Değişen Dünyanın Değişmeyen İnsanlarına Sevgilerle
Asıl adıyla Jacques Tatischeff, 1907 yılında Fransa’da dünyaya gelir. Rus baba ve Hollandalı annenin iki çocuğundan biri olan Tati’nin çocukluğu öğrencilik konusunda kötü; tenis, binicilik ve rugby gibi sporlarda ise başarılı geçer. Eğlence sektörüne girişi de yine sporcu taklitleri içeren pantomim gösterileriyle gerçekleşir. Pantomim, onun sinemada oyunculuk tarzının da belirleyicisi olacak, tecrübelerini filmlerinde de kullanacaktır.
Jacques Tati az sayıda film üretmiş olmasına rağmen iz bırakmış yönetmenler arasında sayılır. Onun sineması her geçen gün daha da hızlanan modern hayat tarzına, ilerleyen teknolojiye ve dünyanın değişimine uyum sağlayamayan bir adamın güldürüsü; aynı zamanda söz konusu değişimler sebebiyle yaşanan toplumsal dönüşümün, sınıfsal ayrışımların ve kültürel değişimlerin eleştirisidir. Aynı tema, hatta aynı karakter etrafında filmler çekmesine karşın kendini tekrar etmek veya yerinde saymak söz konusu değildir; teknik ve içerik açısından sürekli gelişim gösteren, her yeni filmi ile konu kapsamını genişleten bir kariyere sahiptir. Filmleri arasında uzun boşluklar bulunur; dolayısıyla arka plandaki teknolojik ve toplumsal değişim çarpıcıdır. Farklı on yıllarda aynı temayı işleyen Tati’nin filmleri, kaygılarının gerçekleşmesini ve eleştirisinin doğruluğunu tarihsel olarak onaylarken teknoloji gelişiminin ne kadar hızlı olduğunu da hem maketler ve set tasarımı gibi filmsel malzemenin, hem de otomobiller, makineler gibi filme aldığı teknolojik ürünlerin farklılığı ile belgeler.
Jacques Tati sinema serüvenine komedi skeçlerinde aktörlük yaparak başlar. 20’li yaşlarının ortasındadır ve rol aldığı kısa filmlerin senaryosunu da yazma veya katkıda bulunma uğraşındadır. 1930’lu yıllara tekabül eden bu dönemde kaybolmuş veya yarım kalmış çalışmalar, kendisi gibi komedyen aktör olan Henri Sprocani ile “Tati & Rhum” ikilisi olarak sürükledikleri skeçler bulunmaktadır. Örneğin 1935 tarihli Gai Dimanche (Neşeli Pazar) kısa filminde Tati ve Sprocani işsiz ve evsiz iki arkadaştır. Geniş bir taşıt kiralayarak turistlere gezi ve piknik hizmeti vermeyi, bu yolla para kazanmayı hedeflerler. İkilinin problemlerle başa çıkma yöntemleri üzerinden yaratılan komik durumlara şahit olduğumuz filmde kiraladıkları arabanın çıkardığı aksilikler bize Tati’nin teknoloji ile uyumsuzluk temasını hatırlatsa da bu yıllarda henüz bir Tati tarzından ve sinemasından bahsetmek elbette mümkün değildir.
Bunların dışında 1936 tarihli Soigne Ton Gauche (Watch Your Left) isimli bir kısa film daha vardır ki; Tati’nin sinema kariyeri açısından üzerinde durmak ve belki de ilk önemli durak olarak belirlemek gerekir. Önemini ifade edebilmek için filmin hikâyesinden ve karakterlerinden kısaca bahsetmeli; jeneriklerin ardından taşradaki bir kasabaya bisikletiyle gelen postacının görüntüleriyle film başlar. Meydana kurulmuş boks ringine doğru hızla gelir ve ringin kenarında oturmakta olan boksöre ve menajerine telgraf iletir. Son maçını kazandıkları için tebrik içeren ve yeni maç için hazırlanmalarını talep eden telgrafı okuduktan sonra hemen antrenmana başlamak isterler. Ancak ellerindeki iki antrenman boksörü de çabucak güçten tükenir ve yeni bir antrenman rakibi gereklidir. O sırada yakınlarda bulunan, çalışmak için isteksiz, hayalperest Roger (Jacques Tati), bir yandan saman balyalarını zoraki taşırken bir yandan da ringi izleyip bir köşede boksör olduğunu hayal etmektedir. Kendi kendine yaptığı boksör taklidi menajer tarafından fark edilince kendini ringde bulur. Taburesinin üzerinde bulduğu el kitabındaki resimlere bakarak boks hareketleri uygulamaya çalıştıkça yumruk yemeye devam eden Roger’ı ringin başında postacı da izlemektedir. El kitabı yere düşünce ringe çıkıp almaya yeltenen postacı da kaza ile yumruklardan nasibini alınca çok bozulur ve oradan derhal uzaklaşır; ancak giderken bu durumu kasabanın birkaç delikanlısına anlatarak boksörü şikâyet eder. Delikanlıları da yanına alan postacı geri dönünce ringin içi karışacak; hatta ring çökecektir. O karışıklıkta Roger da rakibini yenmeyi başaracaktır. Olaylar sırasında bir grup çocuk da yaşananları filme almaktadır. Postacının bisikletine atlayıp kasabayı terk edişini çekerlerken film de sona erer.
