Ticari Türk Sineması ve Kostüme Filmler

Ticari Türk Sineması ve Kostüme Filmler

Share Button

Başlangıç tarihi kabul edilen 1914 yılından günümüze değin geçen süreç içerisinde çeşitli tür, furya ve akımlar çerçevesinde birbirinden ilginç, eğlenceli ve renkli yapımlar üreten Türk Sineması, özellikle 1960’lı ve 1970’li yıllarda sayısal olarak büyük bir artış gösteren “kostüme filmleri” ile de “Bir Masaldır Yeşilçam”, “Yeşilçam rüyası” gibi kendisine atfedilen hoş yakıştırmaları hak edecek bir çeşitliliğe ve zenginliğe ulaşmıştır.

Yazının içeriği, belirli bir tür veya furyadan (dini filmler, masal filmleri vb.) ziyade birçok tür veya furyanın anlaşılmasına yönelik olduğu için hepsini kapsayıcı bir niteliğe sahip olan “kostüme filmler” tanımı kullanılmıştır.

1960’lı yıllara kadar olan ve özellikle Muhsin Ertuğrul dönemi olarak adlandırılan dönemde çekilen kostüme filmler, ağırlıklı olarak milli tarihimizi konu edinen ve çoğunlukla edebi kaynaklardan beslenen tarihsel dramalardır (Ateşten Gömlek-1923, Bir Millet Uyanıyor-1932, Aynaroz Kadısı-1939, Bir Kavuk Devrildi-1939 / Muhsin Ertuğrul, Vurun Kahpeye-1949 / Lütfi Ö. Akad, İstanbul’un Fethi-1951 / Aydın Arakon, Cem Sultan-1951 / Münir Hayri Egeli, Lale Devri-1951 / Vedat Ar, Barbaros Hayrettin Paşa-1951 / Baha Gelenbevi vb.).

Kostüme filmlerin özellikle 1960’lı ve 1970’li yıllar itibarı ile tırmanışa geçmesinin ve çeşitlilik göstermesinin sebebi; bu dönemde altın yıllarını yaşayan, çok sayıda film çeken ve taşralı işletmecilerin talebini güçlükle karşılayabilen sektörün konu ve kaynak anlamında artık tıkanma noktasına gelmiş olmasıdır. Aynı konuları evirip çevirip yeniden çekmenin artık çözüm olmadığını anlayan sektör; diğer ülke sinemaları gibi yeni arayışlara yönelmiş, seyircinin ilgisi ve talebi yönünde her tür kaynağı bir çıkış noktası olarak görmüş, çoğu kez yabancı filmleri kendi kültürümüze göre “Türkleştirerek” yeniden uyarlamış, bir o kadar da yerli, yabancı yazılı ve sözlü kültür ürünlerine yönelmiştir.

“Halk için sinema” anlayışı ve bu anlayışın altında yatan ticari sebeplerle bir dönem yapımcıların sıklıkla tercih ettiği kostüme filmlere mesnet teşkil eden, fon oluşturan, esin veren kaynaklar ana hatları ile şunlardır: Resmi ve gayri resmi tarih, edebiyat eserleri, din kültürü, halk edebiyatı, destanlar, masallar, hikâyeler, efsaneler, gerçekten yaşamış ve efsaneleşmiş kişiler, yerli ve yabancı çizgi romanlar, yabancı filmler, televizyon dizileri…

Tür ve Kaynaklara Göre Örnek Filmler

Tarihsel dramalar

Çoğunlukla yerli yazarlarımızın eserlerinden sinemalaştırılmışlardır. Üçüncü paragrafta örnek verilen filmlere ek olarak Düşman Yolları Kesti (1959-Osman F. Seden), Dikmen Yıldızı (1962-Asaf Tengiz), Çanakkale Aslanları (1964-Turgut Demirağ, Nusret Eraslan), Haremde Dört Kadın (1965-Halit Refiğ), Sinekli Bakkal (1967-Mehmet Dinler), İngiliz Kemal (1968-Ertem Eğilmez), Gönüllü Kahramanlar (1968-Tunç Başaran), Gazi Kadın / Nene Hatun (1973-Osman F. Seden), 1964 tarihli Orhan Aksoy uyarlamasından sonra üçüncü kez Vurun Kahpeye (1973-Halit Refiğ).

