Spotlight, devletin baskı aygıtlarından biri ile devletin en güçlü ideolojik aygıtının çatışmasıyla başlar; polis ve din. Yani bir rahibin çocuk istismarının gizlenmesi ve polislerin bunu uzaktan izlemek zorunda kalması. İki polis arasında geçen “basını bu davadan uzak tutmak zor olacak”, “hangi basın” diyaloğundan ise devletin dördüncü gücü olması gereken basının da devre dışı kaldığı anlamını çıkarabiliriz. Filmin başlarında kiliseye dava açmak yargıca ve onun hangi cemaatten olduğuna göre değişir şeklinde bir diyalog var. Bu olay, bizlere belli başlı bir ideolojinin de kendi içinde bölünüp, daha çok ve daha az sözü geçenler olarak temelde iki kutba ayrılabileceğini gösteriyor. Din ideolojisinin ne kadar önemli olduğunu vurgulamak için şu örneği de verebiliriz: Filmin ilerleyen dakikalarında çocuk istismarına karışan daha fazla rahip olduğu anlaşılıyor ve daha derin bir araştırma yapılmaya başlanıyor. Sonucunda ise adliyede bu konuyla ilgili hiçbir dosya bulunamıyor ve ortaya çıkıyor ki, davaların hepsi gizli kapaklı anlaşmalar yürütülerek kapalı kapılar arkasında yapılmış. Yani davalar adliyeden çekilmiş ve direk olarak kilise ile anlaşılmış. Bu olaylardan anlaşılacağı üzere din başlığı altında ne işlenirse işlensin bir kulp bulunup sorunun çözülebileceğini görüyoruz. Önemli olan istismara uğramış çocuklar değil “din” başlığı altında olan kötü hiçbir şeyin kapalı kapılar ardından çıkamayacağı ve çıkmasına uğraşan herkesin bir şekilde susturulacağı gerçeğidir. Susturma olayı ise filmde, bir takım şantaj ve para yedirme ile yapılıyor.
Filmde cinsiyet kavramı, eşcinsellik gibi konular asla ön planda değil. Olayın eşcinsellik değil çocuk istismarı olduğu çoğu yerde tekrarlanmış. Burada aslında başka bir ideoloji aşılamaya çalışma durumu var. Homofobik toplumlarda din ön plana çıkıyor. Çünkü din adamlarının, çoğunluğu erkek çocuklarına yaptığı istismar, farklı açılardan değerlendirilebilir. Filmi de kendi ideolojileriyle izleyen insanlar buna farklı açılardan bakabilir yani. Genel olarak bir insanın eşcinsel olması ya da bir din adamının eşcinsel olması değil filmin tartıştığı konu, sadece çocuk istismarı.
Filmde istismarcı rahipler bir ceza almıyorlar. Zaten olaylar savcılığa taşınmayıp gizli yürütüldüğü için kimse de peşine düşemiyor. Peşine düşecek tek kişi olan çocuk ve ailesi de para karşılığı susturuluyor. Ya da çocukların, bu durumun peşine düşecek bir aileleri bile olmuyor. Çünkü rahipler istismar edecekleri kişileri düşük gelirli, babası olmayan, ailesi boşanmış, sessiz, utangaç çocukların arasından seçiyorlar. Yani film, eşcinselliği destekleyen ya da eşcinsel olan insanların göz perspektifinden de incelenmeye kapıları kapatıyor; çünkü olay bir partner seçmek değil kurban seçmek. Rahipler ceza almıyor ama olayları yürüten avukata göre yargıç bu rahipleri görevden alma sözü veriyor. Filmin ilerleyen dakikalarında ise rahiplerin görevden alınmadığını “sick leave” yani hastalık izni, ya da atanamamış tarzı bahaneler ile bir süre mesleğe ara verip daha sonra başka bir kilisede işlerine ve istismara devam ettiğini görüyoruz. Bu bahaneler ile eski kayıtları araştırdıklarında ise rahiplerin sayısının araştırmaya başladıklarındakinden çok daha fazla olduğunu öğreniyorlar.
Filmin ilk bir saati daha toplumsal ve genel giderken bir olay ile kişiselleşmeye başlıyor. Spotlight araştırma ekibinden evli ve çocukları olan bir gazeteci, istismarcı rahiplerden birinin kendi evinin yakınlarında yaşadığını öğreniyor. Araştırma gizli yürütüldüğü için bir şey söyleyemiyor fakat çocuklarını o adamın evinden uzaklaştırmak için elinden geleni yapıyor, üstü kapalı olarak. Hatta filmin doruk, tepe noktasının bu sahne ile başladığını söyleyebiliriz. Bu sahne ile izleyici ile filmin işlediği olay daha çok bütünleşiyor, izleyiciyi empati yapmaya itiyor. İzleyici ise düşüncesi, bakış açısı ne olursa olsun, kendi çocuğunu, kendi yakınlarını düşünüp filmin aşılamak istediği ideolojiye daha çok yaklaşıyor.
Filmin bir diğer önemli sahnesi de Spotlight ekibinin davaların üstünü kapayan avukatla olan konuşması. Ekip avukattan rahiplerin ve kurbanların isimlerini açık bir şekilde tehdit ederek istiyor. Burada devletin dördüncü gücünün nihayet bir yaptırımı olmaya başladığını düşünüyoruz. Fakat avukatın verdiği “size onların isimlerini zaten yollamıştım” sözü üzerine film şu zamana kadar inşa ettiği “basın” tabusunu kendi elleriyle yıkıyor. Bu sahneye kadar da bu konuyla ilgi birkaç ihbar, haber ve belgenin gazeteye ulaştırıldığı ama bir geri dönüş alınmadığı alttan alttan veriliyordu. Fakat söz konusu sahnenin, filmin doruk noktasında yer almasından ve tepkiyi gösteren kişinin devletin baskı aygıtlarından biri olmasından ötürü daha vurucu oluyor. Bu dakikadan itibaren film tarafından bize net olarak “kötü” ve “iyi” gibi yüzeysel kavramlarla gösterilen her şeyin aslında bir temsilden ibaret olduğunu görüyoruz. “Kötü” olarak gördüğümüz olayların üstünü kapamaya çalışan avukatın aslında olay ilk olduğu zaman bir şeyler yapmaya çalıştığını ve “iyi” olarak gösterilen basının haberi olmasına rağmen olayı görmezden geldiğini öğreniyoruz. Bu olay ise filmin bize belli başlı, değişmez bir ideoloji sunmadığını gösteriyor. Algımızı sabit tutmamamız gerektiğini, kötü ve iyi olan her şeyin hiçbir zaman yüzde yüz olarak öyle olmadıklarını ve öyle kalmayacaklarını anlamamızı istiyor.
Basının daha önceden olayları bilip hiçbir şey yapmaması filmde yer yer eleştiriliyor. Yapımda Ermeni avukatın “Bütün köy bir çocuğu yetiştirebildiği gibi pekala ona tecavüz de edebilir,” sözü aslında filmin “sorumlu” olarak gördüğü kişilerin kimler olduğuna işaret ediyor: Herkes. Bu durum da bize aslında olayda tek bir suçlu olmadığına ve herkesin olayda bir parmağı olduğuna işaret ediliyor. Fakat filmde yer verilişi açısından burada aynı zamanda bir derecelendirme problemi var: Bazılarının suçu daha az görünüp empati yapmaya açıkken bazılarının daha ağır ve empatiye tamamen kapalı.