Jacques Tati, Roger karakteri ile Charles Chaplin ve Buster Keaton’a yakın bir oyunculuk sergiler. Filmin çok başarılı olduğu söylenemez; ancak o gün için fazla bir şey ifade etmese de yıllar sonra ilginç olacak iki önemli noktayı atlamamak gerekir. Birincisi; bu kısa film Jacques Tati gibi Yeni Dalga öncesi Fransa Sineması’nın önemli isimlerinden biri olan René Clément’in ilk yönetmenlik tecrübesidir. İkincisi; çocukların film çekme merakı René Clément’in belgeselci yönüne bir atıf varsayılabileceği gibi senarist Jacques Tati’nin kendi filmini çekme iştahının da belirtisi olarak kabul edilebilir. Çünkü kasabadan ayrılırken filme alınan bisikletli postacı yıllar sonra ve bu kez Jacques Tati’nin yönetmenliğinde geri dönecektir.
1940’ların ilk yarısını sinema adına boş geçiren Tati, 1946 ve 47 yıllarında Claude Autant-Lara’nın ardı ardına iki filminde küçük rollerde karşımıza çıkar. Tecrübeli yönetmenin de Tati’ye bir şeyler kattığı muhtemeldir ki hemen akabinde Jacques Tati, yönetmen olarak ilk filmini çeker.
11 yıl önce çocukların oyun olarak filme çektiği bisikletli postacıyı, L’école des Facteurs (The School For Postmen) isimli kısa filminde bu kez Tati filme alırken aynı zamanda canlandırır. Sonuç, daha önce rol aldığı kısa filmlerin hiçbirini aratmayacak kadar başarılı bir güldürüdür. Postacılık Okulu’nda hızlı olmak üzerine hızlı bir eğitim alarak işe başlayan postacının bu uğurdaki çabaları, yöntemleri ve görevini yaparken kendisinin ve posta alıcılarının yaşadığı komik durumlar gerçekten eğlenceli bir seyir oluşturur. Filmin sonunda postacı hızına alamayacak, bisikletiyle posta uçağını yakalamaya dahi gayret edecektir.
Taşradan İnsan Manzaraları
Sırada ilk uzun metrajlı filmini yapmak vardır ve mevcut postacı karakterini tekrar kullanan Jacques Tati sadece güldürmek amacı taşımadığını, daha büyük fikirlerinin olduğunu 1949 tarihli Jour de Fête (Bayram Günü) filmiyle ortaya koyar. Cumhuriyet Bayramı’na benzer bir anlamı olan Bastille Günü’nü kutlayan bir kasabayı mekân edinen filmde Tati, sakin geçen taşra hayatının hızlanışını, heyecanı, eğlenceyi ve curcunayı eksiksiz aktarır. Bu hareketliliği kasaba genelinde yakalamakla kalmaz; aynı zamanda pek çok kasaba ferdine derinlik kazandırmayı ve birey olarak bayram havasının onlarda meydana getirdiği değişimi de gözlemlememize imkân sağlar. Durum komedilerindeki klasik anlatım tarzının aksine Tati’nin kamerası uzun süre bir karakterin üzerinde kalmaz; belirli bir kişinin etrafında veya özelinde cereyan eden olaylar şeklinde bir öyküleme yapılmaz. Kasabanın içerisinde yaşanan her hareketliliğin, ilginçliğin peşinden koşan bir kamera ve kurgu mevcuttur; bu tercih sonraki filmlerinde de Tati’nin genel tarzı olarak kalacaktır.
Postacımız Bastille Günü süslemeleri için kasabalıların direk dikme çalışmalarında yardım gerekliliğinden hazırlıklara ve kutlamalara müdahil olur. Bir yandan görevini yaparken bir yandan da aktivitelere iştirak edecektir. Sakin başlayan filmde dakikalar ilerledikçe hareketlilik ve kalabalıklaşma; süslemelerin ve bayrakların çoğalışı belirgin şekilde fark edilir. Gün ortasında kasaba panayır alanına döner; oyun oynayanlar, gösteri izleyenler, film seyredenler, içki içip sohbet edenler, dans edenler… Kasabada herkes kendi halindedir, mutludur ve gerçekten eğleniyordur. Ufak tefek sorunlar yaşansa da bunlar kasabadaki huzuru bozacak nitelikte değildir. Ancak kutlamalar dâhilinde farklı kıtadan gelen bir gösteri sonrası tadı kaçacak ve değişime uğrayacak biri vardır; bu değişim kasabadaki ahengi ve alışık oldukları ritmi de bozacaktır. Taşra çarklarındaki bu bozulma vurgusu ile Jacques Tati, kaygılarını ve eleştirel tavrını daha ilk filminden belli edecektir.
