- Sanat akımlarından Dada ve Fütürizm manifestoları, Dogma 95’in yanı sıra Komünist Manifesto (her ne kadar sanata dair bir manifesto olmasa da yönetmen bu manifestoyu filminde eğreti durmadan işlemeyi başarmış) gibi birçok manifesto, film boyunca kimi zaman Orson Welles’in dekorunu andıran kimi zaman da Leos Carax filmlerinden çıkmış gibi duran görüntüler eşliğinde, Cate Blanchet’in göz dolduran oyunculuğuyla oldukça ilginç bir şekilde ortaya konmuştur
Manifesto filmi izleyiciyi bir okur gibi kurgulayan, izleyicilere bazı sanat manifestolarını okuyan deneysel bir film. Aslında, sanat hakkında birden fazla manifestonun sentezinden oluşan metinler, hepsini Cate Blanchett’in oynadığı 13 farklı karakterin ağzından monolojik bir şekilde aktarılmaktadır. Alman Sanatçı Julian Rosefeldt’in video art enstalasyonundan uzun metrajlı bir filme dönüştürülmüş olan Manifesto, 36. İstanbul Film Festivali’nin en sıra dışı filmlerinden biri olarak görünüyor.
Filmde kendini yansıtma ve öz-bilinçlilik radikal bir şekilde ortaya konmaktadır. Filmin oldukça biçimlendirilmiş teatrel dekoru ve aşırı stilciliğinin aksine, okunan sanat manifestolarının bazıları biçimciliği reddeder. Sık sık kameraya konuşan karakter, filmin bir sahnesinde izleyiciye, izleyicinin sanat yapıtına müdahale etmesinin yanlışlığından bahseder. Sanat yapıtının suni yapısının yanılsama etkisi yaratılarak gizlenmesine karşı olduğunu söyler. Sanatın suniliği yabancılaştırıcı etki ile yok edilmelidir. Film boyunca gerçeklik yanılsaması yaratabilecek hiçbir şey yoktur. Bir burjuva ailesi yemek duasını Claes Oldenburg’un “I am for an Art” isimli sanat manifestosuyla yapar. “Bana göre sanat, sanat olduğunu hiç bilmeden büyüyen ve sıfır başlangıç noktasından başlama şansı verilen sanattır, …bana göre sanat, bir sigara gibi içilen, bir çift ayakkabı gibi kokan bir şeydir…” Bu manifestonun her bir coşkulu ve tutku dolu cümlesi absürt bir şekilde yemek öncesi duası olarak okunmasının ardından, bir sınıfta öğretmen tarafından küçük çocuklara Dogma 95 kuralları okununca da bu sanatsal yapıt, mizahi ve eleştirel kendini yansıtmanın keskinliği ile izleyiciyi bir kez daha şaşkınlığa uğratır. “Kamera elde taşınmalı, ses kesinlikle görüntülerden ayrı üretilmemeli, özel ışıklandırma kullanılamaz.”
Başka bir sahnede Cate Blanchett, bir haber spikeri olarak kavramsal sanatı tartışmaya başlar ve bu sahnede bağlandığı muhabir yine kendisidir. Muhabirin yağmur altında kavramsal sanatı tartıştığı sahnenin sonunda çekim biter ve yağmurun yapay yağmur olduğu ortaya çıkar. Bu film sadece yabancılaştırıcı etkisi ile gerçeklik yanılsamasını tartışmaya açmaz, filmin zaten kendisi bir sanat yapıtı olarak başlı başına kendine bile yabancılaşan, kendi sanat tarihi ve manifestoları üzerine tartışırken kendi ile alay eden bir yapıta dönüşür. Erken modern dönemde kendini yansıtma, Dziga Vertov’un Kameralı Adam filmi ile sinemanın olanaklarının mükemmelliğine bir övgü olarak savunmacıdır. Sinema kendi tarihinin bilincinde olarak kendi hakkında eleştirel bir şekilde konuşmaya ve tartışmaya daha çok 2. Dünya Savaşı sonrası geç modern hareket olarak çıktığı dönemde başlar. Sinemanın ikinci modern evresi olarak geç modern dönemde ilk olarak Bergman, Zindan filmi ile kendini eleştirel yansıtmaya başlamıştır ve kendine dair öz-bilinçliliğini sergilemeye başlamıştır. Godard, özellikle Avangard filmlerinde bu yansıtmayı en radikal şekilde filmlerinin bir üslubu haline getirmiştir. Manifesto filmi, sinemada öz-bilinçliliğin sınırlarını oldukça zorlayan ve kendi yapıtını da kendine karşı oldukça sert ve alaycı bir şekilde yansıtan ilginç bir deneysel avangard çalışma olarak görülebilir. Filmde çoğu zaman manifestoların tersi görüntülerin ve durumların ortaya çıkması da yönetmenin kendi eleştirel anti-tezini ortaya koyması, kendisinin de filmin bütününü bir manifesto gibi oluşturmasını sağlar. Birbirini eleştiren manifestoların bir arada verilmesi, Manifesto filminin ilginç yanlarından biridir. Kimi manifestolar uygarlığı, onun en üst noktası hızı, hazzı, teknolojiyi yüceltirken kimisi bütün modern sistemlerin karşısında durur. Entelektüeller, akademi, müzeler, film eleştirmenleri bir yandan aşağılanırken bir yandan sanatın gündeliğe bulaşsa bile yüce kalması gerektiğinden söz edilir. Sanat akımlarından Dada ve Fütürizm manifestoları, Dogma 95’in yanı sıra Komünist Manifesto (her ne kadar sanata dair bir manifesto olmasa da yönetmen bu manifestoyu filminde eğreti durmadan işlemeyi başarmış) gibi birçok manifesto, film boyunca kimi zaman Orson Welles’in dekorunu andıran kimi zaman da Leos Carax filmlerinden çıkmış gibi duran görüntüler eşliğinde, Cate Blanchet’in göz dolduran oyunculuğuyla oldukça ilginç bir şekilde ortaya konmuştur.
İngilizce Öğretmenliği’nden mezun. Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. Yüksek lisans tezini Haneke’nin kent üçlemesi ve modern bireycilik üzerine çalıştı. Şu an bir kurumda Sinema ve Kent üzerine atölye çalışması yürütüyor.