Daha çok The Third Man / Üçüncü Adam ile hafızalara kazınan Carol Reed’in erken dönem filmlerinden olan Night Train to Munich / Münih’e Gece Treni, dönemin paranoyası ile romans bir casusluk öyküsünü ilginç bir mizahi kombinasyon ile harmanlar. Nazilerin işgal ettikleri Prag’da başlayan ve İsviçre Alp’lerine kadar uzanan öykü, soluk soluğa bir tempoda türlü senaryo dönüşleri ile devam eder. Gordan Wellesley’in Report on a Fugitive romanından uyarlanan film, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Nazi Almanya’sına karşı müttefik ülkelerin yeni bir zırhlı araç geliştirme amacı için karşı karşıya gelmelerini merkeze alır. Zırh üzerine çalışmaları bulunan Dr. Axel Bomasch, şehrin işgalinden sonra Naziler adına çalışmaya zorlanmaktadır. Bunu kabul etmeyerek İngiltere’ye kaçmayı başaran bilim adamının kızı Anna ise yakalanmıştır. Önce bir toplama kampına gönderilen Anna, burada esir gibi görünen Alman subayı Karl Marsen ile yakınlaşır. Nazilerin amacı Karl vasıtasıyla planlı bir kaçış ayarlamak ve kızını kullanarak bilim adamını yakalamaktır. Plan başarıya ulaşır; ancak bu esnada olaya dâhil olan İngiliz ajan Gus Bennett kendini bir Nazi subayı gibi göstererek ikiliyi kurtarmaya çabalar.
1933 ve 1945 yılları arasında dünyayı savaşa ve sefalete sürükleyen Nazi rejimini döneminin bürokrasisi özelinde, toplumun devlet içinde her kademeye sinmiş etken siyasal öğretinin parçası olmasını açıkça eleştiren film, fikirlerin biat kültürü dolayısıyla toplumsal histeri şeklinde yayıldığının altını çizer. İmzası ve yeri belli olmayan bir evraktan yola çıkarak sonsuz haklar tanınan kişilerin, bu yetkilerini çıkarları için nasıl kolaylıkla kullanabildiğini, suistimal ve kadrolaşmanın yol açtığı bürokrasinin kişisel felaketler doğurabileceğini öngörür. Toplama kamplarının vahametinin henüz net olarak ortaya çıkmadığı bir dönemde çekilen Münih’e Gece Treni’nin, bu sahnelerde sadece kötü muameleyi göstermesi anlaşılabilir bir durumdur. Reed, kulaktan kulağa yayılan ve bilim adamlarının toplanıp çeşitli deneylerde zorla çalıştırılıyor olması fikrini Dr. Alex üzerinden merkeze alır. Bunun yanı sıra uluslararası casusluk şebekelerinin her yeri karıştırma eğilimini de filmde açıkça görmek mümkündür.
Münih’e Gece Treni’nde Reed, özünde bir casusluk öyküsü anlatır; ancak hikâyeye kattığı komedi öğeleri ve savaşın paranoyal izleri filmi ayrıştırıp izlemesi eğlenceli bir seyirliğe dönüştürür. Öyküye yan karakterler olarak dâhil olan Randall ve Charters aracılığıyla eklenen, yer yer milliyetçi olsa da hınzır bir İngiliz mizahı filme büyük katkı yapmaktadır. Hikayeye Gus’ın ukala tavırları ve Anna ile aralarında geçen üstü örtülü kurları da yediren Reed, bu sayede kimi önemli düğüm noktalarında aksayan inandırıcılık ve tesadüflerle öykünün açılması sorununu aşmaktadır. Her ne kadar Hitchcock başyapıtı The Lady Vanishes ile karşılaştırılmış ve değeri pek bilinmemiş olsa da Night Train to Münich, etkin bir casusluk öyküsünü komedi ve savaş paranoyası ile ustaca harmanlamış hınzır bir filmdir.

İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.