Dini filmler

Mevlit (1962-Mehmet Muhtar), Ebu Muslim Horasani (1965-Tunç Başaran), Yahya Peygamber (1965-Hüseyin Peyda), Hacı Bektaş Veli (1967-Fikret Uçak), Rabia (1973-Osman F. Seden), Yunus Emre Destanı (1973-Çetin İnanç), Pir Sultan Abdal (1973-Remzi A. Jöntürk), Mevlana  (1973-Atıf Yılmaz), Nemrud (1979-Muharrem Gürses).

Destansı kahramanlık öyküleri

Yer yer fars güldürü öğeleri ile desteklenmiş akrobatik sahneleri ile dikkat çeken, aksiyonun tavan yaptığı, bol kılıç şakırtılı (bazen de takırtılı) bu filmlerin en aranan aktörleri hiç şüphesiz Cüneyt Arkın, Kartal Tibet ve Serdar Gökhan olmuştur.

Cüneyt Arkın’ın 6 filmlik Malkoçoğlu serisi (1966-1971), 4 filmlik Battal Gazi serisi (1971-1974), 7 filmlik Kara Murat serisi (1972-1978) bu tarzın akla gelen ilk örnekleridir. Natuk Baytan, Kara Murat serisinin tamamının; Battal Gazi serisinin de ilk filmi dışında diğer üçünün yönetmenidir. Malkoçoğlu serisini ise bir film dışında Süreyya Duru çekmiştir.

Kartal Tibet’in Suat Yalaz tarafından çekilen Karaoğlan serisi ile Mehmet Aslan tarafından çekilen Tarkan serisi dışında Serdar Gökhan’lı Akma Tuna / Estergon Kalesi (1972-Kemal Kan), Malkoçoğlu Kurt Bey (1972-Süreyya Duru),Yücel Uçanoğlu tarafından 1973 yılında çekilen Kara Orkun, Kara Pençe, Kara Pençe’nin İntikamı, Turhanoğlu (1975-Yılmaz Atadeniz) gibi filmler bu tarz filmlere örnektir.

Vatan Kurtaran Aslan (1966-Tunç Başaran), Bizansı Titreten Adam (1967-Muharrem Gürses), Tolga (1975-Mehmet Aslan) gibi filmlerde değişik oyunculara şans verilmiş olsa da söz konusu denemeler, o dönemde bu tarzla özdeşleşmiş üç oyuncumuzun oynadığı filmlerin cazibesi yanında sönük kalmıştır.

Destansı kahramanlık öykülerinin temeli, genelde yerli çizgi roman kahramanlarına dayandığı için bu kategorideki filmlerin çoğu “çizgi roman kaynaklı filmler” kategorisi içerisinde de değerlendirilebilir.

Çizgi roman kaynaklı filmler

Bay Tekin Fezada Çarpışanlar (1967-Şinasi Özonuk), Killing Uçan Adam’a Karşı (1967-Yılmaz Atadeniz), Mandrake Killing’e Karşı (1967-Oksal Pekmezoğlu), Kızıl Maske (1968-Tolgay Ziyal), Captain America’dan uyarlama Binbaşı Tayfun (1968-Tolgay Ziyal), Süpermen Fantoma’ya Karşı (1969-Kayhan Arıkan), Red Kit (1970-Aram Gülyüz), Zagor Kara Korsanın Hazineleri (1971-Nişan Hançer), Kinova (1971-Çetin İnanç), Tom Braks Şeytan Tırnağı (1972-Taner Oğuz), Bedmen Yarasa Adam (1973-Savaş Eşici), Süpermenler (1979-İtalo Martinenghi).

Örnek filmlerden anlaşılacağı üzere, yabancı çizgi romanlar o dönemlerde çok verimli bir kaynak oluşturmuştur. Sinemaya uyarlanan yerli çizgi romanlara örnek olarak ise “Destansı Kahramanlık Öyküleri” kategorisinde yer verilen Rahmi Turan’ın eseri Kara Murat ve Sezgin Burak’ın “ölümsüz eseri” Tarkan’a ilaveten yine Sezgin Burak’ın Hüdaverdi’si gösterilebilir: Hüdaverdi – Pırtık (Lale Oraloğlu-1971).

Masal filmleri

Pamuk Prenses ve 7 Cüceler (1970-Ertem Göreç), Alâeddin’in Lambası (1971-Natuk Baytan), Ayşecik ve Sihirli Cüceler Rüyalar Ülkesinde (1971-Tunç Başaran), Binbir Gece Masalları (1971-Ertem Göreç), Bir Varmış Bir Yokmuş (1971-Sırrı Gültekin), Mıstık (1971-Ülkü Erakalın), Sinderella Kül Kedisi (1971-Süreyya Duru), Ali Baba Kırk Haramiler (1971-Nuri O.Ergün).

1971 yılında, Türk Sineması’nda tam bir masal filmleri furyası esmiştir. Çoklukla  batı veya Arap kültürüne ait masallar kullanılmıştır.

Halk edebiyatı, destanlar, efsaneler

Karacaoğlan (1966-Nuri Akıncı), Zaloğlu Rüstem (1966-Muharrem Gürses), Köroğlu (1968-Atıf Yılmaz), Keloğlan (1971-Süreyya Duru), Nasreddin Hoca (1971-Melih Gülgen), Kerem İle Aslı (1971-Orhan Elmas), Arzu İle Kamber ve Tahir ile Zühre (1972-Mehmet Bozkuş).

Türk Sineması daha 1940 ve 1950’li yıllarda Halk Edebiyatı ve destanları kaynak edinmeye başlamıştır, örnek verilen filmlerden Zaloğlu Rüstem dışındaki tamamının bu yıllara ait birer ilk çevrimleri bulunmaktadır. Metin Erksan’ın ilk filmi, 1952 yapımı Karanlık Dünya / Âşık Veysel’in Hayatı adlı filmi de, büyük halk ozanı Âşık Veysel’in henüz hayatta iken çekilmiş olması sebebiyle ilginç, belgesel nitelikte biyografik bir filmdir.

Keloğlan filmleri aynı zamanda masal filmleri kategorisine de dâhildir; ancak Anadolulu bir masal kahramanı olan Keloğlan folklorik özellikleri ile bu kategoriye daha uygun düşmektedir.

Westernler

Ringo Kit (1967-Zafer Davutoğlu), Çeko (1970-Çetin İnanç), Hey Amigo Beş Mezar (1971-Nuri Akıncı), Ölümünü Kendin Seç (1971-Yavuz Figenli), Profesyoneller (1971-Yavuz Yalınkılıç), Şafakta Silah Sesleri (1971-Semih Evin), Bir Kurşuna Bir Ölü (1971-Mehmet Aslan), Azrail’in Beş Atlısı (1971-Fikret Uçak), Belalılar Şehri (1972-Ahmet Sert), Yumurcak Küçük Kovboy (1973-Guido Zurli).

Westernler de, masal filmleri gibi 1971 yılına damga vuran bir başka türdür. Bu tür, Anadolu’da geçen ve westernlere özgü temaların kullanıldığı “Anadolu Western” adlı bir alt türü de bünyesinde barındırır: Aç Kurtlar (1969-Yılmaz Güney), İblis (1972-Yılmaz Duru), Destan (1973-Çetin İnanç).

TV dizileri kaynaklı filmler

Tatlı Cadı (1975-Volkan Kayhan), Alo Colombo (1976-Nuri Akıncı), Çarli’nin Kelekleri ve Balkona Etti / Haydar (1978-Günay Kosova).

Tür ve kaynak anlamındaki bu artış ve zenginlik, sektörün sürekli ve çok sayıda film yetiştirme kaygısı ve telaşının etkisiyle kalitenin gitgide düşmesine zemin hazırlamıştır. Hayal gücü sınır tanımayan, “olmaz olmaz demeyin olmaz olmaz” ve “ben yaptım oldu” mantığı ile coştukça coşan, uçtukta uçan “pratik zekâlı” Yeşilçam; Sadri Alışık’ı Red Kit’e, Sami Hazinses’i Avarel’e, Salih Güney’i Kaptan Swing’e, Levent Çakır’ı Zagor’a, İstemi Betil’i Tom Braks’a bir güzel dönüştürüvermiş, Killing, Süpermen, Batman gibi beynelmilel kahramanları İstanbul’a davet etmiş, Kaptan Kirk’ün başına Turist Ömer’i tebelleş etmiş, Cilalı İbo vasıtası ile Hitler’e haddini bildirmiştir.

