Tatil Kampından İnsan Manzaraları
Jacques Tati bir sonraki filminden itibaren değiştirmeden kullanacağı tiplemeyi belirler. Charles Chaplin için Şarlo ne ise, Tati için Bay Hulot o olacaktır. Uzun boyu, fötr şapkası, paçası kısa pantolonu, mantosu, şemsiyesi, piposu ve öne doğru eğik yürüyüşü ile hemen fark edilen özellikleri vardır. Bay Hulot son derece centilmen, kibar, iyi niyetli ve pozitif bir beyefendidir. Pek konuşmaz, konuşsa bile etrafındakiler ve ekran başındaki bizler için işitilmesi güç bir ses tonu kullanır. Kibarlığı vücut dilinden okunur. Dikkatsizlik sonucu kusur işlediğinde utanır ve görünmeden uzaklaşma yolunu tercih eder; ancak hiçbir kötü niyeti olmadığı gibi bilakis yardımsever bir kişiliktir.
Bay Hulot ile ilk kez 1953 yılında Les Vacances de Monsieur Hulot (Bay Hulot’nun Tatili) filminde tanışırız. Taşradan sonra Jacques Tati bu kez kamp otelden tatil yapan insan manzaralarını derler. Güldürü unsurları Jour de Fête filmine kıyasla daha fazla, diyaloglar ise daha azdır. Bay Hulot’nun ortaya çıkışıyla beraber Tati filmlerinde diyaloglar hikâye gelişimi açısından önem arz etmeyen bir konumda sabitlenir; ancak insan sesleri tamamen kaybolmaz. Ses tonu ile karakter yüklemeleri veya çevre sesleri olarak yine kullanılır. Bay Hulot’nun ilk filminde ağzından duyulan tek net kelime resepsiyonda ismini vermek için söylediği “Hulot” kelimesidir. Bu sahne aynı zamanda filmin tanıtım sekansına dâhildir ve Bay Hulot’nun hem filme hem de sinema dünyasına kendini takdimidir.
Les Vacances de Monsieur Hulot filminin tatilcileri içinde bir kaçının farklılığı kıyas yoluyla vurgulanır. Bay Hulot bunlardan ilkidir; diğer tatilcilere nazaran oldukça kötü durumdaki arabası ve çatı katındaki odası onun ekonomik gücünün daha az olduğuna; heyecanlı, çekimser ve şaşkın tavırları ise yaşam standardının daha düşük oluşuna yorulabilir. Diğer tatilciler için oteller ve yaz tatilleri bir rutin ve alışkanlık iken Bay Hulot ilk kez tatil yapıyormuş gibi meraklı, iştahlı ve sokulgandır. Hal ve hareketleri pek çok tatilci için rahatsız edici, küçümseme sebebidir. Örneğin tenis oynamayı bilmeyen Bay Hulot, ilginç servis stili ile herkesi çaresiz düşürünce öfkeyle ve küçümsemeyle karşılaşır. Ancak beyefendiliğini her durumda koruyan, kibarlık yönü en ağır basan karakter yine odur. Bay Hulot’nun iletişim kurmayı başarabildiği karakterler de diğer tatilcilerden ayrılır; ağırbaşlı, nazik ve kendi halinde bir kadın olan Martine, sadece eğlenmeyi amaçlayan ve bunu başardığı her halinden belli olan İngiliz kadın ve eşinin baskın karakteri ardında pasifleşmiş, tüm tatilini eşinin arkasında yürüyerek geçiren yaşlı adam. Tatil sonu vedalaşma isteğine karşılık bulamayan Bay Hulot’yu teselli edecek vedalaşmalar da yine aynı karakterlerden gelir. Çocuklar hariç diğer tatilciler ise Bay Hulot’nun elini sıkmayıp onu gördüğünde suratını ekşitir. Filmde sınıfsal farklılıkların getirdiği ayrımlaşmayı, üst-orta sınıftaki kibir ve küçümseyiciliği, modern dünyada insanın yaşamsal belirtilerini kaybedişi gibi sosyal eleştirileri okumak mümkündür. Özellikle Jour de Fête filminin kasabalıları ile karşılaştırınca tatilcilerin yaşam şekli ve tavırlarındaki farklılık gözden kaçacak gibi değildir.
