Kış Uykusu (2014): Kaybolan Anlamlar

Kış Uykusu (2014): Kaybolan Anlamlar

Share Button

Bazı kelimelerin birbirleriyle olan ilişkileri kelimelerin öz anlamlarından çok toplumda yarattığı çağrışımları ile başka anlamlara ulaşabilir. Sözgelimi “aydın” kelimesini ele alalım: Aydın kelimesi iyi eğitim almış, kültürlü, ileri görüşlü anlamındadır. Ancak algı daha çok entelektüel ile karıştırılır. Hatta entelektüel halk arasında pejoratif bir algı yaratırken aydın kelimesi onun düşünsel yapısını da kapsar. Bir anlamda kelime sanal olarak içeriğinden fazlasını ifade eder. Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi Kış Uykusu’nda merkezdeki karakter Aydın da kelime anlamı gibi şişirilmiş; kendisine düşünsel anlamlar yükleyen, bu sayede tam olmaya çalışan ancak sadece küçük çevresini “aydınlatabilen” biridir. Ceylan toplumun algıladığı haliyle Aydın’ı ele alırken, bireysel eksikliklerin düşünsel eylemlerin önüne geçmesini de vurgular. Biraz daha geniş bakılırsa Aydın, eşi Nihal ve kardeşi Necla küçük burjuva bir ailenin temsili olarak göze çarpmaktadır. Burada burjuva tanımının toplumsal anlam karşılığının zenginlik ile eş değer tutulduğunu, Marksist terminolojideki gibi üretim araçlarına sahip olunmaktan bahsedilmediğini söyleyebilirim. Ailenin entelektüel düşünceleri ve tartışmaları dışarıdan bakıldığında içi dolu görünse bile bireysel egoların yönlendirmesi ile şekil almaktadır. Eleştiri kelimesinin kötüye olan algısı gibi aile içindeki her tenkit acıtıcı söz ile sonuçlanmakta, doğal olarak yapıcı olmaktan çok yıkım doğurmaktadır. Kış uykusu özelde yarı aydın zihniyetin bakış açısına katmanlı bir çözümleme yaparken çok kullanılan ama içeriği boşaltılmış aydın, bilgi, burjuva, kibir, vicdan, yardımseverlik gibi kelimeleri çözümleyerek bütüne ulaşmayı beceriyor.

Burjuva pasifizmi:

Burjuvaziyi tanımlarken göz ardı edilen kavramlardan birisi pasifizmdir. Christopher Caudwell burjuva etiği üzerine yazdığı makalesinde iffet, itidal, ruhun kurtuluşu ve arınmanın artık burjuvazinin üstünde incelikle durduğu konular olmadığının, burjuva inancında her zaman saklı duran pasifizmin “burjuva vicdanını” harekete geçiren tek şey olduğunu söyler. Burjuva pasifizminin dayanak noktası ahlaki ilkeler değil pragmatizmdir. Necla’nın filmde sıklıkla tekrarlanan kötülük yapana direnmemek; onun kendi kendine, utanarak düzelmesini beklemek savı aslında burjuva pasifizminin somut bir örneğidir. İlk bakışta saf bir insancıllık barındıran bu düşünce aslında burjuvazinin tüm sahte ahlaki kaygılarını içerir. Nedensellik zincirinin tamamlanmadığı, daha çok eylemsizlikle ilişkilendirilecek bir pasifizmin sonuç vermesi mümkün değildir. Bu açıdan Necla “anarko-pasifizm”i fikirsel boyutta utanca dayandırarak söyleme döker ancak yüzeysellikten kurtulamayıp boşlukta kalır. Necla’nın savı yaşadığı ağır pişmanlıktan kurtulmak için geliştirdiği bir savunma mekanizmasından ibarettir. Belki inanmadığı, eyleme dökmenin imkânı olmayan ancak düşünsel bir tatmin duygusu ile sonuçlanan bir kısırdöngü, bir vicdan muhasebesi. Ceylan üç ana karakteri de bu düzlemde ele alır. Aydın’ın sözde çabası da burjuva pasifizminin bir başka boyutudur: Ultra-bireycilik ve bencilliğin hâkim olduğu bu versiyonda ise halkı eğitme/geliştirme sürekli arzulanan ancak eylemsel karşılığı olmayan bir düşünce sistematiğinin ötesine geçemez. Aydın’ın çevresine ışık olma arzusu bireysel çıkar sağlamak için savaşa ve şiddete karşı olmaya eşdeğerdir, pasifist bir eylemdir ancak değerli değildir. Nihal’in durumu ise bir statüko kaygısından ibarettir. Bu kez yenilgi ve kaybedilmişliğin üstü örtülmeden açıkça ifade edilir. Ancak burada gizlenen Nihal’in yetersizliğidir. Nihal ruhunu şeytana satmış misali statü için kendinden vazgeçmiştir. Burjuvazinin imkanlarını kullanıp, o zümreye ait olmanın bedelini bireysellik ile ödediğinin farkındadır. Tutunacak tek dalını bile savunmaması, sadakatini vurgulaması ve gözyaşları pasif direnişin silahlarıdır.

