Muhsin Mahmelbaf’ın sinemanın yüzüncü yılına dair bir saygı duruşu niteliği taşıyan filmi Salaam Cinema (Selam Sinema, 1995), İran’daki sinema algısını her türlü karakter, toplumsal sınıf, meslek ve imtiyazı temsil edecek arketipler ekseninde sunmanın yanı sıra, meşhur “gerçekliğin imajı mı, yoksa imajın gerçekliği mi?” ontolojik sorunsalını (1) düşündürttüğü için kayda değer bir önem arz ediyor. Biçimsel olarak sürdürülmeye çalışılan bu sorgulamanın aynı zamanda içerikte yer alan zıt iki duygu dışavurumunun rollendirilme çabalarıyla da bütünleştirildiği bu incelikli deneyselliğin çekiciliği, “anlık gözlem”in sonucunda neticelenir. Şöyle ki; Mahmelbaf çekeceği yeni filminde oynatmak üzere oyuncu seçimi yapacağını duyurduğu bir gazete ilanı verir. İlanı okuyan binlerce insan, seçimin yapılacağı yere gelir ve yönetmenin kendilerinden iki isteği vardır: İstendiği zaman gülmeleri ve ağlamaları. Fakat orada bulunan oyuncu adaylarının tümünün bilmediği şey ise bir “anlık gözlem”in içinde yer aldıklarıdır. Yani oyuncusu olmak için geldikleri filmin içinde oyuncu olarak yer aldıklarının farkında değillerdir ve zaman zaman yönetmenin ısrarla bu gerçekliği dillendirmesine rağmen de inanmakta zorluk çekerler.
Susan Sontag, fotoğraf ile Platon’un mağara metaforundan yola çıkarak gerçeklik sorgulaması yaptığı Fotoğraf Üzerine adlı kitabında fotoğraf çekmenin bir müdahil olmama eylemi olduğunu ileri sürer. Çeşitli örneklemeler ile pekiştirdiği bu görüşünü, karşılaştığı dehşetengiz bir olay karşısında müdahalede bulunan kişinin kayıt yapamayacağı; kayıt yapan kişinin de müdahalede bulunamayacağıyla izah eder.(2) Sontag’un Platon’un mağara metaforuna atıfla Ulus Baker, fotoğraf ve kadraj ilişkisinden yola çıkarak Lascaux mağaralarında bulunan koşan, avlanan hayvan resimlerinin kendi varlıklarına, yani gerçekliklerine sahip olduklarından bahsederek, bu mağara resimlerinin kendi içindeki gerçekliklerine –bir avlanma ritüeline sahip resimlerin etrafına ağaç, kulübe gibi çeşitli betimlemeler eklenmesi ile kadrajlama eyleminden bahsedilebileceğinden söz eder.(3) Baker’i destekleyen gerçekliğin yorumlanmasına dair görüşleri Sontag’da da bulmak mümkün: “Görüntülerin gerçekliği gasp etmelerinin asıl sebebi, bir fotoğrafın her şeyden önce hem bir görüntü (resmin de bir görüntü olması gibi), ‘gerçek’ olan şeyin bir yorumu, hem de bir iz, bir ayakizi ya da ölüm maskı gibi ‘gerçek’i doğrudan çoğaltan bir şey olmasıdır.”(4) Mahmelbaf’ın Salaam Cinema’sı, yönetmenin kendisinin de (fotoğrafa müdahale eden kişinin) filmde yer alması ile müdahale eden-yorumlayan ilişkisini daha girift bir yapıya büründürür. Yönetmenin müdahalede bulunan işlevselliğini kadrajın içine dâhil ederek gerçeklik gaspının önüne geçmesi, görüntü-dünyasından gerçek-dünyaya bir geçiş yolu açar. Mahmelbaf’ın dâhiyane bir şekilde filmin ilk odisyonunda çarpıtılmış bir âmâ yorumlamasına yer vermesi, bu esnada görüntüyü asla göremeyecek biri üzerinden görüntü algısının nasıl gerçekleştiğine dair sorgulamalarında yanında olan birinin betimlemesine ihtiyaç duyulmasından bahsetmesi de fotoğraf-gerçek-betimleme üçlüsüne dair bir katkı sunar. Fakat çarpıtılmış âmâ rolü üzerine en çarpıcı anlar bunun dışında gerçekleşir. Çünkü yönetmenin aradığı şey gerçeğin kendisidir ve daha sonra tekrar edecek olan sinemanın acımasız olduğuna dair en realist soru o anda dile gelir: “Ama ya verilen rol gören bir kişi içinse?” Rol yapmaya yönelik bu ilk girişimde gerçeklik algısını kıran yapıyı, asıl yorumlayıcı rolünde bulunması gereken kırmıştır. Ve ona göre görüntü gerçek olana en yakın olduğu müddetçe hakiki olandır. Âmâ bir rol varsa, bunu bir âmâ oynamalıdır.