Şehirden İnsan Manzaraları
Jacques Tati, 1958 tarihli bir sonraki filmi Mon Oncle (Amcam) ile eleştirisinin dozunu daha da arttırır. Ev ve işyerlerinde esaret, toplumdan soyutlanma, tüketim çılgınlığı, lüks düşkünlüğü, şekilcilik, teknoloji bağımlılığı gibi gün geçtikçe daha anlamlı olan ve daha ileri seviyede görülen kaygılarını perdeye taşırken toplumsal bozulma da başı çeken burjuvazi ile adeta alay etmiştir. Bunu yaparken geleneksel ya da eski usul yaşam tarzı ile yeni yaşam tarzını kıyaslama ve kıyaslatma yolunu seçer. Tatil kampında yalnızlaşan Bay Hulot’yu bu kez yaşadığı semtte ve kendi yaşam şekliyle yansıtır. Yaşamını idame etmeye yetecek kadar kazanabilen, birbirleriyle iç içe yaşayan, günü evlerinde oturmak yerine dışarıda geçiren ve dışarı çıkarken anahtarını kapı üstlerine, paspas altlarına bırakabilecek rahatlıkta insanlardan oluşan bir semtte yaşar Bay Hulot. Şehrin bir başka semtinde ise Bay Hulot’nun kız kardeşi, bir fabrikada yöneticilik yapan kayınbiraderi ve Bay Hulot’nun yeğeni Gerard’dan oluşan Arpel ailesinin yaşam şekli sergilenir. En ileri teknoloji ile donatılmış, en abartılı şekilde süslenmiş, tüm mobilya ve aksesuarlarda şekilciliğe önem verilen bir evde yaşamaktadırlar ve evin etrafı yüksek duvarlarla çevrilidir. Misafirlerine gösteriş yapmaktan, evlerinde oturup yüksek teknolojinin tadını çıkarmaktan hoşlanırlar. Evleri ve bahçeleri konusunda aşırı titiz davranmakta, her şeyden çok kıymet vermektedirler. Bay Hulot’nun yaşadığı semtte alışveriş için çarşıya, pazara çıkılırken Arpel’ler bir şey satın alacağı zaman satıcı eve çağırılır. Bay Hulot ile yeğeni çok iyi anlaşmaktadır ve Arpel ailesi bu durumdan rahatsızdır. Çünkü onlara göre Bay Hulot’nun yaşam şekli yanlıştır ve onu amaçsızlıkla suçlamaktadırlar. Kayınbiraderi tarafından fabrikada iş, kız kardeşi tarafından da komşular arasından eş arama çalışmaları ile Bay Hulot’yu kendi hayat tarzına çekmeyi amaçlarlar.
Mon Oncle filminin daha açılış jeneriklerinde inşaat görüntüleri kullanılmış ve Arpel ailesinin villası gibi yeni yapılanmaya işaret edilmiştir. Filmin adı ise yeni yapıların henüz başlamadığı Bay Hulot’nun semtinde bir duvar yazısı olarak görülür. İki konutlaşma biçimi film boyunca kıyaslanacaktır.
Jacques Tati, ilk renkli filmine Mon Oncle vasıtasıyla kavuşmuş olur. İlk filminden rengin peşinde olan Tati için renk önemlidir; özellikle grinin tonlarıyla beraber diğer renklerden ayrılması eleştirilerinin ve simgesel anlatımının daha iyi anlaşılması açısından gereklidir. Siyah-beyaz filmlerde griyi ayırt etmek mümkün değildir. Tati’nin sinemasında pastel gri, eleştiri oklarını yönlendirdiği post modern mimariyi, teknolojiyi ve burjuvaziyi temsil edebilme özelliğe sahiptir. Söz konusu modern evler, fabrikalar, iş merkezleri, otomobiller; ayrıca kalabalıklar halinde ve hızlı yaşanan tek tip ve koşullandırılmış modern hayat tarzının yeryüzündeki yansıması olarak gördüğü otoyollar hep gridir.
Evlilik yıldönümünde bile Arpel çifti birbirine teknolojik armağanlar almaktadır. Erkek, eşine otomobil alırken kadın ise garajlarına son teknoloji sensörlü bir kapı taktırmıştır. Köpeklerinin tesadüfen geçişini de algılayan sensör ile garajda hapsolurlar. Yeni teknolojik oyuncaklar ile yaşanan mutluluğun hemen akabinde gerçekleşen bu kaza anı ile aslında teknolojik esaret altında oldukları vurgulanır.
Şekilcilik baskın ve uç seviyede örneklenmiş, film için bugün dahi sıra dışı sayılabilecek mobilyalar ve bahçe tasarımı dizayn edilmiştir. Arpel ailesinin fıskiyesi, gösteriş düşkünlüklerinin simgesi haline gelir. Bayan Arpel her kapı çaldığında ilk olarak fıskiyeyi, sonra kapıyı açar. Gelen kocası veya satıcı gibi kişiler olduğunda fıskiye derhal kapatılır; ancak olası gösteriş yapılacak misafirler için hazırlıklı olmalıdır. Bu durum filmde pek çok kez Tati’nin alay konusu olur.
Bay Hulot’nun yaşadığı eski semt ile Arpel ailesinin yaşadığı modern semt arasında sınır olarak belirlenen yıkılmış duvar Bay Hulot’nun semtler arası geçişlerinde film boyunca kullanılır. Üst üste durmakta olan taşlardan birini ayağı takılıp düşürünce dönüp tekrar eski yerine koyar. Bu davranışı ile Bay Hulot’daki semtinin aynı kalmasına yönelik arzu kendini gösterir.
Mon Oncle filminin son sahnesi seyirci ile bağlantı kurmaktadır. Bir evin penceresini kullanarak oluşturulan dâhili çerçeve içine özgürce koşuşan ve oynayan sokak köpekleri yerleştirilir. Bu görüntüyü örtmeye çalışan perdenin iç tarafında ise evlerine tıkılan bizler konumlandırılırız. İçerisi-dışarısı, evler-sokaklar, esaret-özgürlük ayrımı yapılarak seyirci de Tati tarafından uyarılmış olur.
Metropolden İnsan Manzaraları
Mon Oncle ile semtlerdeki değişimi ve yenilenmeyi vurgulayan Jacques Tati, 1967’de tamamladığı Playtime ile Paris’in aynı kalıp kalamayacağını sorgular. Teknolojik gelişmeler artan bir ivmeyle çoğalmış, evlerimize ve işyerlerimize girmiştir. İnsanoğlu sayısız butonla tanışmış, ne işe yaradıkları ile meşgul olmaktadır. Metropollerde farklı milletten insanlar bir araya gelmiş ve farklı diller bir arada konuşulmaya başlanmıştır. Amerikan yaşam tarzı artık dünyaya hâkim olmaya başlamış, Fransa’daki tabelalar bile İngilizceleşmiş, Tati’yi filmine de İngilizce isim vermeye itmiştir.
Tati sinemasında teknoloji, post modern mimari ve küreselleşmeyi simgeleyen grinin kapladığı alan Playtime ile maksimuma erişir. Binalar, caddeler, otomobiller hatta kıyafetler… Ticaret merkezleri, gökdelenler gibi dev binalar sadece yeryüzünü değil, gökyüzünü dahi kaplar hale gelmiş; insanoğlu beton ve demir yığınları içerisinde yaşamak zorunda bırakılmıştır. Kalabalıklar halinde tatil yapılmakta, kalabalıklar halinde çalışılmakta ve kalabalıklar halinde alışveriş edilmektedir. Toplu taşıma araçlarına ve asansörlere dahi kalabalıklar halinde binilirken Bay Hulot da ticaret merkezine doğru hareket eden bir kalabalığın içine düşerek elinde olmadan kendini bir ticaret fuarında bulur. Devasa alana kurulmuş, labirenti andıran Amerikan tarzı ofis bölmeleri içinde kendine bir çıkış yolu bulmakta zorlanır. En yeni teknolojik ürünlerin tanıtıldığı fuar alanında ev eşyalarına eklenen yeni özellikler ile kadınlar; inşaat malzemeleri, büro mobilyaları gibi ürünlerle de erkekler cezp edilmeye çalışılmaktadır.