Kutlama aktivitelerinden biri de Amerika’dan gelen bir belgesel gösterimidir. Amerikan Posta Servisi’nin ne kadar hızlı olduğunu ve ileri teknoloji kullandığını anlatan belgeselden etkilenen bisikletli postacımızda, halkın iğnelemeleri ile de artan asabilik baş gösterir. Amerikan Posta Servisi hakkında öğrenilenlerden sonra kıyaslanmayı ve küçümsenmeyi gurur meselesi yapan postacı, ertesi sabah kalktığında Amerikalılara meydan okuyan bir tavırla işini çok daha hızlı yapmayı deneyecektir. Hikâyenin bu noktasından itibaren Tati’nin kısa filminde izlediğimiz postacının iş günü yeniden ve neredeyse birebir karşımıza çıkar. L’école des Facteurs’ün başındaki postacılık eğitimi ve sonundaki posta uçağına yetişme sahnesi bırakılarak geride kalan tüm sahneler Jour de Fête filminde tekrar kullanılmış gibidir; sadece birkaç sahnenin farklı planla çekildiği fark edilir. Fakat gerçekte Tati aynı filmi kullanmamış, tüm sahneleri yeniden çekmiştir. Hızlı çalışma aşkının sebep olduğu karışıklık ve aksilikler sonrasında postacı bu kez pes eder. Hızlı olmanın ve hızlı düşünmenin kendilerine göre olmadığını, hayatı daha da karmaşık hale getirdiğini ve mevcut düzenlerini bozduğuna kanaat getirir.
Tati filmlerinde sosyal ve kültürel değişimin ana tetikleyicisi olarak teknoloji gösterilir. Teknoloji daha fazla hız faydası amaçlarken hayatın hızına da müdahale etmekte, daha işlevsel olmayı amaçlarken de bireylerde birbirinden kopma ve teknoloji bağımlılığına sebep olmaktadır. Jour de Fête filminde de değişimin tetikleyicisi teknolojidir. Yukarıdaki karede belgesel film afişinde temsil edilen Amerikan postacı hızlı motosikletini sürerken Fransız postacı ise bozulan bisikletini elinde taşımaktadır.
Kasaba hayatında düzenli işleyen çarkların postacıdaki değişim ile bozulması atlıkarınca sahnesi üzerinden de yorumlanabilir. Amerikalılar kadar hızlı olmaya karar veren postacının ilk hız testi ve yeni teknik arayışları atlıkarınca üzerinde gerçekleşir.
Postacı karakterinin yaşadığı geçici sarsıntı ve düzen bozukluğu üzerinden Jacques Tati’nin temel kaygısı açıklığa kavuşur. Amerika’dan yayılan hızlı yaşam tarzı, teknolojik gelişimin çalışma düzeninde yaptığı değişimler, rekabet gereği daha fazla çalışma ve daha hızlı olma gerekliliği, her geçen gün daha fazla hayatımıza giren teknolojik ürünlere teslimiyet ve adapte olma zorunluluğu gibi konularla insanoğlunun alışmış olduğu yaşam biçimlerinin bozulacağı ve bireysel hâkimiyet alanının daralacağı erken dönemden itibaren bir Avrupalı sinemacı tarafından ele alınmaya başlanmış olur. Ufak bir yerleşim yerini kadraja alarak başladığı sosyal yapıdaki ve kültürdeki değişimleri, giderek daha büyük çapta gözler önüne sermeye çabalayacak, çerçevesini metropol hayatına kadar genişletecektir.
Tati’nin, Jour de Fête özelinde dile getirdiği bir kaygısı da 1946 yılında A.B.D. ile Fransa arasında imzalanan Blum-Byrnes Anlaşması’nın Fransa halkında negatif değişimlere yol açacağıdır. Bu anlaşma öncesi Amerikan filmlerinin ithalatı yasak iken anlaşma ile sağlanan Marshall ekonomik yardımları karşılığında durum tamamen tersine dönmüş, zorunlu olarak Amerikan filmleri Fransa’ya getirilmiştir. 1947’nin ilk yarısında 40 Fransız filmine karşılık 340 Amerikan filmi gösterime girmiştir. Bu yoğun film akışı ile Amerikan kültürünün Fransa halkına nüfuz edeceği endişesi zaman içinde gerçekleşmiş; hatta Amerikan filmleri Fransa sinemasını ve seyircileri de hayli etkilemiştir. Bu etki Yeni Dalga yönetmenlerinin eserlerinde açıkça görülür hale gelecektir.
Jacques Tati’nin Jour de Fête ve öncesindeki L’école des Facteurs kısa filmini örtüştürdüğümüzde aynı postacının aynı hızlı olma eylemini izlediğimiz halde öncesindeki ve sonrasındaki farklı sekanslar bize sinemanın tek hamle ile yeni çağırışımlar üretebileceğinin, Eisenstein’ın diyalektik kurgu tekniğiyle iki çekim arasında üçüncü bir anlam yaratma imkânının sahneler ve sekanslar arasında da kurulabileceğinin güzel bir örneğini sunar. L’école des Facteurs’de hızlı postacılık eğitimi, hızlı iş günü ve posta uçağına yetişme sekanslarından sadece bir güldürü ortaya çıkıyorken senaryodaki değişimle Amerikan Posta Servisi belgeseli, hızlı iş günü ve Fransız postacının hıza ayak uyduramaması şeklindeki sekans sıralaması ise güldürmenin ötesinde politik ve trajikomik unsurlar taşır.
Peki, Jour de Fête filmindeki L’école des Facteurs’e ait olan sahneler neredeyse plan plan aynı olmasına rağmen neden tekrar çekilmiştir? Daha iyi veya kaliteli olması için mi? Hayır; aksine kısa filmdeki çekimler güldürü ve oyunculuk zamanlaması açısından daha başarılı gibidir. Jour de Fête, 1949 yılında gösterilmeye başlandığında siyah-beyaz bir filmdir ama aslında renkli bir film olması planlanmıştır ve renkli de çekilmiştir. Dönemin en başarılı renkli film teknolojisi olan 3 renk katmanlı Technicolor henüz Fransa’da hiç kullanılmamıştır. Bu anlamda bir ilke imza atmayı amaçlayan proje için aynı sisteme alternatif olarak geliştirilen Thomson Color denenecektir. Sonucun nasıl olacağı kestirilemediğinden görüntü yönetmeni Jacques Mercanton’un tavsiyesi üzerine ilginç bir yol saptanır; film eş zamanlı olarak hem renkli hem de siyah-beyaz filme kaydedilir. Sahneler iki farklı kamera ile aynı anda çekildiğinden renkli filmde yaşanacak olası kötü sonuçta siyah-beyaz film kullanılacaktır. Thomson Color tekniğinin ham filmden renkli kopya çıkarma işleminde başarısız sonuç vermesi bu temkinli davranışlarını haklı çıkarır ve film siyah-beyaz olarak gösterilir.
Jacques Tati filmin renklere kavuşması arzusunu hiç kaybetmemiş olacak ki 1964’te filmi elleriyle renklendirme yoluna girecektir. Sessiz film döneminden beri bilinen kare kare filmi boyama yöntemi ile kasabadaki süslemeleri, bayrakları, balonları ve jenerik yazılarını renklendirerek yeni bir kopya üretir. Bu yaptığı işlemi temsil eden bir de yeni karakter oluşturur. Kasabanın meydanında oturup gördüklerini resmeden bu karakter için ek sahneler çekerek ustalıkla kurguya dâhil eder. Tamamen siyah-beyaz olan versiyona erişmek bugün için zordur. En bilinen ve yaygın olan versiyonu boyanarak üretilen 1964 versiyonudur. Daha da ileride teknolojik gelişmeler o gün kullanılamayan renkli ham filmin kullanılmasına olanak sağlayacak, renkler istenildiği kadar parlak olmasa da 1995 yılında filmin ilk planlanan renkli hali de izleyiciyle buluşacaktır.
Dikkat edildiğinde 1995 yılında kullanılabilen renkli film ile siyah-beyaz ve boyanmış versiyonlar arasında farklı kamerayla çekilmiş olmalarından dolayı açı farkı olduğu görülebilir.
Bir Jacques Tati İncelemesi – 2: Tatil Kampından / Şehirden / Metropolden İnsan Manzaraları
İşletme ve Radyo-TV-Sinema mezunu. Eleştirel alanında aktif olmaya DVD+ dergisinin resmi forumunda moderatörlük yaparak başladı. İlk eleştirileri ise 2008 yılında Kanal D Home Video dergisinde yayınlandı. 2009’da Sinemaximum sitesinde, 2010’dan itibaren ise kişisel blogunda yazmaya devam ederken Aralık 2013’de Cineritüel’e katıldı. Antalya’da yaşamaktadır.