İtalya’da faşist iktidar zamanında Hollywood filmlerinin taklidi olan, aynı zamanda Mussolini’nin İtalyan İmparatorluğu ülküsünün propagandasını yapan “beyaz telefon” filmlerine karşı bir başkaldırı destanı olan İtalyan Yeni Gerçekçiliği, her ne kadar bazı sinema kuramcılarına göre yol göstericisi olarak Visconti’nin Ossessione filmi gösterilse de oluşumunu Roberto Rossellini’nin savaş üçlemesi ile yaşadı. Üçlemenin ilk filmi Roma, Citta Aperta (Roma, Açık Şehir), gösterime girdiğinde seyirciden ve İtalyan eleştirmenlerden ilgi görmemişti. Fakat film, Fransa’da gösterme girdikten sonra beğenildi ve tüm dünyanın gözü İtalyan Yeni Gerçekçi sinemasına çevrildi.
İkinci Dünya Savaşı’nın oluşturduğu yıkımı ve yoksulluğu sosyolojik bir şekilde ele alan Gerçekçi sinema, birçok kişiye göre siyasal yapıdan uzak, toplumbilimsel bir özelliğe sahip şekilde değerlendiriliyor. Oysa Rossellini, Fellini, De Sica gibi yönetmenlerin filmlerinde Hıristiyan hümanizmini; Visconti, Antonioni gibi yönetmenlerin filmlerinde ise komünizmi bariz bir şekilde gözlemliyoruz. Bazin’in, “Şimdilik İtalyan Sineması siyasal olmaktan çok toplumbilimseldir. Yoksulluk, karaborsa, yönetim, fuhuş, işsizlik kadar somut gerçeklerin, seyircinin bilincinde henüz önsel siyasal değerlere yerini bırakmadığını söylemek istiyorum” cümlelerine katılmamın bu noktada mümkün olmadığını söyleyebilirim. Akımın ilk filmi olarak kabul edilen Roma, Açık Şehir filminde Rossellini’nin Hıristiyan Katolik inancı ile komünizmi benzeştirme çabaları ve Visconti’nin Yer Sarsılıyor filmindeki Marksist yaklaşımları dayanak noktalarım olarak gösterebilirim. Buradan yola çıkarak Rossellini’nin savaş üçlemesinde belirli bir şekilde göze çarpan kadercilik olgusunu yönetmenin Katolik inancı ile açıklayabiliriz.
Yönetmen, Katolik inancının etkilerinin görüldüğü Roma, Açık Şehir filmi ile başlattığı üçlemeyi Paisa (Hemşeri) ve Germania anno zero (Almanya, Sıfır Yılı) ile tamamlar. İlk film genel itibariyle İtalyan direnişçilerinin Almanlara karşı verdiği mücadeleyi konu edinirken, Hemşeri filmi ise İtalyan’ın müttefikçilerce işgal edildiği dönemde çevrilmiş, döneminin günlük gerçekliğini ortaya koyan, realist yaklaşımla kotarılmış Amerikan güzellemesi olarak çıkıyor karşımıza. Üçlemenin son halkası Almanya, Sıfır Yılı, hem Rossellini’nin Yeni Gerçekçi akım içerisindeki son filmi hem de üçlemenin (bana göre) en başarılı yapımı. Film, Berlin’in savaş sonrası yıkıntıları arasında ayakta kalmaya çalışan bir çocuğun trajik öyküsünü anlatırken, üçlemedeki diğer iki filmden farklı olarak objektifliği yakalayabilen tek yapım olma özelliğini de taşıyor. Yönetmenin üç filmde de kullandığı dirayetli kadın / hafif kadın çatışması ile dönemin kişiler üzerindeki algısını aktarma hamleleri yerinde ve olumlu iken günah çıkaran karakterler üzerinden yapılan pişmanlık vurgusu bir o kadar yavan ve sahte bir imaj çiziyor.
Roma, città aperta, yan karakterler arasındaki diyalogların naturalliğini, ana karakterler üzerinde sürdüremeyen; bu nedenle kimi sahnelerde realizme yaklaşıp doruklara ulaşırken kimi sahnelerde melodrama yaklaşarak bir propaganda filmine dönüşen yapısıyla, hem iyi hem de iyi olmayan bir film. Bir direniş hikâyesini sahte kahramanlar üzerinden anlatmayarak, direnişe destek vermiş sıradan insanlar üzerinden belirli kahramanlıklar yaratarak aktarması, dönemin olduğu gibi kavranmasında yerinde bir hamle olarak duruyor. Kamerasını uzun uzun ana karakterlere odaklamayarak yan karakterler üzerinden hikâyeyi sürdürmesi bu hamlesinin en büyük dayanağı. Bu durumun filmin bütününde devam etmesi isteğim, rahip ile general arasında ve hiyerarşik olarak farklı konumlarda bulunan iki gestapo komutanı arasındaki diyaloglarla kursağımda düğümleniyor. Dış ve genel çekimlerle yakalanan realist üslup, Pina karakterini canlandıran Anna Magnani’nin muhteşem oyunculuğu filmin artı hanesine yazılması gereken noktalar.
Altı farklı hikâyenin anlatıldığı Paisa ise İtalya’nın müttefiklerce işgalini konu alan, haber görüntüleri ile desteklenmiş bir belge-film. Rossellini filmde, gerçekliğin bileşenlerini doğada bulunduğu halleri ile yansıtmış; öyle ki, filmdeki Amerikancı bakış açısı belli noktalardan sonra yanlı bir güzellemeye dönüşüyor. Nesneyi, olay örgüsünü olduğu gibi yansıtmayı benimsemiş bir akımın, olanı var olduğu gibi sunmasının en doğal refleks olduğunu kabul ettiğimiz noktada, bu güzellemenin akıllıca bir şekilde yapıldığını reddemeyiz. Savaşın varlığına ve anlamsızlığına, elinde silah bulunduran herkesin ayna yansıması olduğunu vurgulayarak dile getirirken, dil üzerinden kurduğu diyalektik ilişki ile birey benzeştirmesi yaparak da vurgusunu güçlendiriyor.
Bir gerçekçi filmin en yalın örneği olan Germania anno zero, üçleme içerisinde estetik ve belgeci üslubu ile (kuvvetle muhtemel) bir ritme sahip tek film. Hikâye örgüsü, işlenişi, bertaraf bakış açısı ile savaşın ve yoksunluğun bir çocuğun alternatif bakış açılarını nasıl körelttiği ve onu çıkmaza nasıl sürüklediğinin büyük bir örneği. Rossellini, Yeni Gerçekçi filmlerdeki romantik şiddeti yenerek şiddeti olduğu gibi rahatsız edici bir şekilde verebilmiş, insanın kendi kendini yok edişini sahnelemiştir filmde. Gerçekliğe seslenen yönetmen, iyiye ve kötüye ait olan yargılardan kaçınmayarak, nesneye nasıl ve ne açıdan bakması gerektiğini bilerek hareket ediyordu.
“Kısacası, gördük ki, gerçek son derece zengindi, sadece bu gerçeğe bakmasını bilmek gerekiyordu.” (1)
(1) Zavattini, Cesare (1953) Yeni Gerçekçilik Üzerine Görüşler

Kimya Mühendisliği mezunu. İnovasyon, Girişimcilik ve Yönetim bölümünde başladığı yüksek lisans eğitimini bırakarak Marmara Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansına başladı. Çeşitli film festivallerinde görev almasının yanı sıra İnönü Üniversitesi Kısa Film Festivali’nin yürütmesini yaptı. Cineritüel sitesinin kurucusu ve yazarı.
İyi günler. Sitenizi ve yorumlarınızı zevkle takip ediyorum. Sizden bir ricam olacaktı: Luchino Visconti’nin Il Gattopardo (The Leopard) 1963 eserine de eleştiride bulunmanız mümkün mü acaba? Teşekkürler.