- Dostoyevski’nin tarihsel geleneğin mantıksal açıklamalarla görmezden gelindiği eleştirisi filmde komün aracılığıyla bir a priori doğru yaşam pratiği sunulmadığı için aşılmıştır. Yönetmen, sonuçların kestirmeciliğinden hareketle bir söylem kurmak yerine söylemini sıkıcı hayatlarını değiştirmek isteyen bir çekirdek ailenin yanlışıyla veya doğrusuyla yaşadığı bir söylem üzerine kurar.
Dostoyevski, Suç ve Ceza’da Razumihin’e sosyalizmin tarih yaklaşımı üzerine bir tartışma yaptırır. Razumihin, sosyalizmin suçun toplumsal düzene bir başkaldırı olduğu önermesini ve toplumsal bozuklukların bilinçli kitlelerle yapılan eylemler aracılığıyla düzeltildiğinde protesto edecek bir yapı kalmayacağından suçun da olmayacağı yaklaşımını, insan doğasının işleyişi açısından eleştirir. Yalnızca matematiksel bir kafadan çıkmış, tarihsel ve doğal süreçlerden geçmeyerek insanları hemen bir düzene sokan ve bir anda dürüst yapan bir sistemi savunmak, yaşayan insanın göz ardı edilmesi sonucunu doğurur. İnsan doğası sadece mantıksal açıklamalarla kurulursa insanın duyusal mevcudiyeti yok olur. Böylece yaşamın tüm gizi, yazılı metinler aracılığıyla çözümleniverir ve bu ‘pür’ ideolojik konsept, temsilcilerinin doğal haklılığı üzerinden toplumsal bir konforun tesis edilmesini sağlar.
Mantıksal önermelerin açıklamakta yetersiz kaldığı insan doğası nasıl işler? Thomas Vinterberg son filmi The Commune’de (Kollektivet, Komün) bu işleyişle ilgili önemli sorular sorar. Bu sorulara değinmeden önce filmin anlatı eksenini oturmak gerekir. Film ilk bakışta izlenildiğinde “böyle komün mü olur?”, “sosyal alanda bir yeniden üretim ilişkisi kurmayan bir söylem nasıl sosyalist bir jargonla açıklanır?” gibi soruları seyirciye haklı olarak sordurtur. Fakat yönetmen filmin aksiyomunu ideolojik bir koddan hareketle kurmaz. Yani ideoloji dairesinden çıkarak filmin insan doğası üzerine bir tartışma olduğunu anlaşılabilirse, doğrucu ideolojik eleştiriler boşa düşer. Bu nedenle filmi ideolojik söylem boyutundan çıkarıp Dostoyevski’nin belirttiği insan doğası ekseninde okumak daha yararlı olacaktır.
Bir akademisyen olan Erik’e (Ulrich Thomsen) ailesinden büyük bir ev kalır, Erik’in eşi haber sunucusu Anna’nın (Trine Dyrholm) önerisiyle baba, anne ve çocuktan oluşan aile, bu büyük evi başka insanlarla paylaşır. Eve yeni üyelerin gelmesiyle tüm işlerin paylaşıldığı, önemli konuların toplantı yapılarak tartışıldığı bir komün hayatı kurulmuş olur. Bu modern kent komünü, üyelerinin iş hayatında ve ev dışı yaşamlarında bir değişiklik yapmaz. Ev hayatının paylaşılması esasına göre bir yaşam pratiği oluşturulur.
Başlangıçta sorunsuz işleyen komün hayatı, Erik’in bir öğrencisiyle Anna’yı aldatması sonucu bozulur. İnsan doğası ile ideolojik söylem arasındaki tartışma da işte bu bozulma üzerinden yapılır. Temelde malzemesi insan olan hiçbir ideoloji kesin çözümler üretemez. Kâğıt üzerinde dürüstlüğün ve sömürünün olmadığı bir dünya tasavvuru mantıksal olarak iyi işlese de insani davranış biçimi bu işleyişi aksatır. İdeolojik söylemlerin doğal haklı olarak algılanması o ideolojiyi benimseyenler açısından önemli bir tehlike barındırır. Slavoj Zizek bir konuşmasında, politik doğruculuğun insana sağladığı sonsuz konfor nedeniyle despotluğa yol açacağını belirtir. İdeolojiye yüklenen doğruculuk toplumu belki belli bir süre rahatlatabilir ama bu rahatlık, o toplum adına pür doğru ideolojisinden hareketle karar alabilen bir despotu da gerektir.
Dostoyevski’nin tarihsel geleneğin mantıksal açıklamalarla görmezden gelindiği eleştirisi filmde komün aracılığıyla bir a priori doğru yaşam pratiği sunulmadığı için aşılmıştır. Yönetmen, sonuçların kestirmeciliğinden hareketle bir söylem kurmak yerine söylemini sıkıcı hayatlarını değiştirmek isteyen bir çekirdek ailenin yanlışıyla veya doğrusuyla yaşadığı bir söylem üzerine kurar. Bu nedenle filmden doğrucu bir ideolojik söylem kurmasını beklemek haksızlık olur. Dostoyevski’yi haklı çıkaracak anlatı saat gibi işleyen ve salt dürüst insanlardan teşkil edilmiş bir komün oluşturma yaklaşımı olurdu. Bu nedenle Vinterberg’in pürüzlü komününün insan doğasını temel alan bir sorgulama kapasitesi barındırdığı yorumu yapılabilir.

Matematik öğretmenliği mezunu. Marmara Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansı yaptı. Aynı üniversitede doktora eğitimine devam etmekte. Aylık sinema dergisi Rabarba Şenlik’in editörlüğünü yaptı. Sinema Kafası’nda başladığı sinema yazarlığını Cineritüel’de sürdürüyor. Mail: fatih_degirmen@hotmail.com