The Unknown Girl (2016): Suçluluk Duygusunun Yol Açtığı Erdem

The Unknown Girl (2016): Suçluluk Duygusunun Yol Açtığı Erdem

Yazar Puanı4
  • The Unknown Girl filmi, olayı ve duyguyu harmanlayışından sade anlatımına, suçluluk hissini bir erdemli davranış pratiğine dönüştürme yetkinliğinden Adele Haenel’in müthiş oyunculuğuna varana kadar Dardenne kardeşler filmografisinin yetkin örneklerinden biridir.
Share Button

Dardenne kardeşler denilince aklıma ilk gelen sahneler, Rosetta (1999) filminin başlangıcında, işten çıkarıldığını öğrenen Rosetta’nın bu karara direnmesi ve şef ile fabrika içinde yaşadığı kovalamaca çekimleri gelir. Seyirci üzerinde öyle bir etki yapar ki bu sahneler sinemada şok-imaj türünden bir kavram üretmenin dayanak noktası olarak kabul edilebilir.

Dardenne kardeşlerin onuncu filmi The Unknown Girl (La fille inconnue / Meçhul Kız), belki Rosetta filminde olduğu gibi şok ektiler uyandıracak bir sinematografiden hareket etmiyor ama filmin mütevazı söylemi çok insani bir damardan yakalıyor seyirciyi. Bu insaniliğin bu denli sıradan bir tonda verilmesinde de sanırım Dardenne’lerin belgeselcilik yönleri ağır basıyor.

Film, doktor Jenny’nin (Adele Haenel) suçluluk duygusu üzerine temelleniyor. Mesai saatleri dışında çalan kapı ziline cevap vermeyen Jenny, kapıyı çalan kızın ertesi gün ölü bulunması olayını araştırıyor. İzlediği kamera görüntülerinde kızın ölmeden hemen önce kapıyı çaldığının anlaşılması ve kapının açılması durumunda kendisini kovalayanlardan kurtulacak olması doktor Jenny’ye suçluluk hissettiren temel olay olarak karşımıza çıkıyor. Ölen kızın, kimliği tespit edilemeyen bir göçmen olması ve kimsesizler mezarlığına gömülmesi Jenny’yi kariyer hedeflerini bırakarak, kızın kimliğini bulmaya ve olayı araştırmaya itiyor. Bu araştırmayı küçük muayenehanesinde yapmaya karar vererek daha büyük bir hastanede çalışma teklifini reddediyor. Jenny, yaşadığı suçluluk duygusunu bastırmak için muayeneye gelen alt sınıf hastalarla daha çok ilgilenmeye başlıyor.

Filmde Jenny’nin suçluluk duygusu alt sınıf hastalara hizmet etmesi üzerinden bir tatmin aracına dönüşmüyor. Seyirci, suçluluğunu başka tatminlerle bastırmaya çalışan bir doktor davranışından ziyade, ihmalinin neden olduğu sonuçları göğüsleyen ve bu sonuçlarla davranış değişiklikleri geliştiren bir karakterle karşı karşıya geliyor. Bu ince ayrımı net bir şekilde ortaya koyan Dardenne kardeşler, hepimizin belli konularda suçluluğu olduğunu vurgularken bu suçlulukla ne yapılması gerektiği üzerinden bir tartışma yapıyor.

Karmaşıklaşan toplumsal ilişkilerle baş etmek için ne yapacağız? Suçluluklarımızı temize çekecek bir dizi ritüellerle temiz bir vatandaş olma zannına mı kapılacağız? Yoksa bu suçluluklarla baş edebilecek bir vicdan muhasebesine oturup sorumluluk mu alacağız? Jenny’nin davranışı son soruya cevap niteliğinde veriliyor. Alınan sorumlulukla bir vicdan muhasebesi yapma ve suçluluğu erdemli davranmaya kanalize etme. Yönetmenler bu noktada o kadar sade bir anlatıma başvuruyor ki Jenny’deki değişim bu sadelikle tamamen bir kendiliğindenlik ekseninde oluşturuluyor. Bu kendiliğinden değişim filmin gerçekçi yaklaşımıyla başarılabilmiş bir aşama olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü suçluluk hissi bir aşkın anlam barındıran ideoloji veya din gibi kavramlardan hareketle kurulmuyor. Jenny’nin içsel, yani insan olmaya içkin, duygulanımlarından hareketle kuruluyor.

Bu noktada filmin senaryosuna değinilebilir. Bir yanda karakterin içsel süreçleriyle geçirdiği değişimler diğer yanda hikâyenin kızın kimliğini bulma amacı üzerinden sağladığı dinamik akış çok iyi harmanlanmış görünüyor. Böylece olaylarının geçişliliği ile sağlanan akışkanlık karakterin duygusal değişimleriyle iç içe geçerek veriliyor. Bu da filme sadece sıradan olay akışıyla farklı duygular oluşturacak bir etki alanı kazandırıyor.

Olay akışının seyirci üzerindeki despotik etkisini anlayabilmek için yine bir kayıp kız hikâyesini konu alan David Fincher’ın Gone Girl (2014) filmine bakılabilir. Film kocasından intikam almak için kayıplara karışan kızın hayatını o kadar çok olay üzerinden anlatır ki seyirci kendisine gösterilen olayları takip etmeye çalışmaktan neredeyse filmi izleyemez. Yani yönetmen, bu filmde seyircinin duygulanımına veya düşüncelerine değil olayları takibi üzerinden filmle özdeşleşme kurmasına talip oluyor.

The Unknown Girl filmi, olayı ve duyguyu harmanlayışından sade anlatımına, suçluluk hissini bir erdemli davranış pratiğine dönüştürme yetkinliğinden Adele Haenel’in müthiş oyunculuğuna varana kadar Dardenne kardeşler filmografisinin yetkin örneklerinden biridir.

, , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir