- Jep kendi dünyasının dışından içeriye doğru baktığı anda öteki tarafın gerçekliği ile karşılaşır. Jupiter heykeliyle sembol olarak gösterdiği benzerlikten sıyrılıp ona benzeme arzusundan da kurtulduğu an, hedonizmi de alt ettiği andır. Kendi gençliğine dönmesinin sebebi de budur. Gençliğinde sadece sosyeteye girme arzusuyla tutuşan Jep, bu dünyanın esiri ve doğal olarak Roma tarafından esir alınan biri olmuştur. Bu arzuyu ilk defa gören turist büyülenmiş ve bayılmıştır. Şehrin esaretine yenik düşen her bünye, onun büyüsünden etkilenmekle cezalandırılır ya da mükâfatlandırılır.
Konuk Yazar: Burç Karabulut
Bir turist olarak Roma şehrine bakılacak olunursa, Roma’nın altından çıkanın sadece Roma İmparatorluğu ve Hristiyanlık dönemine ait kalıntılar olmadığı, aynı zamanda Roma arkeolojisinden lüks ve debdebenin ağır bastığı bir yaşam da ortaya çıkacaktır. Her antik şehirde olağan olan ama Roma’da farklı olan nedir diye sorulabilir. Cevap ise; çağ değişimine rağmen her daim ihtiyaç duyulan o boş hedonizm duygusu olacaktır. Roma İmparatorluğu’nun en şaşaalı dönemlerinde imparatorların ve zenginlerin eğlenmek ve zaman geçirmek adına patlayana kadar yemek yediği söylenir. Bu yemek öyle uzun sürer ki; tıka basa doyan zengin Romalı daha fazla yemek yemek için yediklerini çıkarır. O arada tuvalete bile gitmedikleri rivayet edilir. Roma’da var olan zenginlik durumunu herhalde anlatmaya yetecek bir örnektir bu. Post-modern İtalya’yı bugünlerde saran ekonomik krizde dahi bu zenginlik sürekli devam eder. Özellikle son Berlusconi döneminde bu zenginliğin yaşandığı muhtemelen tek yer olan sosyetenin hedonizmi ile Roma’nın Muhteşem Güzellik’i paralellik gösterir.
Jep, İtalyan sosyetesinin aranan yüzü, Roma’dan hiç dışarı çıkmamış bir adamdır. Yazdığı İnsan Aygıtı (Human Apparatus) kitabıyla sosyeteye girmeye hak kazanmış; sürekli eğlenen, hatta eğlenceyi öne çıkaran bu insan grubuna iyi uyum sağlamıştır. Onlar gibi giyinir, onlar gibi içer, onlar gibi konuşur. Yeri gelince içki ve Breton’dan bir alıntı yaparak kadınları etkileyebilir. Giyinmeden başka bir derdi olmayan ve partiden partiye koşan Jep, bir anlam arayışına çıktığı bu grupta kendisinin ne olduğuna hüküm verir: O bir zavallıdır. Aslında Jep’e göre sosyete denen grup içinde bulunan herkes zavallıdır. Bunların farkına vardığı anda bir İtalyan galerisindeki Jupiter heykelinin uzandığı gibi uzanır önündeki koltuğa; çaresiz ve yorgun. Akşamları eğlenen o adam, sabahları hep aynı soruyla karşı karşıya gelmektedir. Ve cevabı, “bugün ne yapacağımı bilmiyorum”dur; sosyetede ne yaptığını bilmediğini bilen tek kişidir. Yine de önemlidir, sorulara cevap vermeye çalışarak kısır döngüsel bir biçimde elimizden kayıp giden gerçeği umutsuz arayışımız. Jep’in de sorulara vermeye çalıştığı cevaplar gerçeğin umutsuz olduğunu göstermektedir. Adeta bir möbius şeridi gibi köşesiz, tarafsız, 180 derece dönüp kendine gelen bir şerittir gerçek. Lacan, möbius şeridini fantezinin iki yöne akan sürekli hareketini tarif etmek için kullanır. Bir karınca yürüyecek olursa hiçbir köşeden geçmeden şerit üstünde dolaşabilir. Jep de Roma içinde böyle dolaşır.
Fiziksel olarak her yere gidebilecek olan Jep aslında aynı 180 derecelik alan içinde dolaşır. Roma’da galerilere girmesini sağlayacak anahtarları, her kapıyı açmasına yetecek kadar itibarı, sanat dergisine yazı yazacak kadar bilgisi olan Jep, kendini Roma’daki hedonizm dünyasına hapsetmiştir. Jep için Roma önü alınamayacak bir fantezi dünyasıdır. Kafasını taşlara vuran bir sanatçıyla yaptığı röportajda da senin vibrasyonlarını merak ediyorum der. Kıpırdama, etkileşim, hareket Jep’in aradığıdır; ama nerededir? Muhteşem Güzellik’i yakaladığı anda kaybeder. Lacan’a atıfla möbius şeridine dönersek, bu kaybın ve buluşun kendini tekrar eden bir arzu ile talep ilişkisi içersinde olduğunu yakalayamaz. Sanatçıyla yaptığı röportaj Jep için kendi arzusuna ikame edilmesi için bir sebepken, sanatçının yasak koymasıyla yine kayıp ile sonuçlanır. Jep’in arayıp da bulamadığı ve kendi zavallılığına göre çizdiği hayat, ikinci defa en iyi arkadaşının Roma’ya vedasıyla daha iyi anlaşılabilir. Hedonizmden başını kaldıran arkadaşı, burada yapamayacağını söyler. Ve arkadaşı gittikten sonra Jep kafasını çevirdiğinde o büyülü atmosferden bir şeyler kaybolmuştur. Kendi arzusunun arayışındaki Jep, arkadaşı sebebiyle dikkati dağılmış ve arzusunu ikame edecekken yine kaybetmiştir. Son olarak ise; bu durum kutsal bir rahibenin Jep’in evinde uyumasıyla ekranda belirir. Rahibe, Jep’e niye kitap yazmadığını sorar. O da Muhteşem Güzellik’i kaybettiğini söyler. Bu kayıp Jep için en göz önünde olandır; çünkü bilinçdışı olarak kaybettiği bir şeyi ilk defa bilinç tarafına çeker. Hedonizmden arınan Jep, gençliğinde hatırladığı kız arkadaşıyla yeni hikâyesine başlar.
Sonuç olarak; Jep kendi dünyasının dışından içeriye doğru baktığı anda öteki tarafın gerçekliği ile karşılaşır. Jupiter heykeliyle sembol olarak gösterdiği benzerlikten sıyrılıp ona benzeme arzusundan da kurtulduğu an, hedonizmi de alt ettiği andır. Kendi gençliğine dönmesinin sebebi de budur. Gençliğinde sadece sosyeteye girme arzusuyla tutuşan Jep, bu dünyanın esiri ve doğal olarak Roma tarafından esir alınan biri olmuştur. Bu arzuyu ilk defa gören turist büyülenmiş ve bayılmıştır. Şehrin esaretine yenik düşen her bünye, onun büyüsünden etkilenmekle cezalandırılır ya da mükâfatlandırılır.
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.