mallory ve Mickey filmde katilden çok, örnek alınması gereken bir çift gibi tanıtılıyor. Hayranları var, sokaklarda onlar için eylem yapan bir sürü insan var, ünlü dergilere bile kapak olmuşlar. Bu da yine medyanın kötü olanı reyting uğruna meşrulaştırmasını eleştiren bir mesaj.
Yolda arabayla giderlerken ya da otel sahnelerinde, sürekli olarak camdan dışarısının gerçek manzarasını göstermek yerine değişik görüntüler kullanılmış. Bunlar Hitler’in görüntüleri, cinsel ilişkiye giren ya da ölü olarak gösterilen hayvanlar, savaş, cinayet, tecavüz sahneleri gibi çok çeşitli. Sanki arka planda sürekli ‘zaplanan’ görüntüler var. Bu durum televizyona ve medyaya olan bağımlılığı temsil ediyor olabilir. Biz sahneyi izlerken arka plan görüntüleri isteğimiz dışında değişiyor ve seyirci onları da görmek zorunda bırakılıyor. Görüntülerin çok yüksek bir bölümü rahatsız edici, ama aslında günümüz medyası da bundan ibaret. Belki de yönetmen seyircinin “biz aslında neler izlemek zorunda kalıyoruz?” sorusunu sormasını istediği için böyle yapaylaştırıcı bir teknik kullanmış. Mickey’i ise bazı sahnelerde çocukken televizyon izlerken görüyoruz.
Bunun yanında diğer karakterlerin Kızılderili karakterin büyüsünden korktuğu sahne, teknolojinin ana rakibinin bir tedirgin edicilik aşılaması olarak özetlenebilir. Çünkü Kızılderili burada doğal ve doğadan gelen olarak temsil edilmiş. İlkel bir kulübede yaşıyor, teknolojiden tamamen uzak. Ama burada bile karakterlerin üzerlerine yansıyan kelimelerle onların hala bir televizyona hapsolan hayatları resmediliyor bir yandan.
Mickey’nin filmin ilk sahnesinde barda otururken süt istemesi ve Mallory’nin anne ve babasını öldürdükten sonra kaçarlarken odasından çıkan erkek kardeşinin tek gözünün Alexvari bir makyajla boyanmış olması da sistem eleştirisi denince akla ilk gelen filmlerden olan Otomatik Portakal’a (A Clockwork Orange‘, 1971) yapılan bir gönderme.
Sonunda ise çiftimiz yanına medyayı da alarak (Wayne Gale) kaçışlarının ardından onu kamera karşısında öldürüyor. Yani sonunda Wayne Gayle’in yaşama sebebi, hayatını üstüne kurduğu kameranın ölümüne tanık olması hatta sebebiyet vermesi, filmin verdiği neredeyse bütün mesajları özetliyor. Sonunda şeytan ölüyor ama son sahnelerdeki zaplama görüntüleri, şiddet ve taciz davalarının kesitleriyle anlaşıldığı gibi medya hala kötü olanı işine geldiği gibi meşrulaştırmaya devam ediyor.

Yeditepe Üniversitesi Radyo,Televizyon ve Sinema Bölümü öğrencisi.