Özellikle yabancı çizgi romanlardan uyarlanmış kimi filmler; Türk Sinema Tarihi’nin en matrak, en fantezi ancak bir o kadar da tuhaf, akıllara ziyan, ucube, “kitsch ve trash” filmleridir.

Çoğu kez başrol oyuncusunun popülaritesine sırtını dayamış, fantastik bir yapıya sahip ve mantık sınırlarını fazlası ile zorlayan bu cinsellik ve komedi soslu filmler; ciddi bir ön hazırlık ve altyapıya sahip olmayan senaryoları, aceleyle gerçekleştirilmiş özensiz çekimleri ve teknik yönden zayıflıkları ile günümüz sinema seyircisinin müstehzi de olsa ilgisine mazhar olabilmektedir.

Söz konusu ettiğimiz filmlerin geneline ilişkin olarak bu ilginin sebebi, ilkel ve basit çekim tekniklerinin, derme çatma dekorların filmlere kattığı naif havanın yanı sıra, içerdikleri keskin Türk zekâsı ve yaratıcılığıdır. Örneğin; Battal Gazi veya Kara Murat filmlerinde Cüneyt Arkın’ın yerden kaleye zıplaması, kaleden yere atlama sahnesinin geri alınması suretiyle gerçekleştirilmiştir ve bu yanılmıyorsam Türk Sineması’nın icadıdır (!).

Bir başka sebep, filmlerin ruhuna sinmiş  “hınzır mizah” anlayışıdır. Bazen vahşi batının uçsuz bucaksız bozkırlarında bazen de uzayda maceradan maceraya koşan Türklerin; Türk’e özgü davranış, tutum ve değer yargılarının, çok farklı kültürlere ait değerlerle kaynaştırılması girişimi elbette ki komik sonuçlar doğurmuştur. Nitekim, Cem Yılmaz’ın  G.O.R.A ve Yahşi Batı filmlerinin de altyapısını oluşturan çekirdek düşünce, hiç kuşkusuz  şu sorulara kendince verdiği cevaplarla oluşmuştur: Türk’ün biri uzaylıların eline düşerse veya vahşi batıya yolu düşerse ne yapar, ortalığı nasıl birbirine katar? Zaten G.O.R.A filminin atası da, Cem Yılmaz’ın büyük bir hayranlık beslediği Sadri Alışık’ın  Turist Ömer Uzay Yolunda (1973-Hulki Saner) filmidir.

Yabancı diyarlara ait öyküleri anlatan kimi filmlerinde (özellikle westernler), komedi olmadığı halde dekor, kostüm, diyalog, seslendirme gibi öğeleri ile zaman zaman bizatihi komedi filmine dönüştüğü söylenebilir. Sözgelimi, eğreti dekorları ve Amerika’yı hiç andırmayan doğal mekânları, her an ortadan ikiye ayrılacakmış izlenimi veren posta arabaları, görüntü olarak Amerikalı ancak kullandığı deyimler, vurgu, tonlama ve tepkileri vb. ile ruhen Türk olan kovboyları ile Yeşilçam westernleri, hiç farkında olmadan ve hiç hesapta yokken mizahi bir kimlik kazanmışlardır.

Ticari sinemanın çöküşü ve sebepleri

1980’li yıllara gelindiğinde çekilen kostüme film sayısının son yirmi yılla kıyaslandığında ciddi oranda düştüğü görülmektedir. Bu kısımda, yine kostüme filmleri merkez almakla beraber sektörün geneline ilişkin bir analiz amaçlanmıştır. Çünkü üretimdeki düşüş sadece kostüme filmlere özgü değildir; ticari sinemanın diğer mecralarında da (polisiye, aşk filmleri, melodramlar) aynı tablo hâkimdir.

