- Arrival’da, kulak yerine antenleri olan, yeşil renkli, vücut postürü ve davranışlarıyla insana benzeyen, ama insan kadar ‘estetik’ olmayan, teknolojik açıdan gelişmiş ama duygusal yönden geri kalmış ve ‘insani değerler’e sahip olmadığı için insanlar tarafından yenilgiye uğratılmaları kaçınılmaz olan uzaylılar yok. Arrival’da dünyayı yok etmek isteyen uzaylılara karşı insanlığın kaderi için savaşan kahraman Amerikalılar da yok. Arrival’da türler arası savaş sahneleriyle dolu abartılı bir aksiyon da yok. Zaten bu film, uzaylılarla ilgili bir film de değil; Arrival, tamamen insana dair, gerçekçi ve hassas bir film.
Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan için yarışan Denis Villeneuve’ün yeni filmi, bir yandan yönetmenin alışkın olduğumuz sinematik dokunuşlarıyla, diğer yandan da bilimkurgu türüne getirdiği özgün yaklaşımla parlıyor. Filmin baş rollerini paylaşan Amy Adams, Jeremy Renner ve Forest Whitaker’a ek olarak müzikleri yapan ünlü müzisyen Jóhann Jóhannsson’un da katkısıyla, bir önceki filmi Sicario’yla sevenleri arasında fikir ayrılığı yaratan Villeneuve, bu kez kaybettiği takipçilerini geri kazanacak gibi görünüyor. Arrival; sonradan anlayacağımız üzere, filmin anlatı yapısında çok önemli bir yer tutan ve hangi zaman diliminde yer aldığı tam olarak belli olmayan birkaç hatırlama sahnesiyle başlar. Ardından, kamera günümüze taşınır ve TV kanallarından yayınlanan bir son dakika gelişmesiyle eksen hikâyemiz başlar: Uzaylılar dünyamıza gelmiştir!
Uzaylı temasının daha önce sinema perdesine istila ve dünyayı kurtarma düzleminde akan hikâyelerle birçok kez taşındığına şahit olduk. Bu noktada, Denis Villeneuve ise başka bir şey yapıyor ve bilimkurgu türünde Gravity ve The Martian gibi filmlerin son yıllarda başı çektiği alternatif yaklaşımın son halkasını oluşturma yoluna gidiyor. Arrival’da, kulak yerine antenleri olan, yeşil renkli, vücut postürü ve davranışlarıyla insana benzeyen, ama insan kadar ‘estetik’ olmayan, teknolojik açıdan gelişmiş ama duygusal yönden geri kalmış ve ‘insani değerler’e sahip olmadığı için insanlar tarafından yenilgiye uğratılmaları kaçınılmaz olan uzaylılar yok. Arrival’da dünyayı yok etmek isteyen uzaylılara karşı insanlığın kaderi için savaşan kahraman Amerikalılar da yok. Arrival’da türler arası savaş sahneleriyle dolu abartılı bir aksiyon da yok. Zaten bu film, uzaylılarla ilgili bir film de değil; Arrival, tamamen insana dair, gerçekçi ve hassas bir film.
Dünyanın 12 farklı noktasına inen uzaylılar, doğal olarak dünyada konuşulan dilleri bilmemektedir ve bu nedenle güvenlik güçlerinin attığı ilk adım da uzaylılarla iletişim kurmak olur. Bu iş için ise dilbilimci Louise Banks görevlendirilir. Bu noktada Sicario’da izlediği yolu tekrarlayan Denis Villeneuve, yabancısı olduğu gizemli bir dünyaya soktuğu karakterin bakış açısından filmin merak uyandıran unsurlarını hem karaktere hem de seyirciye aynı anda keşfettirerek filmin gerilim duygusunu mütemadiyen yukarıda tutmayı bir kez daha en iyi şekilde başarıyor. Bunun yanında minimal sahne tasarımları, hipnotize edici sinematografisi ve daha şimdiden en iyi kadın oyuncu dalında Oscar adaylığı dillendirilmeye başlanan Amy Adams’ın performansı da seyirciyi filme sıkı sıkıya bağlayan unsurlardan. Arrival’ın ana çatışması Louise Banks aracılığıyla insanların uzaylılarla iletişim kurma süreci ekseninde şekillenirken, yan anlatılarda da insanlar arasında yaşanan iletişim problemleri ele alınır. Ve senaryo katmanları yavaş yavaş açıldıkça, insanlığı kurtaracak olanın savaşlar değil, iletişim olacağı yönündeki naif mesaj da adresine ulaşır.
Tüm bunların ötesinde, Arrival’ı Denis Villeneuve filmografisinin başyapıtı olan Incendies’ten bile belki daha iyi yapan şey ise filmin finalinde vuku buluyor. Açılışta gördüğümüz ve film boyunca eksen hikâyenin arasına sıklıkla serpiştirilen hatırlama sahnelerine anlam kazandıran bu final sahnesi, uzaylıların kullandığı dili Villeneuve’ün filmin anlatı yapısına nasıl adapte ettiğini ve kendi sinematik dilini uzaylıların doğrusal olmayan, bütüncül dili üzerine nasıl kurduğunu aydınlatması bakımından oldukça etkileyici. Kullandığı dile bağlı olarak zihinsel açıdan da kendini uzaylıların yanına taşıyan Villeneuve, böylelikle insanlara karşı uzaylıların tarafında saf tuttuğunu da açıkça göstermiş oluyor.
Söz konusu Rusya ve Çin olduğunda Hollywood’un bitmek bilmez soğuk savaş refleksini ufak da olsa hissettirmesi ve Villeneuve filmlerinin bir çırpıda, şipşak çözülüp final yaparak insanın ağzında eksik bir tat bırakması hastalığını tekrarlıyor olması filmin hanesine eksi puan olarak yazılsa da, Arrival’ın 2016’nın en iyi filmlerinden biri olduğu şüphesiz.
Sosyoloji bölümü mezunu. Birkaç sinema filminin prodüksiyon aşamasında yer aldıktan sonra 2013 yılında Sinema Kafası’nı kurdu. Yazılarına Cineritüel’de devam etmekte, sinema doktorası yapmakta ve çevirmen olarak çalışmaktadır.