Bay Hulot’nun arkadaşları da yeni dünyaya uyum sağlamış, Bay Hulot daha da yalnızlaşmış, çekimserleşmiştir. Davetlere iştirak etmek zorunda kaldığında sıkıntısı yüzünden okunur; kalkmak için fırsat kollar. Gündüz iş hayatındaki koşturmaca akşam olduğunda yerini dört duvar arasında pasif dinlenmeye ve televizyon ekranına hapsolmaya bırakır.
Mon Oncle’daki eski mimari düzende Bay Hulot, dairesine varabilmek için binanın içinde dolaşmakta ve sık sık komşularıyla rastlaşmaktadır. Playtime’daki yeni mimari düzende ise apartman sakinleri birbirinden birkaç metre uzakta yaşamalarına karşın iletişimsiz ve yalıtılmışlardır. Televizyon izlerken aslında aynı duvarın iki yüzüne bakmakta olan insanlar arasında iletişimi ve karşılaşmayı engelleyen unsur olarak yine bir teknoloji ürünü olan televizyon gösterilir.
Havaalanı, ticaret merkezi ve restoran şeklinde sıralanan üç ana mekânda modern mimari, iş hayatı ve kalabalık ziyaretçileri inceleyen Playtime öylesine detaylarla doludur ki ilk seyredişte mutlaka kaçırılacak eylemler ve vurgular vardır. Özellikle restoranda geçen uzun son bölüm kalabalık bir figüran topluluğuyla kusursuz çekilmiş ve Tati’nin eğlenceli fikirlerini birbiri ardına sıraladığı, aksiyon ve güldürüsü en zengin Tati anlarını barındırmaktadır.
Playtime sinematografik olarak da Jacques Tati’nin zirveye ulaştığı filmdir. Üç boyutluluk hissi yaratmak için sonsuza yakın alan derinliği içerisinde eş boyutlarda nesnelerin birbirini örtmeyecek şekilde sıralı kompozisyonu oluşturularak akıllara kazınan bir perspektif başarı sağlanır. Ofis odaları, pencereler, otomobiller, masalar hatta binalar… Hemen hemen her şey uzam yaratırken aynı zamanda standart dizaynlardan kümeler oluşturma şeklindeki modern şehirleşme mantığına vurgu yapılır.
Playtime’dan perspektif örnekleri
Filmdeki büyük binalar için maketler hazırlanmış; mekânlar, dekorlar ve caddelerin pek çoğu film için inşa edilmiş ve Tativille adı verilen film setinde çekimler gerçekleştirilmiştir. Bu büyük masraflara 4 yıllık çekim süreci de eklenince Playtime, Jacques Tati’nin en pahalı prodüksiyonu olarak tarihe geçmiştir. Bu arada Playtime setinde bir de kısa film kotarılmıştır; Cours du Soir (Evening Classes). Filmde bir grup oyuncu adayı öğrenciye gözlem ve taklit üzerine uygulamalı ders anlatan Jacques Tati’nin oyunculuğuna daha yakından bakmak için faydalıdır. Pantomim döneminden gelen sporcu tiplemelerini tekrar kullanan Tati’yi filmlerinin aksine bu kez dinleyebilme ve sesine aşina olabilme fırsatımız doğmuştur.
Bir Jacques Tati İncelemesi – 3: Avrupa’dan İnsan Manzaraları ve Tatimetre

İşletme ve Radyo-TV-Sinema mezunu. Eleştirel alanında aktif olmaya DVD+ dergisinin resmi forumunda moderatörlük yaparak başladı. İlk eleştirileri ise 2008 yılında Kanal D Home Video dergisinde yayınlandı. 2009’da Sinemaximum sitesinde, 2010’dan itibaren ise kişisel blogunda yazmaya devam ederken Aralık 2013’de Cineritüel’e katıldı. Antalya’da yaşamaktadır.