Sorun, genel olarak Yeşilçam’ın sadık izleyici kitlesini kaybetmiş olmasıdır. Bu kaybın birinci sebebi, terördür. 1970’li yılların sonlarına doğru artan terör olayları halkın genelinde bir tedirginlik ve huzursuzluğa neden olmuş, nerdeyse sokağa çıkmanın bile tehlikelere gebe olduğu o karanlık günlerde insanlar evlerine çekilmeyi tercih etmiştir. 1960’lı yılların buram buram nostaljik lezzetler ihtiva eden “alaska frigo dondurma yenip çekirdek çitlendiği yazlık sinema geleneği” ortadan kalkmış, sektör batmamak için hiç olmazsa “eli cebinde gezinen” erkek seyirciyi sinema salonlarına çekebilmek için avantür ve komedi ağırlıklı seks ve porno filmlere yönelmiştir.

Seyirci ile sinemanın arasını açan ikinci sebep, televizyon kültürünün artık enikonu Türk halkının sosyal yaşamının ayrılmaz bir parçası haline gelmiş olmasıdır. Televizyon, terör ve anarşi sebebiyle evlerine kapanan halkın adeta imdadına yetişmiştir. Sinemadan daha fazla çeşitliliğe sahip ve kendine özgü kahramanları ile bu görüntülü kutu, hiç olmazsa bir süre için sinemanın pabucunu dama atabilmeyi başarmıştır.

Televizyonun olmadığı, bir başka ifadeyle yazılı ve “ağızdan ağıza aktarım” kültürünün egemen olduğu yıllarda, eğlence ihtiyacını okuyarak ve dinleyerek karşılayan insanlar, okuduğu roman ve çizgi romanlarda veya köy kahvesinde toplanılıp dinlenilen menkıbelerde, halk hikâyelerinde adı geçen ve hayalinde canlandırdığı kahramanları sinema perdesinde ilk etapta merak ve heyecanla izlemiştir. Ancak, bir önceki paragrafta da bahsettiğim gibi kendi kahramanlarını yaratan televizyon, bu eski geleneksel kahramanların veya dostların da en azından bir süreliğine unutulmasına sebep olmuştur. İzleyici; Küçük Ev, Lassie, Çarli’nin Melekleri, Zengin ve Yoksul, Kaçak, Uzay Yolu, Bonanza, Flipper, İhtiyar Delikanlı gibi dizilerin kısa sürede müptelası haline gelmiş, dizilerin başlama saatinde sokaklar bomboş kalmıştır. Kara Murat, Tarkan, Keloğlan, Köroğlu, Maskeli Beşler gibi kahramanlar tavan aralarına gizlenirken yerlerini yeni türeyen kahramanlara bırakmışlardır: Dr.Kimble, Falconetti, 6 Milyon Dolarlık Adam, Baretta, Atlantis’ten Gelen Adam, Komiser Kolombo vb.

1970’lerin sonu itibarı ile ortaya çıkan ve sinemamızın ticari kanadını kıran, salonların birer birer kapanıp iş merkezlerine, otoparklara dönüşmesine yol açan terör ve televizyon etkisine ilave olarak, 1980’lerin ikinci yarısından itibaren etkisi derinden hissedilmeye başlanan ve 1990’larda son darbeyi vuran üçüncü bir bela Yeşilçam’ın başına musallat olur: Amerikan Sineması hegemonyası.

1980’lerin sonlarına doğru ülkemizde de dünya ile aynı zamanda gösterime girmeye başlayan gösterişli, geniş bütçeli Amerikan filmleri az sayıdaki sinema salonlarını işgal eder, yerli işletmeciler film gösterecek salon bulamaz, çoğu film gösterime bile çıkamaz, ya özel gösterimlerde ya da televizyon ekranında seyirci ile buluşabilir. Sektör, bu krizden çıkış yolu olarak ucuz ve kalitesiz filmlerin cirit attığı video piyasasına yönelir.

Sadece ülkemizi değil İtalya, Fransa gibi köklü sinema geleneğine sahip ülke sinemalarını da sıkıntıya sokan Amerikan Sineması’na karşı ulusal ve uluslararası ölçekte önlemler alınır. Amerikan Sineması’na karşı ortak bir güç oluşturma amacı ile kurulan Eurimages adlı kuruluş, ülkemizde dâhil olmak üzere üyesi olan Avrupa ülkelerindeki film yapımcılarına bütçe aktarır, dağıtım ve gösterim desteği sağlar. Ulusal ölçekte de başta Kültür Bakanlığı olmak üzere çeşitli ticari kuruluşlar ve özel televizyonlar sinemamıza yardım elini uzatır.

Bu üç etken, Türk Sinema Sektörü’nü maddi açıdan krize ve finansman darboğazına sürüklemiştir.

Bunlar dışında bir dördüncü etken ise, sinemasal zihniyet dönüşümü gerçekleştirici etkisi ile Türk Sineması’nın  ticari yönünü ve yapısını değiştirmiştir. Sinemamızı değişim ve yenilenme sürecine sokan bu dördüncü etken, yeni sinema anlayışıdır.

Kabuk değiştiren Türk Sineması

Lütfi Ö. Akad’la başlayıp Atıf Yılmaz, Ertem Göreç, Halit Refiğ gibi sinemacılarla olgunlaşan ve en nihayetinde Yılmaz Güney’le zirveye ulaşan “toplumsal gerçekçi” bir tabana dayalı yeni sinema anlayışı; 1970’li yıllarda ilk başyapıtlarını (Umut, Sürü) vermiş,1980’ler boyunca kalburüstü kimi yönetmenler (Zeki Ökten, Şerif Gören, Erden Kıral, Ali Özgentürk) aracılığı ile devam ettirilmiş, yeni açılımlara zemin oluşturmuş, etkileri günümüze kadar ulaşmıştır.

Bu etki, geleneksel ticari sinema anlayışını olumlu yönde revize etmiştir. Türk sinema sanatçısının ve izleyicisinin hayata bakış açısı genişlemiş, sinemanın eğlence olduğu kadar kültürel bir etkileşim aracı olduğunu da kavramıştır. Kısaca, Türk Sineması boyutları çok büyük olmasa da çağ atlamıştır.

Bir koldan Yılmaz Güney ekolünden gelme Zeki Ökten, Şerif Gören, Erden Kıral; diğer koldan Ömer Kavur, Yavuz Turgul, Nesli Çölgeçen gibi ustalar çektikleri eli yüzü düzgün filmlerle Türk Sineması’na çekidüzen vermişler, çıtayı yükseltmişlerdir.

Artık hiçbir şey, eskisi gibi basit ve yüzeysel olmayacaktır, olmamalıdır. Ancak, bu yeni sinema anlayışı; giderek yeni şekil ve içerik arayışlarını tetiklemiş, kişiselliğin ve farklı olma kaygılarının yoğun olarak hissedildiği “özentili festival filmlerine” kapı aralamıştır. Bir başka ifade ile yeni sinema anlayışı; sinemasal kaliteyi yükselttiği gibi, olumsuz bir etki olarak halk arasında “entel-dantel” olarak nitelenen filmlerin patlamasına da ön ayak olmuştur. Öyle ki, ortalık bir anda, klasik Yeşilçam izleyicisinin daha önce hiç karşılaşmadığı, kişilik çatışmaları yaşayan, geçmişiyle hesaplaşan, az konuşan ve sorunlu bir takım sakallı adamlarla dolup taşmıştır. Seyircinin hiç sevemediği bu tipler, ceza olarak bunalımlarını hep boş koltuklara karşı yaşamak zorunda kalmıştır. Kaldı ki seyirci biraz da anlayamadığı bu sıkıcı filmler yüzünden Amerikan filmlerine daha fazla yüz verir olmuştur.