Tüm odisyon süreci boyunca yönetmenin katılımcılardan rol yapmalarına yönelik iki isteğinden biri olan gülme eylemi yerine getirilebilirken, diğer isteği olan ağlama yerine getirilemez. Ağlamanın zor olduğunu ve bir anda gerçekleştirilemeyeceğini öne süren bir katılımcının isteği üzerine orada bulunan bir oyuncunun istenen süre içerisinde ağlaması da yönetmen tarafından başarısızlık olarak addedilir. Çünkü ağlama duygusunun içinde barındırması gereken acı çekme durumunu hiçbir karakterde bulamamıştır. Fakat bu anlarda asıl dehşet olan rol yapılmasını (ağlanmasını) isteyen ve istediğini alamayan otoritenin buyurganlığı ve inadı değil, acımasız davrandığını öne sürdükleri yönetmenin (otoritenin) kendi yerini adaylara bıraktığı anda aynı acımasızlığa bürünebilmelerinde; yani rol yapmaya başladıkları anda. Peki, bu durum görüntü ve gerçeklik ilişkisinde neyi temsil ediyor? Bunun yanıtını ‘ben senin gördüğünüm’ cümlesi ile izah edebiliriz sanırım. Burada ifade etmeye çalıştığım, görüleni algıdaki gibi var kılan her şeyi temsil ediyor. Bir odisyon sürecinde olmalarına ve isteneni yerine getirmeye çalışmalarına karşın ekranda gerek yönetmenin gerek oyuncuların rol yapma sahteliğine ihtiyaç duyulmamaktadır. İlk andaki çarpıtılmış âmâ oyununu yönetmenin bozması ve kendi yerini alanlara istenenin zor olduğunu bilmenize rağmen benim kadar nasıl acımasız olabildiniz çıkışı, gerçekliği ortaya koymak adına atılan adımlar.
Film boyunca yönetmen, gerçeğin yorumlanması ve gerçeği, bir maddenin var olduğu ortama insandan daha çok hâkim olabildiği; çünkü hayata dair bir yargısının olmadığı tezi ile ortaya koyuyor. ‘Ben senin gördüğünüm’ cümlesindeki nesnel gerçekçi yaklaşım ve görüntünün kopya ve asıl ile ilişkisindeki hakikat, görüntünün gerçek ile benzerliği arasındaki paralelliktir.
Kaynakça:
1) Baker, Ulus, Yine Sinema Üzerine, http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=21,149,0,0,1,0
2) Sontag, Susan, Fotoğraf Üzerine, Agora Kitaplığı, 1. Baskı, 2008, İstanbul, s. 13-14
3) Baker http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=21,149,0,0,1,0
4) Sontag s. 181

Kimya Mühendisliği mezunu. İnovasyon, Girişimcilik ve Yönetim bölümünde başladığı yüksek lisans eğitimini bırakarak Marmara Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansına başladı. Çeşitli film festivallerinde görev almasının yanı sıra İnönü Üniversitesi Kısa Film Festivali’nin yürütmesini yaptı. Cineritüel sitesinin kurucusu ve yazarı.
Merhaba,
ben sitenizi severek takip ediyorum, ancak bir soru sormak istiyorum konu ile ilgili bana yardımcı olunursa sevinirim; keşfet bölümünüzde çok film var, ben hepsini izleyecek fırsat bulamıyorum, güncel sinemayı da takip etmem gerekiyor, ikisi arasında sıkıştım kaldım. konu sizin için saçma gelebilir ama benim için önemli bir konu. geri dönüş yapılırsa çok sevinirim. sevgiler.
Merhaba,
Keşfet bölümümüz sinemanın sadece güncel veya popüler filmlerden oluşmadığını, gözden kaçan cevherlerle dolu olduğunu belirtmek için kullandığımız araçlardan biri. Bu sebeple, her hafta 1910’lardan günümüze kadar büyük bir yelpazede bir seçki sunuyoruz. Zaman az, izlenecekler çok olduğundan, sorduğunuz soru gayet makul. Belki günceli takip ederken bir elemeye girebilirsiniz. Sizin, ikisi arasında olması gereken dengeyi koruyacağınızı düşünüyorum. İlginize teşekkür ederim.
Merhaba,
aslında cevap beklemiyordum, dikkate aldığınız için teşekkür ederim. Çok film var, keşfet bölümünüzün sıkı takipçisiyim bilmenizi isterim. Haftada bir kendime keşfet film kuşağı yapıyorum. Günceli eleme konusunda da haklısınız. Bütün filmleri izlemeyeceğiz sanırım. İyi çalışmalar.
Selamlar;
Acaba Keşfet bölümünüzü böyle liste haline getirebilir misiniz? Çünkü word dosyasına kopyalayıp, çıktı alacağım, haftada 1 keşfetten izleyeceğim, oradan sileceğim, bu da yaklaşık 1 sene mi alır, dolasıyla bir kağıt çıktısı bana kolaylık sağlar, cevap verirseniz çok sevinirim, lütfen cevabınızı mail adresime yollarsanız sevinirim
Sitenizi çok seviyorum.
100. önerimizle birlikte siteye dizin olarak da ekleyeceğiz. Size mail olarak da ben yönlendireceğim. Güzel sözleriniz için teşekkür ederim.