Değişmeden kalan tek ideoloji: Din ve Kilise
Filmde farklı dinlerden temsiller bulunuyor. Din adamlarının çocuk istismarı konusunu gündeme getiren kişi, gazeteye yeni gelen Yahudi editör. Olayı açığa çıkartmak için araştırma yapan avukat ise Ermeni. Ve bu iki farklı dinden olan karakterler aynı zamanda “azınlık” olarak lanse ediliyor. Amerika çoğunluk olarak Hıristiyan bir ülke. Spotlight ekibinin bağlı olduğu gazetenin okuyucularının %53’ü Katolik Hıristiyanlar. Bu önemli bir nokta, çünkü istismar eden kişiler ve istismara uğrayan kişiler Hıristiyan. Gazetenin olayları aslında daha önceden bilip görmezden geldiğini düşünürsek, onlar da Hıristiyan. Ama en başından beri bu olayı halka duyurmak isteyen kişiler Ermeni ve Yahudi. Burada bir din eleştirisi mevcut, ama bu direk olarak göze sokulmak yerine bazı küçük ama net sahnelerde altı çizilerek aktarılıyor.
Filmin ana ideolojisi olan “din” temelden bakıldığında iki farklı bakış açısı sunuyor seyirciye. Bir tarafta olayın kiliseyle bağlantısını umursamadan olayı deşen, açığa çıkması için çalışan insanlar var, diğer tarafta ise olay sadece kiliseyle ilgili diye üstünü kapamaya çalışan insanlar. Bu durum avukatlar ve üst düzey temsilcilerde de görülüyor, halkta da. İstismara uğrayan çocukların yakınlarından biri, olayı açığa çıkarmamaları, şikayetçi olmamaları için çevresindeki insanlardan baskı gördüğünü söylüyor örneğin.
Spotlight ekibi asıl amaçlarının dini ya da başpiskoposu alt etmek değil sistemi değiştirmek olduğunu çok kez dillendiriyorlar. Bu nedenden dolayı da haberi son ana kadar yapmıyorlar. Çünkü ellerindekilerle bir haber yapacak olsalar bu sadece belirli rahipleri etkileyecek ve bir süre sonra ekip tekrar başa dönecek. Ama amaçları sistemi değiştirmek olduğu için ulaşabildikleri her kanıta ulaşıp sağlam bir haber yapma amacındalar. Fakat filmde çok güçlü bir ideolojik aygıttan söz ediyoruz. Din birçok insanın sorgulamadan inandığı bir oluşum sonuç olarak. Kilise olaydan haberdar olduğu zaman olaya müdahale etmeye başlıyor, halka açık olan belgeler kayboluyor örneğin. Buradaki ideoloji dinin önüne kimse geçemezden öte, aslında, din adamları hem çocuk istismarı yapıyor hem de bunu saklamak için her imkanı kullanıyor şeklinde. Seyirciye gösterilmek istenen de tam olara bu, fazlası değil. Seyircinin dine olan bakış açısını manipüle edecek bir girişimden ya da tercih empoze etmeden uzak bir yaklaşım var film boyunca. Din olgusu bir iyi açıdan bir de kötü açıdan lanse ediliyor. Örneğin; başpiskoposun bile istismarların farkında olduğu ve bir şey yapmadığını izleyicisine sunan film, aynı zamanda istismarla ilgili önemli dosyaların halka açık olması için emir veren yargıcın İrlanda kökenli bir Katolik olduğunu vurgulamaktan da geri kalmıyor.
Filmin sonunda ise, her şeye rağmen haber yayınlanıyor ve birçok kişiye ulaşarak büyük bir yankı yaratıyor. Ardından aynı duruma maruz kalmış belki binlerce insan Spotlight ekibine ulaşıyor. Burada Spotlight tam olarak kamunun temsili olarak karşımıza çıkıyor. Sonuç olarak ne olduysa oldu, kim ne yaptıysa yaptı, haberi yayınlama cesaretini Spotlight gösteriyor. Belki buna filmin sonunda tam olarak “iyi, doğru” kavramının temsili gösteriliyor diyebiliriz. Fakat bu durum da elbette kişisel bir görüş.
Yeditepe Üniversitesi Radyo,Televizyon ve Sinema Bölümü öğrencisi.