Prenses (1986-Sinan Çetin), Gökyüzü (1986-Sinan Çetin), Yağmur Kaçakları (1987-Yavuz Özkan), Umut Yarına Kaldı (1988-Yavuz Özkan), Melodram (1988-İrfan Tözüm), Üçüncü Göz (1988-Orhan Oğuz), Kimlik (1988-Melih Gülgen) gibi filmlerle düz koşu yapan, ısınma turları atan “entel sinema”, 1990’lar da depara kalkarak mazideki gibi coştukça coşar, uçtukça uçar ve belki de filmde oynayanların bile olup biteni kavrayamadığı şu ilginçlikleri üretir: Aşkın Kesişme Noktası (1990-Bilge Olgaç), Robert’in Filmi (1991-Canan Gerede), Seni Seviyorum Rosa (1992-Işıl Özgentürk), Çıplak (1992-Ali Özgentürk), Cazibe Hanım’ın Gündüz Düşleri (1992-İrfan Tözüm), Çözülmeler (1993-Yusuf Kurçenli), Kız Kulesi Âşıkları (1993-İrfan Tözüm), Aşk Ölümden Soğuktur (1994-Canan Gerede), Bay E (1995-Sinan Çetin), Mektup (1996-Ali Özgentürk) vb.

1980-2000 dönemi kostüme filmleri

Yukarıda ayrıntıları ile açıkladığım sebeplerle 1980’li yıllar, kostüme film üretimi açısından oldukça kısır geçmiştir. Az sayıdaki bu filmlere örnek olarak Leyla ile Mecnun (1982-Halit Refiğ), İhtiras Fırtınası (1983-Halit Refiğ), Şekerpare (1983-Atıf Yılmaz), Kuyucaklı Yusuf (1985-Feyzi Tuna), Değirmen (1986-Atıf Yılmaz), Afife Jale (1987-Şahin Kaygun) gösterilebilir.

Bu arada finansman sorunu olmayan TRT, edebiyatımızın en güçlü kalemlerinden uyarladığı birbirinden iddialı üstün yapımlarla kostüme film geleneğini sürdürmüştür: Küçük Ağa (1983-Yücel Çakmaklı), Acımak (1985-Orhan Aksoy), Bugünün Saraylısı (1985-Ziya Öztan), Çalıkuşu (1986-Osman F. Seden), Kuruluş / Osmancık (1987-Yücel Çakmaklı) vb. Hemen belirtmek gerekir ki bu dizileri, Yeşilçam geleneğinden gelen yönetmen ve oyuncular beslemiştir.

1960’lı ve 1970’li yıllarda onlarca fantastik kostüme film çekilmiştir, ancak ne ilginçtir ki bu tarz filmlerin başyapıtı (!) olarak ilan edilme şerefi 1980’lerden bir filme nasip olur: Dünyayı Kurtaran Adam (1982-Çetin İnanç).

1990’lı yıllarda da kostüme filmler sayıca geride kalmaya devam etmiştir. Bu yıllara ait dikkat çekici yapımlar şunlardır: Karartma Geceleri (1990-Yusuf Kurçenli), Şahmaran (1993-Zülfü Livaneli), İskilipli Atıf Hoca (1993-Mesut Uçakan), Mavi Sürgün (1993-Erden Kıral), İstanbul Kanatlarımın Altında (1996-Mustafa Altıoklar), Kuşatma Altında Aşk (1997-Ersin Pertan), Salkım Hanım’ın Taneleri (Tomris Giritlioğlu).

1980-1990 ve 1990-2000 dönemleri arasında çekilen kostüme filmler, örneklerden de anlaşılacağı gibi hem teknik hem de tematik itibarı ile geçmiş dönemlere göre çok daha özenli ve tutarlı yapımlardır. Tamamına yakını da tarihsel drama niteliğindedir, bu dönemde komedi veya macera türüyle harmanlanmış kostüme film yok denecek kadar azdır.

Diğer yandan, 1990’lı yıllar, Türk Sineması’nda eski şaşaalı günlere dönüşün sinyalini veren, tohumlarını atan ve iyi gişe yapmış filmlerinde çekildiği bir dönemdir: Eşkıya (1996-Yavuz Turgul), Ağır Roman (1997-Mustafa Altıoklar), Herşey Çok Güzel Olacak (1998-Ömer Vargı).

2000’li yıllar

1980-2000 arası dönemde kimlik değiştiren, bir yandan da seyircisini  bunaltan, salonlardan kaçırtan ve küstüren Türk Sineması, 2000’li yıllarda yukarıda bahsettiğim eski günlere dönüşün fitilini ateşleyen filmlerden aldığı cesaretle kara gözlükleri tamamıyla çıkararak 40-50 yıl öncesinin neşeli ve curcunalı yıllarını yeniden yaşamaya başlar. Salonlar şenlenir, tekrar yerli filmlerin hâkimiyeti altına girer. Tıpkı eskiden olduğu gibi tarihi fantezilerden komedilere, korku-gerilimden maceraya kadar çeşitli türlerde yapımlar seyircinin beğenisine sunulur.

