Hoşgörüyü gerçeklikten uzak bir soyutlukta, nostaljik bir duygu devinimi içerisinde tanımlama ya da kullanma bağnazlığının kibre nasıl hizmet ettiğini görmek için, neye niçin hoşgörü göstermemiz gerektiğinin farkında olmadığımıza yönelmek yeterli olacaktır. Bu çıkarım, hoşgörüyü kişiler arası ilişkilerin birinci planına koymanın yanlış olduğu anlamına gelmez. “Ben”den başkasının düşmanca konumlandırılmasının önüne geçişin temeli olarak ele alınmalı ve “ben”i yüceltmekten ayrı olarak değerlendirilmelidir.
“Başkasına” karşı olan bakış açısının bir ötekileştirmeden ziyade benim gördüğüm “ben”i benden farklı görebilecek ve benimle yüzleştirebilecek kişi olarak algılamak daha doğru olacaktır. Pek çok kişi kendi yarattığı “öteki” imajını doğru kabul ederek yanlışlığa düşerken, diğer kişilerin kendisini nasıl gördüğünü dert edinmenin doğruluğunun farkına varamaz. Bu aynı zamanda başkasına göre eyleme geçme erdeminin başlangıcı ve hoşgörü olgusunun en büyük ödevidir. Karşılıklı olarak birbirlerimizin yanılgılarını yüceltmeyi hoşgörü olarak görmek en basit şekilde ahmaklıktır. Ve bu düşünsel yaklaşım kibri tetikleyen en büyük hoşgörü zehridir.
İşte Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu filmi tam da bu yanlış algı üzerine anlatısını oluşturmuş; insanın bu algı zıtlığı içerisindeki görüş darlığını, tek doğrunun kendisinde gizli olduğunu sanan karakterlerin kendi aydınlığı ile sınırlandırmıştır. Filmde kullanılan sadece karakteri aydınlatan ışık kullanımını bu düşünce ışığında değerlendirdiğimizde karakterler arasında gerçekleşen tartışmalarda karanlıkta kalanın yüzleştirici iç ses (Necla); aydınlıkta olanın ise bu yüzleşmekten kaçınan kibirli “ben” (Aydın) olduğunu söyleyebiliriz. İç ses ile çatışmanın en çarpıcı yapıtı olan Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar kitabındaki eylemsel olarak uç noktalarda gezinen kendi ile hesaplaşma olgusunu Kış Uykusu filminde de görebiliriz. Fakat Kış Uykusu bu yapıyı kitaptakinden farklı olarak birçok karakter üzerinden oluştururken (filmin sonunda Aydın bizzat kitaptaki gibi fakat kitaba zıt bir iyimserlikte bunu gerçekleştirir), bu misyonu yüklenen karakterlerin de kendi içlerinde aynı çatışmayı yaşadığını söylemekten geri durmaz. Bu yönü ile Ceylan, insanın aynı anda birçok farklı duyguyu barındırabileceğini söylemesinin yanı sıra kötünün var olmasında iyilerin de rolünün bulunduğunu dile getirir.
Filmde sıklıkla hissedilen ve Aydın karakterinin bir savunma mekanizması haline getirdiği “Cehenneme giden yol iyi niyet taşları ile döşelidir” savı ile de dile getirilen bu düşünce yapısını tamamıyla kabul edilebilir bulmadığımı söylemeliyim. Hoşgörülü olmak adına karşısındaki insanı kırmamak için onun hatalarını söylemekten imtina eden birey yapısının bir tanrı yarattığını; kibirli bir insana hiçbir şeyin bir başkasının silikliğinden ve kendine olan saygısının farkında olmamasından daha fazla cesaret veremeyeceğini; bireyin egosunu şişiren olgunun bireyin kendisinden ziyade çevresindeki şakşakçılar olduğunu bu sav çerçevesinde değerlendirmenin doğruluğu su götürmez. Fakat bu savda kibrin sınıfsal ele alınışı açısından problemler var. İmam Hamdi karakterinin burjuva kibrini tetiklediğine hizmet ettiğini söylemek ve karakteri “Anadolu mahcubiyeti”nin bir simgesi haline dönüştürmek, “başkası”nın konumlandırılışındaki yanlışlıktan doğan bir hoşgörüsüzlüktür. Çünkü mahcubiyeti bir Anadolu gelenekselliği değil ezik ve sinik bireyin çıplak elindeki yalnızca kendine zarar veren ateş olarak algılıyorum. İmam Hamdi’nin abisi İsmail ile bu yaklaşımın günahını çıkarmaya çalışan yönetmenin, küçümsenen alt sınıfın gururunu sahte onur gösterileri ile süsleyerek, üst sınıfın ilişki yapılarını çözümlerken irdelediği hoşgörünün yanlış algısı üzerine olan tüm eleştirilerinin doğruluğunun yanında, bu yaklaşımının bir hoşgörüsüzlük örneği sergilediğini söylemeliyim. Bu açıdan da filmin bu kısımları kendi adıma keenlemyekündür.
Kendini tanıma ve kendine saygı ile kibir arasındaki etkileşimi de -ya da yanlış yorumlamayı diyelim- Aydın ve Nihal karakterleri arasındaki ilişkide görürüz. Füruğ Ferruhzad’ın “ben” üzerine söyledikleri ekseninde iki karakterin çözümlemesi yapılabilir. Bu aynı zamanda temel anlatıdaki kibir üzerine de ahkâm kesmek olacaktır. “Başkalarının tutsak olan benlerinden ayrı olarak kendi özgür ve dingin benine varmadıkça hiçbir şeye varmayacaksın. Kendini tam ve tüm bir şekilde yaşamını insanın ölümü ve yok oluşundan alan o güce bırakmazsan, kendi yaşamını yaratmayı başaramayacaksın.” der Ferruhzad. Nihal’in Aydın’ın “ben”inde tutsak kaldığını ve gidememesinden kaynaklı olarak kendi benine varamadığını söyleyebiliriz. İmam Hamdi’nin evinde yaşadığı hayal kırıklığı sonucu Aydın’ın kendisine söylediklerinin doğru olabileceğini düşünmesinden sonraki yıkımı da bununla ilgili. Aydın’ın “ben”i ile buluşmasının uç seviyelere ulaşması ise kendisi ile başkaları arasına giren çukurlardır. Bu çukurlarda kıskançlık, kibirlenme, mal sevgisi ve kökleri bozulmuş sınıf değişimi vardır.
Bir başka açıdan ise; Nihal, baskı altında uzlaşmanın hem korkakça hem de sahtekârca olduğunu bir kez daha hatırlatırken; Aydın, Türkiye burjuvazisinin sosyolojik eksende değerlendirildiğinde gelenekselliklerinden vazgeçemeyen ve inadına Avrupalı olmak isteği içinde çürüdüğünü gösterir.
Son tahlilde; Ceylan’ın Kış Uykusu filmi, bir aile panoraması içinde tüm insan ilişkilerini var olabilecek bütün ahlaki boyutları ile ele alan ve bu ilişkiler içerisindeki duygu devinimlerinin keskin bir biçimde değişebileceğini söyleyen bir film. Bu değişimlerin kendi açımdan hiç de yapay durmadığını tam aksine oldukça rasyonel olduğunu söylemeliyim. Çünkü insanın duygusal dönüşümlerinin, gurur ve onur kavramalarının çok çabuk bir biçimde farklı nesneler üzerinden değişiklik gösterebileceğini düşünüyorum. En kibirli adamı/kadını kendine bile yakıştıramayacağı bir kadın/adam ya da olgu, nesne ufaltabilir.
Kimya Mühendisliği mezunu. İnovasyon, Girişimcilik ve Yönetim bölümünde başladığı yüksek lisans eğitimini bırakarak Marmara Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansına başladı. Çeşitli film festivallerinde görev almasının yanı sıra İnönü Üniversitesi Kısa Film Festivali’nin yürütmesini yaptı. Cineritüel sitesinin kurucusu ve yazarı.
Yazı için teşekkürler.
Ne kadar naif görünse de İmam Hamdi de “Rasyonel bir hayvan değil, rasyonalize eden bir hayvandır.”(*) “Anadolu mahcubiyeti” yerinde kullanım fakat karakterin hoşgörüsüzlük oluşturması hususuna katılmıyorum. Bence daha çok İmam Hamdi, Aydın,Necla ve Nihal’ dan daha belirsiz bir bilişsel çelişki içinde ve kendi içindeki ağır basan çıkara hizmet ediyor.
(*): “İnsan rasyonel bir hayvan değil, rasyonalize eden bir hayvandır.”
(“Man is not a rational animal, he is a rationalizing animal.”) Robert Heinlein
Görüşlerin için ben teşekkür ederim Serkan.
Yanlış algı oluşturmuş olabilir ama ben karakterin hoşgörüsüzlük oluşturmasından değil yönetmenin karakteri oluştururken kendisinin de eleştirdiği hoşgörüsüzlük tuzağına düştüğünü söylemeye çalıştım. Sebebi de tüm karakterlerin kibir-hoşgörü ekseninde tamda zıt yönlerde dönüşümleri gerçekleşirken imam karakterinin -tek bir sahne dışında, ki bu da mizah ile harmanlandığı için tam olarak işlevini göstermiyor- daimi olarak erkin kibrini besleyen tavır sergilemesiydi; ben bunu içselleştiremedim. Aslında şu soruyu sormak lazım: İmam karakterindeki duygusal dönüşümleri neden göremedik? Hamdi’nin eylemsel olarak “gururunu kurtaracak!” tüm hamlelerin kendisine değil de çevresindekilere yaptırılması da bu düşünceye daha çok itiyor beni. Bu durum ve duruma dair eleştirilerim de filmin bütününde pek de etkileyici derecede iğreti durmadığı için keenlemyekün tabirini kullandım. Yani yok hükmünde, hiç olmamış gibi. Açıkçası filmi izlediğimiz günden beri çevremdekilerle en çok Hamdi karakterini konuşuyoruz ve tartışıyoruz. Ve ben hala aynı düşünüyorum: Burjuva karakterlerin tümünde eylemsel olarak uç noktalarda gezinen değişim ve yüzleşme ya da içe dönük tahayyül Hamdi karakterinden de esirgenmemeliydi.
Hamdi’nin ağır basan çıkara hizmet etmesi konusunda hemfikiriz; yalnız ben bunun yazıda da bahsettiğim hoşgörünün yanlış algısının kibre hizmet ettiğini düşündüğüm gibi, çıkarın kendisinden çok karşısındakinin kibrine hizmet ettiğini düşünüyorum. Dolayısı ile buradaki çıkar olgusu tartışmaya oldukça açık. Ve Hamdi’nin bahsettiğim dönüşüm ekseninde -senin de olduğundan bahsettiğin- herhangi bir çelişki yaşadığını düşünmüyorum. Sebebi de dile getirdiğin diğer karakterlere oranla daha belirsiz olması. Ben de tam olarak o belirsizliğin niyesini ve nedenini eleştirdim aslında.