Roma’nın cumhuriyetten imparatorluğa dönüşmesinde çok büyük katkısı olan Romalı askeri ve politik lideri Gaius Julius Caesar (Jül Sezar), en yakın arkadaşlarından Marcus Junius Brutus’ün önderliğinde bir grup politik işbirlikçiler tarafından katledilmiştir. Antik Roma tarihinin gerçeklerine çok önem veren Shakespeare, bu olayı Julius Caesar (Jül Sezar) adlı trajedi oyununda ele almıştır. (Roma tarihinin gerçeklerine değindiği diğer oyunları Coriolanus&Antoni ve Kleopatra’dir). Birçok film uyarlaması bulunan oyunun, yönetmenliğini Taviani Kardeşler’in yaptığı bir İtalyan filmi olan Cesare Deve Morire (Sezar Ölmeli), sanatın varoluş gücü üzerine kurulmuş oldukça başarılı bir uyarlama olarak karşımıza çıkıyor.
Filmde oyunu sahnelendirecek oyuncuları profesyonel değil amatör, daha doğrusu birçoğunu daha önce herhangi bir oyunculuk deneyimi yaşamamış kişilerden seçmeleri, İtalyan Yeni Gerçekçiliği tadında bir kurmaca sunulmasını sağlamıştır. Bu özelliği dolayısıyla Alman Der Spiegel dergisi tarafından modası geçmiş bir konunun modası geçmiş bir biçimde işlendiği, Berlin Film Festivali’nin en zayıf olmasına rağmen festival jürisinden büyük ödülü yani Altın Ayı’yı almasının tamamen yanlış seçim olduğu yazılmış. Fakat benim şahsi kanaatim filmin yönetmeninin oldukça doğru bir karar verdiği yönünde. Film, gerçeğe bu yönüyle yaklaşmayı başarmış ve oyunun uyarlamalarında alışılageldik tarzın dışına çıkmayı bilmiştir.
Sezar Ölmeli’de, güvenlikli bir hapishanede, mahkûmların her yıl rehabilitasyonlarını sağlamak amacıyla bir tiyatro oyununu sahnelendirmesi planlanıyor. Bu yıl ki oyun Shakespeare’in Julius Ceasar (Jül Sezar) adlı oyununun uyarlamasıdır. Film, bu tiyatro oyununu sergilemek için yaptıkları provalardan ve bu sürecin hazırlanmasından oluşuyor. Tiyatronun hazırlanma aşamasında oyuncu seçimleri sırasında mahkûmların suçlarından kesitler de serpiştirilerek verilmiştir. Bu yönüyle yönetmen filmin, oyunun içinde kaybolmasını engelleyen o hassas noktayı yakalamayı başarmıştır.
Oyun için seçilecek mahkûmlar kendilerini kısa provalar yaparak anlatıyor ve oyuncu seçimleri gerçekleşiyor. Bir kısmı ömür boyu hapis cezası almış olan mahkûmlar için bu tiyatro çalışması, hayatlarındaki en önemli olay haline geliyor. Buldukları en küçük fırsatta bile oyunun provasını yapıyorlar. Onlar kendilerini, bütün gün yataklarında tavanla konuşurken, bakışırken bulduklarından ‘tavanın gardiyanları’ olarak nitelendiriyorlar. Kendilerini bu şekilde tanımlayacak kadar umutsuzluk içerisinde olan bu insanlar için tiyatro, hayata tutunma sebebi oluyor. Hatta mahkûmların birçoğunu bu oyundan sonra hapishanenin artık daha da katlanılmaz bir yer olacağı düşüncesi kaplıyor. Aynı duyguyu seyirci, oyunun bitmesi ve mahkûmların hücrelerine dönmesi sırasında yaşamaktadır. Filmin izleyiciyi, sinema filmi değil de sahici bir tiyatro oyunu izlediği hissine kaptırması oyunculukların çok iyi ve sahnenin kusursuz hazırlanmış olmasından kaynaklandığını söylemek mümkün olabilir.
Filmin bana göre eksik bir yanı ya da kusuru, mahkûmların sahne deneyimlerinin nasıl değerlendirilmesi gerektiğinin ikilemi. Çünkü aslında daha nitelikli olan fakat oyunda arka planda kalan bir oyuncunun oyunculuk düzeyini ölçme sorunu yaşayabiliyor izleyici.
Tadı damağınızda kalacak olan bu film, kendinizden, yaşantınızdan bir şeyler bulduğunuzda elinizden düşürmek istemediğiniz kitaplar gibi. Akıp giden filmin de bitmesini istemiyor oluşumuz sanırım bu yüzden. Sanatı var etme sürecinin bir parçası olabilmek adına bir araya gelen mahkûmların hapishane yaşamlarını sunan Taviani Kardeşler, gerçekçi ve yaratıcı bir filme imza atmışlar.
Konuk Yazar: Zehra KURT
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.