Beyaz Ölüm, 1980’li yıllar sinemasının dokusunu oluşturan birbirinden ilgi çekici simge ve detayları bünyesinde barındıran, “uyuşturucu ve fuhuş konulu eğitici-öğretici, ibretlik filmler” furyasının startını veren filmdir. Halit Refiğ yönetiminde 1983 yılında çekilen Beyaz Ölüm’ün, çok beğenilip gişede büyük rakamlara ulaşması, yapımcı firmanın cesaretini arttırmış ve benzerleri mısır patlağı gibi peşi sıra sökün etmiştir.
Beyaz Ölüm’ü furyanın bütün klişelerinin en başarılı şekilde harmanlandığı, oldukça geniş ve cazip bir oyuncu kadrosuna sahip, kişisel olarak furyanın en iyisi olarak nitelediğim 1984 tarihli Kayıp Kızlar izler. Ardından 1985 tarihli Tele Kızlar, Kahreden Gençlik, Suçlu Gençlik, 1986 tarihli Vazife Uğruna ve Kıskıvrak, 1987 tarihli Kızımın Kanı, 1988 tarihli Canım Oğlum ve 1989 tarihli Polis Dosyası gelir.
Berker İnanoğlu’nun sahibi olduğu Sezer Film hesabına çekilen Suçlu Gençlik hariç diğer bütün filmlerin yapımcısı Erler Film’dir. Bahsedilen on filmin altısının yönetmenliğini üstlenen Orhan Elmas, furyanın kuşkusuz en verimli, çalışkan ve eli çabuk yönetmenidir.
Bu filmlerde uyuşturucu ve fuhuş bataklığına sürüklenen bireylerin trajedisi; neden-sonuç ilişkisi bağlamında ve kabaca giriş-gelişme-sonuç şeklinde özetlenecek bir olay örgüsü ile oldukça didaktik bir söylemle sinemalaştırılmıştır. Kişisel tespitlerim doğrultusunda toplumsal bir çöküntüye sebebiyet veren, gitgide korkunç boyutlara ulaşan uyuşturucu – fuhuş sorunu ve yarattığı sosyal tahribat bu filmlerde 3 farklı unsurun çeşitli yönleri ile ortaya konması, betimlenmesi ile ele alınır ve çözüm aranır.
Birinci unsur, birbirinden güzel genç kız ve yakışıklı erkeklerle dolu, dans, eğlence, uyuşturucu, seks, alkol gibi gençlerin aklını kolaylıkla başından alabilecek her türlü zevk-ü sefanın çılgınca yaşandığı disko ve parti ortamlarının tasviridir. İlk aşamada tüm ışıltılı ve göz kamaştırıcı yönleriyle adeta bir cazibe merkezi olarak resmedilen bu dünya, ilerleyen aşamalarda tüm pisliği ve iğrençliği ile gözler önüne serilerek seyirciye karşılaştırma yapma imkânı sağlar.
İkinci unsur, çeşitli sosyal tabakalara ve kültür seviyelerine sahip genç bireylerin neden ve nasıl bu bataklığa saplanıp kaldıklarının analizidir. Öne sürülen en belirgin sebeplerden biri, yozlaşmış arkadaş çevresi veya arkadaş kurbanlığıdır. Genelde kıt kanaat geçinen, son derece mazbut ve düzgün bir aileye mensup, ailesinden olanakları doğrultusunda her türlü maddi desteği ve daha önemlisi ilgiyi, sevgiyi gören, derslerinde de başarılı ve geleceği parlak genç erkek, güzel sevgilisinin teşviki ile uyuşturucuya ve bağımlılık başta olmak üzere her türlü kötülüğe bulaşır. Hem kendisinin hem ailesinin yıkımına sebep olur. Kahreden Gençlik ve Canım Oğlum filmlerinde konu bu yönüyle masaya yatırılmıştır. Bir başka neden, ebeveyn ilgisizliği ve başıboş bırakılmışlıktır. Genç kız zengin ve seçkin bir aileye mensuptur, maddi olarak her türlü imkâna sahip, ancak manevi açıdan anne-baba şefkat ve sevgisinden mahrumdur. Baba sürekli ekonomik çıkar ve itibar peşindedir, anne ise konken masalarında sabahlara kadar oyun oynamak ve içmekten gözleri şişmiş bir halde yarı ölü vaziyettedir. Genç kız, aradığı mutluluğu uyuşturucu, seks ve çılgınca bir yaşamda arar. Sonuç elbette ki felaket olacaktır. Suçlu Gençlik ve kısmen Kayıp Kızlar filminde soruna bu açıdan yaklaşılmıştır. Bir diğer neden de, artist olma sevdası ve yukarıda belirttiğim renkli dünyanın albenisine olan zaaf ve özentidir. Burada, ilk aşamada herhangi bir kişinin etkisi ve itmesi söz konusu değildir. Kayıp Kızlar filminde Nilgün Saraylı’nın canlandırdığı Zehra, çocukluğundan beri hayallerini süsleyen artistlik sevdası uğruna evden kaçarak İstanbul’un yolunu tutar ve fuhuş şebekesi tarafından tuzağa düşürülerek zorla fahişe olarak çalıştırılır. Yine ayni filmde Çiğdem Tunç’un canlandırdığı Sevda ise, artist bile olmak istemez, amacı kısa yoldan rahat ve lüks bir hayata kavuşmaktır, bunun bedelini ödemeye de razıdır, gönüllü olarak fahişeliğe yazılır.
Üçüncü unsur, uyuşturucu ve fuhuş mafyasının örgütsel yapısının, çalışma şekillerinin, kurduğu tuzakların, kullandıkları yöntemlerin ve acımasızlığının, oldukça vurucu ve çarpıcı sahnelerle ortaya konmasıdır.
Peki, bu filmler neden bu kadar çok tutuldu ve sevildi? Neden hala ilgiyle izleniyor, nedir bu filmlerdeki tılsım? Kanayan sosyal yaraları gündeme getirip gençlere doğru yoldan sapmamalarını öğütleyen, sosyal mesaj kaygılı, faydalı, çok önemli filmler olduğu için mi? Bence hayır… Bu filmleri sevdiren, ilginç ve izlenir kılan sebep; çoğu olumsuz nitelikte olmasına rağmen, merak uyandırıcı, tahrik edici, tuhaf bir şekilde eğlendirici ve güldürücü, üzücü, tiksindirici, iç gıcıklayıcı, heyecan ve coşku verici unsurları ile adeta bir “sirk” atmosferi gibi rengârenk ve zengin bir içeriğe sahip olmalarıdır. Birkaçını örnekleyelim: 1980’li yıllara ait dans parçaları, kıyafet, aksesuar ve nesneler, birbirinden güzel kadınlar, temiz toplum idealini simgeleyen dürüst polisler, Herbie Hancock’un efsanevi Rockit parçası eşliğinde, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden ekipman ve personel destekli görkemli operasyon sahneleri, yanar döner ışıklar saçan toplarla süslü diskolar ve pistte kendinden geçercesine dans eden kırmızı Converse ayakkabılı Coşkun Göğen, muhtemelen buraya kadar niye hala bahsetmediğimi merak ettiğiniz muhteşem replikleri ve karizması ile Nuri Alço, uyuşturucu krizi ve orgy (toplu sevişme) sahneleri, cinsel şiddet, kezzap atılmış iğrenç ve zavallı suratlar, eşcinseller, elinden yelpazesi düşmeyen, süslü ve şişman mamalar, kalantor zamparalar, çok klasik olacak ama ilaçlı gazoz, gizli kamera düzenekleri…
Konuk Yazar: Yalçın ENGİN
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.