- Yapı şirketinde yönetici olan Ivan Locke’un iki çocuğu ve karısı ile sorunsuz bir hayatı vardır; ancak bir gecelik kaçamağı ve kadının hamile kalmasıyla tüm bu düzen yıkılmak üzeredir. Ivan o gece doğuma yetişmek üzere ailesini ve milyon dolarlık bir işin sorumluluğunu geride bırakır. Steven Knight, tek mekânda geçen draması Locke’ta izleyiciyi soğukkanlığını kaybetmeden yalın ve basit çözümlerle hayatını rayına sokmaya çalışan bir adamın yan koltuğuna oturtuyor ve vardığı nokta, kişisel bir sorgulamaya dönüşüyor.
İnsanlar hata yapmaktan çok yaptıkları hatalar ile yüzleşmekten korkarlar. Ivan Locke ise onlardan biri değil. O hatalarıyla yüzleşen, bedellerini ödemeye razı, adeta bir kişisel gelişim romanı kahramanı. Kaybetme uğruna bile doğrularından sapmayan, kendini yargılayabilecek öz bilince ulaşmış bir adam. Diğer taraftan dilinden düşürmediği -I’ve made my decision- sözüne bakarsak kendi doğrularını her şeyden çok önemsiyor. Bu da yapılan hatayı mantıklı bir düzlemde değerlendirme, belki işinin belki de geçmişin getirdiği korkularının etkisiyle mekanik bir kusursuzluğa ulaşma çabasına dönüşüyor. Locke’un tercihlerinin sonucuna katlanan adam figürü de işte o noktada zedeleniyor.
Yapı şirketinde yönetici olan Ivan Locke’un iki çocuğu ve karısı ile sorunsuz bir hayatı vardır; ancak bir gecelik kaçamağı ve kadının hamile kalmasıyla tüm bu düzen yıkılmak üzeredir. Ivan o gece doğuma yetişmek üzere ailesini ve milyon dolarlık bir işin sorumluluğunu geride bırakır. Steven Knight, tek mekânda geçen draması Locke’ta izleyiciyi soğukkanlığını kaybetmeden yalın ve basit çözümlerle hayatını rayına sokmaya çalışan bir adamın yan koltuğuna oturtuyor ve vardığı nokta, kişisel bir sorgulamaya dönüşüyor.
Locke’u tam olarak anlamak için betonda olan hatayı düzeltmeye çalışırken yeni dikilecek gökdelen hakkındaki söylediklerine bakalım: Binanın tamamlandığında 55 katlı olacağından başlayarak, ağırlığından su seviyesine kadar tüm teknik detaylarına giriyor, hatta günbatımında 1,5 km uzunluğunda gövdesi olacağını, 30 km uzaktan görülebileceğini vurguluyor. Ancak zeminde yapılacak küçücük bir hatanın yıllar boyunca büyüyeceğini ve tüm binanın yıkılacağını da göz ardı etmeyip, bu yüzden mükemmel olması gerektiğinin altını çiziyor. Locke’un tanımladığı bina hayatının bir yansımasına dönüşmüş durumda. Yaptığı hatanın hem mecazi hem de gerçek anlamda büyümesi, oluşan çatlakların gözle görülebilir olmasını, doğal olarak da yıkımı getiriyor.
Locke’un kurduğu kusursuz yapının zedelenmesi, yerinden oynayan en küçük taş, mekanik düzenin çökmesine sebep oluyor. Diline pelesenk olmuş “I have to fix this” sözü de bu mekanikliği destekliyor. Kişileri, kendinin düzeltebileceği birer sorun olarak algılayan Locke, travmatik bir yüzleşme yaşadığımızı düşündüğümüz anlarda bile mükemmeliyetçiliğini koruma kaygısı güdüyor. Hata yapmaktan ölesiye korkan, babasına dönüşeceği kâbusu ile yaşayan Locke için sorun o an giderilmesi gereken bir durumdan öteye geçmiyor. Duygusal olarak perdelenmiş ve doğruya endekslenmiş yaşamının içe çöküyor olması bu pratik zekâlı soğukkanlı adamın statik mükemmeliyetçiliğine uyum sağlayamıyor. Bu yüzden filmin tamamında Locke, tüm sorunları tanımlarken göz ardı ettiği faktörlerin (insan, duygu, empati vs.) eksikliğini hissediyor ve sonuç almakta zorlanıyor.
Karar mekanizması
Knight, çatışmanın merkezine Locke’u yerleştirirken onun karar verme mekanizmasını da sorguluyor. Genel söylemin aksine doğru kararlar verdiğinde bile insanların kaybeden olabileceğinin altını çiziyor. Ancak Locke’un analitik zihninde çözüm odaklı olmasının olası sonuçlarını irdelerken, eylemlerinin vicdanı rahatlatma arkasına saklandığını da ortaya döküyor. Milyon dolarlık yatırımı sorumsuzca ardında bırakması, eşine ve çocuklarına verdiği basit bir sözü tutamaması; kusursuz dünyası için öncelikli bir sorun olmaması, başta da değindiğimiz Locke’un kusursuzluk yapısı ile eşleşmiyor. Locke’un kendine fazlasıyla dönük yapısı, sorunları bir iş planı dâhilinde ele alması, insan faktörünü ve duygularını yok saymasına olanak tanıyor. Biri doğum esnasında diğeri de aldatıldığını öğrendiği anda iki kadına birden sorunları aşacağını söyleme cüretinde bulunmasının sebebi de bu aslında. Bir tür hedefe kilitlenme, geçici körlük; kusursuz olma çabasının empati yeteneğini öldürmesi.
Diğer taraftan Locke’u değerli kılan da tam bu çelişkileri, hataları; başarısız olmanın sınırına geldiğinde bile kararlarının arkasında olması. Hayatı yokuş aşağı giderken bile hız sınırlarına riayet etmesi. Derindeki acıyı, korkuyu, kâbusu bastırma için her şeyi kontrol altında tutabilme arzusunu doğruya değişmemesi. Çıktığı yalnız yolculuk, izleyici için karar mekanizmalarını sorgulamayı tetikleyen, en azından kendine karşı dürüst olmayı öneren bir davete dönüşüyor. Ve Locke tüm bu hatalara, doğruya ulaşma gayreti yüzünden bulaşıyor. Unutulmamalıdır ki doğruluk yolunda da kaybolunabilinir.

İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.