Ceylan burjuva pasifizminden bahsederken rutinin o boğucu direncinden faydalanır. Yine de boşlukta kalan düşünce şudur: Eğer entelektüel bir düzlemde kendilerini eleştirebiliyorlarsa neden sonuç alamazlar? Bunu eylemsizlik ile -bir cismin harekete direnmesi- açıklamak mümkündür ancak yeterli gelmeyecektir. Film boyunca düşünsel üretim sürecinin de kendini tekrara düşürdüğünü görürüz. Aydın’ın yazmaya başlayamadığı kitabı, Nihal’in yardım kampanyaları hatta dağ evindeki şarap eşliğindeki tüm saptamalar… Hepsi bir tekrar hissiyatı barındırır, sanki o çok önemsedikleri çabaları zaman doldurmakla ilgilidir. Geç kalmışlık hissiyatı filmin tamamına yayılır. Karakterlerin an’lar ile kurduğu iletişim günü kurtarmaktan ibarettir.  İşin ilginç yanı bu zaman geçirme eylemini çevreye bir başarı hikâyesi şeklinde pazarlamaya çalışmalarıdır. Aydın’ın kendi kibir penceresinden yazdığı yazılar bunun en somut göstergesidir. Olmayan ya da geçmişte kalan başarıyı canlandırma çabaları utanç verici bir kendini kandırma eylemlerine dönüşür.

Diğer taraftan bu, günümüz entelektüel camiasının da bir sorunudur. Çok fazla konuşan ama bir şey söylemeyen, her gün statüko tarafından ekranlara sürülen sözde eğil kişiler başta söylediğim içi boşaltılmış kelimelerin mezeleridir. Kış Uykusu ne söylediğinden çok kim için ya da neden söylediği ile ilgilendiğimiz, içeriğin magazine dönüştüğü bir dönemin temsilidir. Bu açıdan Ceylan oldukça politik bir filme imza atmıştır. Zaten filmin henüz başında atılan taş bunu izleyiciye anlatır: Nasıl ki taş camı kırmıyor ama Aydın’ın önünü görmesine engel oluyorsa, içi boşaltılmış kelimeler eşliğinde günümüz entelektüel/aydın bireyleri de kendi zırh, ego ve kibirlerinden burunlarının ucunu göremezler. Yaşadıkları iç hesaplaşma ise kendi vicdanlarını rahatlatmak için uydurdukları bir yanılsamadan ibarettir. “Kendini kandırma zehrini bir kez tadan insanlar, bir daha kendilerini asla kurtaramazlar. (*)”

(*) Kenzaburo Oe, Kişisel Bir Sorun.

twitter.com/gok_gkhn

, , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir