- mother! seyirciye bir taraftan “Dünyayı bu duruma sen getirdin, şimdi kimi, neye şikayet ediyorsun?” diye sorarken, aynı zamanda da Pollyanna edasıyla ortada dolaşıp ciddi anlamda yararlı hiçbir şey yapmayan Tanrı temsilini gösterip gösterip sinirleri bozuyor.
Darren Aronofsky’nin izleyiciyi ikiye bölen son filmi mother! (anne!, 2017), bazı taraflarca ayakta alkışlanırken bazı taraflarca da yuhalandı. Filmden nefret edenlerin öne sürdüğü görüşlere baktığımızda, kimileri din ve Tanrı eleştirisini oldukça ekstrem bulurken kimileri de imgelerin çok bariz olmasını öne sürüyordu. Peki, diyelim ki Aronofsky alegorik hikayenin, metaforik sinemanın amacının seyirciye hiçbir şey ifade etmemesi anlamına geldiğini bilmiyordu, o zaman David Lynch’i çok imge kullanıyor, filmlerinden hiçbir şey anlaşılmıyor diye sinemadan soğutan seyirciye ne diyeceğiz? Lynch’e yönlendirilen anlatılar, fazla kapalı eleştiriler şimdi Aronofsky için bariz imge kullanımı nedeniyle literatüre sokuluyor ya, hayırlısı bakalım!
mother! aslında belirli bir matematik üzerine kurulu ve net formülleri var. Eğer film hakkında hiçbir şey okumadan, bir bilgiye sahip olmadan perdenin karşısına geçmişseniz, uzun bir süre neler olduğunu anlayamamanız oldukça normal.
Aronofsky’nin mother! filminde hiçbir karakterin ismi yok – ki böyle olması da olası kafa karışıklıklarını önlüyor bana kalırsa. Şöyle ki; erkek Tanrı’yı, kadın Doğa Ana’yı, ev ise dünyayı temsil ediyor. Eve (dünyaya) ilk gelen misafir aslında Adem. Misafirin yemek sonrası tuvalette kustuğu sahnede kaburgasındaki yaraya dikkat çekilmesi, onun kaburga kemiğinden Havva’nın, yani karısının yaratılmış olmasına dair kutsal anlatı ile filmin hikayesinin örtüştüğü anlara dair ilk filizleri vermeye başlıyor. Adem ve Havva’nın “ev sahiplerini” rahatsız eden laubali davranışları, evde sigara içilmesi yasak olduğu halde ısrarla sigara içilmesi, evi sürekli dağıtmaları filmdeki diğer dikkat çekici unsurlar. Buralarda Doğa Ana’nın kendi evinde hissettiği rahatsızlığı izleyici de yavaş yavaş hissetmeye başlıyor. Bunların yanında yapmamaları gereken tek şeyi yapıp yasak elmayı yediklerinde, yani erkeğin (Tanrı’nın) girilmesi yasak olan odasına girip o taşı kırdıklarında, erkek tarafından evden, yani Tanrı tarafından cennetten kovuluyorlar. Kırdıkları taş elma, filmde ek olarak masumiyet ve sevgi olarak da yorumlanabilir. Oğulları Habil ve Kabil miras dolayısıyla oyuna girdiği gibi dünya üzerindeki ilk cinayet de işleniyor; kardeş katli. Bunun lekesi de yaşamın sonuna kadar dünyadan (evden) silinmediği gibi, dünyanın sonunu getirecek zemin kattaki mağaranın da bulunmasına ön ayak oluyor.
Tüm bu olaylar yaşanırken erkek çok sakin; sürekli bir şeyler vermek istiyor, ama bunu kadından alıp veriyor ve umursamıyor. O, çoktan gitmiş olmaları gereken Adem ve Havva’ya hala laf etmezken, bir de üstüne oğullarının cenazesini kendi evlerinde yapabileceklerini söylüyor. Eve daha çok insan geliyor, ilgi sürekli erkekte ve onun kitaplarını okumuş olan insanların hepsi ona hayran ve minnettar. Bu sırada kadın sürekli aşağılanıyor, uyarılarına rağmen kimseye sözünü geçiremiyor ve en son, insanların eve verdiği zararın sonucunda su borusu patlıyor ve evi su basıyor, bu da Nuh’un gemisindeki tufana yapılan bir gönderme olarak algılanabilir.