Bu çeşitlilik içerisinde yazımızın ana konularından birisini teşkil eden kostüme filmlerin sayısı da dikkat çekici şekilde artar: Kahpe Bizans (1999 Vizyon Tarihi: 21.01.2000-Gani Müjde), Mumya Firarda (2002-Erdal Murat Aktaş), G.O.R.A (2003-Ömer Faruk Sorak), Eğreti Gelin (2004-Atıf Yılmaz), Hababam Sınıfı Askerde (2004-Ferdi Eğilmez), Keloğlan Kara Prens’e Karşı (2005-Tayfun Güneyer), Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü? (2005-Ezel Akay), Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu (2006-Kartal Tibet), Maskeli Beşler: Irak (2006-Murat Aslan), Son Osmanlı Yandım Ali (2006-Mustafa Şevki Doğan), Ulak (2007-Çağan Irmak), 120 (2007-Özhan Eren), Mavi Gözlü Dev (2007-Biket İlhan), Güz Sancısı (2008-Tomris Giritlioğlu), Osmanlı Cumhuriyeti (2008-Gani Müjde), A.R.O.G (2008-Cem Yılmaz), Devrim Arabaları (2008-Tolga Örnek), Yahşi Batı (2009-Ömer Faruk Sorak), Hür Adam (2010-Mehmet Tanrısever), Mahpeyker Kösem Sultan (2010-Tarkan Özel) vb.

Bir başka yazımda da belirttiğim gibi, 2000’li yıllar Türk Sineması’nın seyirciyi ile barıştığı yıllardır. Evet, sinemamız üzerindeki ölü toprağını atmıştır, sektör canlanmıştır, sinemalarda bahar havası esmektedir.

Bu durumu biraz da fırsat bilen yapımcılar, bir takım şamatalı, türedi ve zirzop filmleri (O Şimdi Asker, Rus Gelin, Hababam Sınıfı Askerde, Hababam Sınıfı 3,5, Keloğlan Kara Prens’e Karşı, Maskeli Beşler: Irak, Maskeli Beşler: Kıbrıs, Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu gibi) seyircinin önüne koyar, dolduruşa gelmiş seyirci de bu filmlere hatırı sayılır gişe yaptırır veya daha beterlerinin çekilmesini sağlayacak cesareti yapımcılara verir.

İlk zamanlar bu filmleri ilgiyle takip eden izleyici, ilerleyen zamanlarda bir şeyin farkına varır: Bu filmlerde eski Yeşilçam filmlerindeki sıcaklığın, samimiyetin zerresi dahi bulunmamaktadır. Bu noktada, Yeşilçam tekrar keşfedilir. Eski Yeşilçam ruhu gitgide daha aranır, özlenir hale gelir.

Seyircideki bilinçlenmenin, kalite ve içtenlik arayışının farkına varan sektör, kendine gelir ve 2000’lerin sonuna doğru bu kötü filmlerin ardı arkası kesilir. Bu arada, Recep İvedik adlı bir anti-kahramanın maceralarını anlatan film serisi, sinema tarihimizin ölçülebilir en büyük gişe rakamlarına ulaşır ki bu konuyu toplum psikolojisi uzmanlarına havale ediyorum.

2010’lu yılların başında olduğumuz şu günlerde görünen o ki Türk Sineması’nda taşlar giderek yerine oturmaya başlamıştır. Sinemamız; teknik, senaryo, oyunculuk vb. gibi sorunların üstesinden gelmeyi başarabilmiş, dünya standartlarını yakalamıştır. Önümüzdeki on yıllık süreç içerisinde izleyici olarak, sinemanın her türüne ait çok daha donanımlı ve olgun filmlerle karşılaşacağımızı umut ediyorum.

Kaynaklar:
www.sinematurk.com
Türk Sinema Tarihi, Giovanni Scognamillo

Konuk Yazar: Yalçın ENGİN

, , , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir