Bazı filmler çekildiği dönemin iç karartıcı dünyasını öylesine içselleştirir ki; ortaya çıkan eserin sertliği izleyiciyi ürkütür. Toplumsal bir buhranın bireyleri derinden sarstığı; aile, din ve ahlaki çürümenin her yeri ele geçirdiği savaş sonrası İtalya’yı, bir ailenin özelinde anlatan I Pugni in Tasca (Fists in the Pocket / Cepteki Yumruklar) yıllarca görmezden gelinmiş, değeri ancak 2000’li yıllarda New York Modern Sanatlar Müzesi’nin retrospektifinde ortaya çıkmıştır. Marco Bellocchio’nun yönettiği yarı-otobiyografik öykü, nefes almayı zorlaştıran karamsar bir tablo çizerken film boyunca yarattığı tedirginlik hissi, boğucu atmosferi ile saldırgan, hatta çoğu kez militan bir sinema örneği ortaya koyar. Savaşın açtığı her yozlaşmayı, kötülüğün o belirsiz, karanlık atmosferinden gün yüzüne çıkaran Cepteki Yumruklar, bireylerin bu çöküntüdeki payını sorgulamaktan çekinmez.
İlaçlar sayesinde epilepsi hastalığını kontrol etmeye çalışan, ancak çoğu kez duygularını dizginleyemeyen Alessandro, üç kardeşi ve annesi ile aynı evi paylaşmaktadır. Annesi kördür, erkek kardeşi Leone zihinsel özürlüdür; kız kardeşi Giulia ise dengesiz ve şımarık biridir. Evin geçimini sağlayan abisi Augosto otorite konumunda onlara üstünlük taslayan bencil ve kaba biridir. Tek derdi kız arkadaşı ile şehre taşınıp bu kâbustan kurtulmaktadır. Gerçeklikle bağını çoktan koparmış ve sadece yemek masasında bir arada duran bu “aile” bir çözüm ya da çıkış yoluna oldukça uzak görünmektedir. Ayrıca Alessandro ile Giulia arasında ensest bir ilişkinin varlığı sürekli ima edilir. Alessandro abisini rahatlatmak ve ona özgürlüğünü vermek için çökmekte olan ailenin sorunlarına çözüm aramaya girişir. Bulduğu çözüm ailenin tüm bireylerini teker teker öldürmektir.
Öz Yıkımın Vahşet Olarak Portresi
Cepteki Yumruklar’ın provoke eden bir yapısı olduğunu kabul etmek gerekir; ancak provokasyonun arkasına bakmak faydalı olacaktır. Alessandro’nun bilinçli olarak aile bireylerini öldürme kararının altında abisi Augosto’yu (otoriteyi) rahatlatma düşüncesi yatmaktadır. Bu durum, otoritenin bireyi dolaylı yönlendirmesinin bir sonucudur. Dönemin barındırdığı umutsuzluk hissi, çıkışsızlık ve iktidara hizmet anlayışı, kararın arkasında yatan nedenlerden biridir. Alessandro delirmiş değildir, aksine yaptıkları bilinçli eylemlerdir; sadece kendi payını arttırma telaşındadır. Tüm bu olaylar olurken diğer kardeşlerin onu engellememesi ise asıl düşündürücü olan kısımdır. Kendini koruma içgüdüsünün tetiklediği ve çevreyi görmezden gelme / yok sayma durumunun savaş sonrası tüm topluma değişik şekillerde sirayet ettiğini söyleyebiliriz. Zeminin çürüklüğüne vurgu yapan filmin karamsar tonunun gerçekçilikle örtüşmesi tüyler ürperticidir.
Cepteki Yumruklar bireyin derin yalnızlığının ve otorite altında ezilmesinin sonuçlarına odaklanır. Allessandro’nun annesini öldürdükten sonra eşyalarını dışarı atıp yakması, Ortodoks inançları yok sayması, bir nevi kesilen göbek bağı özgürlük belirtisinden çok, onu yargılayacak birinin eksilmesinden kaynaklanır. Bu olayın Allessandro’yu daha da kışkırtması ileri gitmesi için cesaret bulmasına sebep olacaktır. Onun ailesine verdiği her zarar, bireylerin topluma verdiği zararın izdüşümü olacaktır. İşin ilginç yönü, yönetmen, Allessandro’nun düzelme ya da pişmanlık belirtilerine izin vermez; başından sonuna kadar onun topluma katılamayacağını biliriz. O sadece iktidara hizmet eden bir maşadır.
Bellocchio toplumun temeli olarak gördüğü aile, din / kilise ve otoriteye kariyeri boyunca adeta savaş açmıştır. Hiçbir şekilde ticari sinema yapmamış yönetmenin Cepteki Yumruklar filmi, safkan sinema duygusu ile karşı konulmaz bir provokasyonun kesiştiği doruk noktalardan birisidir. Öyle ki toplumun ikiyüzlü ahlak, aile ve din anlayışını bireylerin yüzüne bu kadar net ve tavizsiz vurmak o kadar kolay bir iş değildir. Ayrıca darbeler ve savaşlara alışkın toplumumuzun neredeyse her on yılda yeni travmalar atlatmaya çalıştığını düşünürsek, en azıdan yüzleşmek adına bizim de yüzümüze böyle haykıran filmlerin yapılması şarttır.

İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.