Filmdeki erkek bir yazar ve bir türlü gelmeyen ilhamı karısının hamile kaldığını öğrendiği an geliyor, ardından yazmaya başlıyor. Bu kısımda kadının, Doğa Ana’dan Meryem Ana’ya evrildiği yorumlanmış; fakat bence kadın genel olarak film boyunca zaten bir “anne” temsili olarak karşımıza çıkıyor, adının değişmesi sadece küçük bir detay. Asıl olaylar kitap yayınlandıktan sonra başlıyor, çünkü yayınlanan kitap İncil ve bunu okuyan insanlar sevgilerini ve minnetlerini göstermek için Tanrı’nın evine geliyorlar, gitmiyorlar. Bu dakikadan sonra Aronofsky, insanların, insanlığın ilk gününden beri dünyaya verdiği zararı yarım saate sığdırıp ortaya mükemmel bir eleştiri çıkarıyor. İlk önce sevgi ve minnet duygusu tapınmaya evriliyor, masumane ve zararsız görünen istilalar gittikçe alevleniyor. İnsanlar, adına “paylaşmak” diyerek kendilerine ait olmayan eşyaları çalmaya başlıyor, kitaptan birkaç cümle ezberleyen diğerleri de kendilerini bu yola baş koymuş din adamları olarak gösterip insanlara sahte ritüeller düzenliyor. En sonunda işin içine polis/asker gibi bir güç girdiğinde de artık ipin ucu kaçıyor. Birkaç dakika içinde insanların birbirlerine karşı olan ve nedeni bir türlü anlaşılmayan tahammülsüzlükleri yüzünden çıkan din savaşlarını, ırk ve cinsiyet sebepli katliamları, kadın ticaretini, protestoları ve bunlara karşılık devletin baskı aygıtı tarafından kullanılan orantısız gücü görüyoruz. Ortalık biraz durulunca da artık hiçbir güzelliği kalmamış dünyayı düzeltmeye çalışıyorlar ama çabaları sadece komik görünüyor. En sonunda umut doğuyor; bütün masumiyetiyle, Tanrı’nın oğlu İsa. Fakat o da, sadece yok etmeyi becerebilen insanoğlundan nasibini alıyor. Tanrı yine affetme derdinde, fakat bu zamana kadar Tanrı’nın sözünden çıkmamış Doğa Ana artık kalbi tamamen taşlaşmış bir şekilde, kanlar içinde ve tanınmayacak halde tüm insanlığa haykırıyor: Katiller!
Peki, bunlar olurken Tanrı neredeydi? Aronofsky’ye göre Tanrı hep yanımızdaydı, hiç gitmemişti ve her şeyi görmüştü. Kimine göre affetmeyi kimine göre yok saymayı seçmişti. Çünkü her şey onun elindeydi, istese dünyayı tekrar yaratacak güce sahipti. Kusurlarıyla da olsa dünyayı yeniden yaratacak ama yine bununla yetinemeyecekti. Övülmek, sevilmek, takip edilmek isteyen Tanrı asla durmayacak ve sürekli yaratıp ortada bırakmaya devam edecekti.
Dünyada olan olaylara Doğa Ana’nın gözünden bakma fikri zannımca dahiyane. Kadın filmin başında yıkılmış bir evin eski haline döndürülmesinden sonra uyanıyordu, yani dünyanın oluşumundan sonra, Doğa Ana’nın uyanması gibi. Filmin sonunda da her şey başa dönüp bir kısır döngü edasıyla yeniden başlıyor. Bu olay bundan önce kaç kez daha yaşanmıştı, bizim izlediğimiz kaçıncıydı ve bundan sonra insanoğluna daha ne kadar şans verilecek, bunlar da filmin düşündürdükleri arasında yer alıyor. Sonuç olarak mother! seyirciye bir taraftan “Dünyayı bu duruma sen getirdin, şimdi kimi, neye şikayet ediyorsun?” diye sorarken, aynı zamanda da Pollyanna edasıyla ortada dolaşıp ciddi anlamda yararlı hiçbir şey yapmayan Tanrı temsilini gösterip gösterip sinirleri bozuyor.

Yeditepe Üniversitesi Radyo,Televizyon ve Sinema Bölümü öğrencisi.
Elinize sağlık aradığımı tam anlamıyla buldum.