Konuk Yazar: Burç Karabulut
Her bölümü farklı karakterler ve konulardan oluşan Black Mirror, diğer televizyon dizilerinden farklı olarak sadece teknoloji ve distopya konularına odaklanıyor. 1. ve 2. sezonun ardından 3. sezonunda yayın hayatına Netflix‘te devam eden dizi, bıraktığı yerden, yeni distopik senaryolar üzerine odaklanmaya devam ediyor.
Black Mirror’ı bir karşı ayna olarak görebiliriz. Peki bu aynadan yansıyan, bizi aynayalan, bu ekranlardan bizlere gösterilmek istenen nedir? Black Mirror’ın 3. Sezonu distopyaların gerçekleştiğini ve bu durumlardan çoğu insanın haberinin olmadığını seyirciyle paylaşıyor. Artık engellenmesi mümkün olmayacak şekilde anlam dünyamızı adeta ele geçiren sanal popülerlik, sosyal medyanın özel hayat ile yakın hatta iç içe giren ilişkilerini, yakın geleceğimizi tanımlamak için kullanıyor.
Nosedive bölümünde Lacie adlı bir kadının hikayesini izliyoruz. Lacie, orta sınıfa ait bir kişi olarak yaşamını sürdürüyor. Her genç insan gibi Lacie de popüler arkadaşlar sahibi olmanın ve lüks yerlerde yaşamanın hayalini kuruyor. Kuşkusuz Lacie’nin bu dijital çağda yapabileceği tek yer ise bir cep telefonu. Cep telefonu, günümüzde telefon olarak işlevini yitirmiş gösteriş ve statü göstergesi bir alete dönüşmüş durumda. Nosedive’da buna ek olarak bir de popüler olma aracı haline geliyor. Lacie’nin yaşadığı zamanda ve mekanda cep telefonu sadece bir görsel statü timsali değil aynı zamanda sevilmenin bir ölçüsü haline geliyor. Bu durum o kadar önem kazanıyor ki belirli bir puanın altında iş bulunamıyor, ev alınamıyor çünkü herkes popüler kişilerle birlikte olmak, onlara ev verme ve onlarla çalışma telaşında. Bugün foursquare, swarm, facebook, instagram gibi sosyal medya araçlarında değerlendirmeye aldığımız ve puanladığımız mekanlarla insanlar yer değiştirmiş durumdadır. İnsanlar birer özneden olmaktan uzaklaşıp “şey” haline gelmiştir ve değer görmeleri buna göre düzenlenmiştir. Lacie’nin hayatı bir cep telefonuna bağlı hale geldiğinden bir insan olarak değil şey olarak yaşayabilmek için çalışıyor. İnsanın eşyalaşması ve bunun üzerine kurulan toplumun değerler sistemi aracılığıyla Black Mirror hayli başarılı bir evren kuruyor.
Bölüm 2: Playtest
Playtest, son 10 yılı ele geçiren çok oyunculu oyunlarla ve artırılmış gerçeklik üstüne kurgulanmış bir bölüm olarak dikkat çekiyor. Cooper adlı bir gencin maddi sıkıntılara düşüp henüz demo aşamasında olan bir oyunu oynamak için bir işe girmesiyle hikaye başlıyor. Bu oyun, beyne yerleştirilmiş bir çip aracılığıyla oynanan bir korku oyunu ama asıl korkulması gereken, artırılmış gerçeklikle beyine bağlanan aletin direk kişinin kendi korkularından beslenmesinden doğan sonuçlardır. Günümüzde ortaya çıkan korku evlerini düşünürsek; artırılmış gerçekliğin buralara adapte olması hiç zor değil.
Playtest’de esas olan; oyunun kendi beynimizden gelen korkuyu sunması mı yoksa birtakım bilgilerimize yani özel hayatımıza dalıp oradan gelen bilgilerle (kendi verilerimizle) bizi korkutmaya çalışması mı olmalıdır. Aslında bu soru artırılmış gerçeklikle oyun oynayanlar için şu an çok boş bir soru olarak gözüküyor. Bu, henüz hayatımıza adapte olacak kadar gelişmiş bir durumda değil. Yine de beynimize bir aletle bağlanıp bizi kendi kabuslarımızla buluşturmak isteyen bir gerçeklik (üretim) makinesinin bizim kişisel verilerimiz aracılığıyla bizi korkutuyor olması ahlaki ve etik kuralları da beraberinde getiriyor.
Dizinin bu bölümünün hem oyun dünyasına hem arttırılmış gerçeklik başarılı da olsa etik problemleri bir şekilde dışarıda bırakmayı başarıyor. Kişisel verilerin hukuksuzca aktarılması, oyunlar aracılığıyla reklam alınması, bunun bir ürün haline getirilmesi günümüzde çok yaygın olarak yaşanılan bir problem olarak karşımıza çıkıyor. Playtest, korkuyu sadece gerçeklikle ile değil beyne sokulan bir makineyle kişisel veri çekilmesi hususunda da temellendirebilirdi.
Bölüm 3: Shut Up and Dance
Black Mirror, Sezonun 3. bölümünde bu sefer kamerasını kişisel veri ve insanın kendi evinde bile 24 saat gözetlenme tehdidi altında olduğu algısına çeviriyor. İngiltere’de şehrin farklı coğrafyalarında yaşayan dört kişi, sürekli gelen telefon mesajları sebebiyle buluşuyor. Beklenenin aksine bu buluşma bir arkadaşlık site aracılığıyla olmuyor. Kendi işledikleri günahlara karşılık onları gözetleyenler sebebiyle buluşuyorlar. Yapılan hataların birileri tarafından gözetlenmesiyle bu kişiler yaptıkları günahlar ortaya çıkmasın diye şantajla birtakım büyük abiler (Big Brother) tarafından kontrol altına alınıyorlar. Kişisel verinin nasıl kullanıldığı ahlak anlamında problemli bir kişinin insiyatifine kalıyor. Keyfi zorbalıkla insanların hayatları cehenneme çevriliyor. Anonim olarak kalabilen birçok kişinin insanların kişisel datasına sahip olduğunda nasıl hızla zorbalaşacağı ve acı vermekten nasıl zevk alabileceğini sunuyor. Kişisel verilerinin yeni bir güç simgesi olduğunu söylüyor.
Shut Up and Dance, büyük abiyi microcosmos bakımından incelemesi ve irdelemesinde başarılı olsa da bu durumun gelecekte nasıl daha kötüleşeceğini anlatmadığından dar bir kapsamda kalıyor. Distopyanın zaten bugün geçerli olduğunu ileri sürüyor. Bu sebeple maalesef değindiği güçlü konuya rağmen bu sezonun en hafif kalan bölümlerinden biri oluyor. Büyük Abi konusu, edebiyattan sinemaya kadar uzanan çokça üretilmiş olsa da bugün değil, yarın değil, ileri de aynı şekilde insanların problemi olacaktır. Yeniden üretimlerin çok yararlı olduğunu düşünsem de kişisel veri üstüne günah çıkarmak yerine hikayenin daha geniş çaplı ele alınması gerekliliğini savunuyorum.
Bölüm 4: San Junipero
San Junipero, Black Mirror’ın bilimkurgu ve füturizm yönünün ağır bastığı bir bölüm. San Junipero, iki genç kadının San Junipero adı verilen bir kasabada yaşamlarını anlatıyor. San Junipero ne bilinen bir şehir, ne de kızlar gerçek. Gerçek olmayan bir yerdir San Junipero. San Junipero eğer bir yaratı dünyası ise kadınlar o yaratı dünyasının gerçekliğinin yerini almıştır. Eğer San Junipero bir ölüm sonrası hayat ise; yine bir fantezi dünyasını gerçekliğinin yerini almıştır. Bir sürü ihtimalin arasında gerçek olan tek şey ise bu bölümün sezonun en ferahlatıcı bölümü olmasıdır. İleri zamanlarda insanların ötenazi gibi faaliyetler yerine simülasyon dünyasında yaşayabileceğini ve her daim genç kalabileceğini de öne süren San Junipero, Jean Baudrillard’ın Simulacra teorimine gönderme yaparak, öncesiz ve sonrasız aynı zamanda kopya bir dünyanın içinde kalmış, mutlu olan insanların yaratılmış evreni olan San Junipero, aynı zamana gerçeğe alternatif olan köksüz bir cennetin [hiper gerçekliğin] bir ürünü olarak gözüküyor.
Gelecek hakkında yeniden düşünme şansı veren San Junipero aslında iyi şeyler söylüyor. Tabii bu durum hiç Black Mirror dünyasınca doğru gözükmese de bazı insanların hayatlarının belli bölümlerinde başka hayatlar (sanal gerçeklikler) yaşayabileceğini öngörüyor.
Bölüm 5: Men Against Fire
Men Against Fire bölümü maalesef bu sezonu teknoloji açısından en iyi işlenmiş ama fikir olarak arkaik kalmış bir sorunu anlatıyor. Dizi bu bölümünde nefret, insansızlaştırma, köleleştirme ve militarizm konularını direkt olarak hedefine koyuyor. Belirlenemeyen bir gelecekte savaş alanlarında askerler MASS denilen gözlükleri kullanmakta, bu yeni teknolojik aletle düşmanı rahat tespit etmektedirler. Asker olan kahramanımız Stripe, bir ekibin içersinde MASSlerle donanmış bir şekilde düşmanı öldürmeye gönderiliyor. Askerler, “Roaches” (Böcekler) denilen bir grup hasta insanın peşinden gidiyor. Bu hastalığa sahip insanlar, bir mutasyona uğrayıp insan dışı bir varlığa dönüşüyor. Bu yaratıkların verdiği zarar ise köylülerden yemek çalmaları olarak anlatılıyor. Hikayenin bu tarafı çok mantıklı gözükse de Stripe’ın “MASS” denilen gözlüğünü etkisiz hale gelmesiyle hikayenin diğer tarafıyla karşılaşıyoruz. Stripe’ın vicdanı ağır basıyor. Her şey berraklaşmaya başlıyor.
Stripe’ın hikayesi; günümüzde devam eden ve gelecekte de var olacak faşizmi teknoloji ile ilişkilendiriyor. MASS’in propaganda aracı yerine kullanılması, askerlerin insanların duygularını ve vicdanlarını öldürmesi, düşman olan kişilerin devletler tarafından “hastalıklı” adı altında öldürülmesiyle, devlet denilen mekanizmanın bir öldürme makinesine dönüştüğünü anlatıyor. Bugünün dünyasında zaten askeri güce sahip olan devletlerin, düşmanlarını ezmek için onları düşmanlaştırdığı Naziler döneminden beri biliniyor. Devlet mekanizmasının ileride de değişmeyeceği ama teknolojik olarak öldürme gücünün artıracağını ise çok sarsıcı bir şekilde görüyoruz.
Bölüm 6: Hated in the Nation
Hated in the Nation, belki de bilimkurgu ile gerçekliği örtüştürerek en distopik hikayeyi bir buçuk saatlik bir bölümle ekrana taşıyor. Sezonun son ve en geniş bölümünde değinilen konular çok iyi bir şekilde hikayeye yedirilmiş durumda. Robotik arılar, sosyal medya, linç kültürü, nefret cinayeti… Hated in the Nation, cinayet soruşturması kalıbıyla sosyal medya lincini odağına alıyor. Deneyimli dedektif Karin Parke ile stajyer polis memuru olan aynı zamanda bir dijital yerli olan Chloe’in yolları bir cinayet sebebiyle kesişiyor. Cinayet en başta normal ve sıradan bir olaymış gibi gözükürken cinayetlerin sosyal medya ile ilişkilendirilmesiyle olaylar Black Mirror evrenine uygun hale geliyor. Toplumsal nefretin körüklemesiyle sosyal medyada örgütlenen cinayetler büyük kitleler tarafından dile getirilip, bir kişi tarafından oyun niteliğinde robot arılar aracılığıyla yerine getiriliyor. Bu cinayetlerin işlenmesinde asıl tetikleyici olan toplumsal nefret bir kişinin öldürülmesi için yeterli midir sorusu karşımıza çıkıyor. Bu halihazırda içinde bulunduğumuz dünyanın da bir sorunu olan nefret cinayetinin yerine sosyal medya linci olarak karşımıza çıkıyor.
Hated in the Nation bu kararın yerinde olduğu düşüncesini olumlayarak topluma ayna tutmayı seçiyor. Popüler olmayan ya da nefret edilen bir kişinin ölmesi gerektiği kararına vararak bir karar merciyi gibi davranıyor. Aslında distopya olan, bu kararın uygulanmasından öte bunun herkes tarafından kabul edilebilir bir cinayet olduğunun altının çizilmesinden kaynaklanıyor. Diğer bir deyişle, nefret edilen bir kişinin öldürülmesinin aslında cinayetten çok bir mutluluk sebebi olabileceğini belirtiyor.
Black Mirror bu bölümde olayı daha abartarak gerçekten ahlakı düşük kişileri topun ağzına koyuyor. Adeta bir tahrik unsuru oluşturmayı hedeflercesine yakın zamanda hali hazırda yaşanan ve yaşanmakta olan sosyal medya lincini bir adım yukarı taşıyor ve insanların vicdanlarına da bir kişisel yargılama alanı olarak düşünmelerini sağlıyor. Finale doğru yaklaşırken nefret edilenlerle nefret edenlerin aynı durumu paylaşmaları da bu yargılamanın görselleştirilmesi, bir nevi iki tarafın her an birbirlerinin yerlerine geçebileceğini anlatıyor. Sonuçta, toplumsal nefretin hastalık gibi yayıldığı bu zamanda kimin toplumsal nefretin kurbanı olacağı muğlak bir biçimde olacağı sunuluyor.
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.