Dört bin yıldır insan dünya üzerinde yaşıyor ve her geçen gün iyiye giden hiçbir şey yok. Aktivistler, düzeni protesto edenler, asiler… Ne kadar isyan etsek de, insanlık için bu gidişatın artık tersine dönme ihtimali yok. Maalesef bu sinema içinde geçerli. Senede iki elin parmakları kadar iyi film çıksa, şükür diyoruz. Sevdiğimiz yönetmenler ya birer birer film yapmayı bırakıyor ( David Lynch, Bela Tarr ) ya da düzenin içinde yitip gidiyorlar ( C. Nolan ).
2006 yapımı The Fall filmini bir çok sinefil bilir, çok da severler. Ama yönetmeni kim diye sorsak belki de cevap veremezler. Tarsem Singh bu filmi ile sinema adına bir umuttu belki kimileri için ama o da büyük prodüktörlü filmlere kurban gitti. Bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. Peki bu kadar umutsuz olmak gerekir mi? Hayır. Her ne kadar geçen her sene iyi film sayısı azalsa da, dünya üzerinde bir yerlerde hala güzel filmler yapılıyor. Bizim de burada ki amacımız sizi kötü filmlere zaman ayırmaktan alıkoyup, bu gizli hazinelerle buluşturabilmek.
2012 Portekiz yapımı, Miguel Gomes filmi Tabu, çekildiği senenin neredeyse her “en iyi filmler” listesinde yer aldı. Film eleştirmenliğinden sonra kısa filmlerle sinema kariyerine başlayan Gomes bizim gibiler için de iyi bir örnek teşkil ediyor. Gomes’in şimdiden benim büyük yönetmenler listeme giriş yapmasının nedeni ise çektiği bu film ile özgün bir sinema anlayışı yaratmış olması. Henüz bu film dışında başka bir filmini daha izlemediysem bile, oluşturduğu deneysel sinema dili benim için çok başarılı bir referans.
Film, kaybettiği eşinin verdiği acıdan uzaklaşmak isteyen bir gezginin, eşinin hayaleti tarafından orada da rahat bırakılmaması nedeniyle kendini timsahlara yem etmesi ile başlıyor. Melankolik ve rüya ile gerçeğin iç içe geçtiği bu güzel sekanstan sonra film “Kayıp Cennet” bölümüne geçiyor. Günümüzde geçen bu bölümde vicdan azabı çeken ana karakterimiz Aurora’nın yardımcısı Santa ve komşusu Pilar ile ilişkisine tanık oluyoruz. Ortak noktaları yalnızlık olan bu üç karakterin, yaşamlarına kısaca değinen bu bölümde, Aurora durumun kötüye gitmesi nedeniyle ölmeden önce Pilar’dan son dileğinin yerine getirilmesini ister ve bu da bizi “Cennet” bölümüne götürür.
Filmin en güzel ve roman sayfalarından dökülmüş gibi geçen bu bölümü, birçok referans ve metaforu içerisinde barındırıyor. Afrika’da yaşanan yasak bir aşkın anlatıldığı bu bölümde Kilimanjaro’nun Karları’ndan çıkmış gibi duran öykülerin ve Madam Bovary, Anna Karenina gibi romanların tutkulu ve melankolik tadını alabiliyoruz.
Yüzlerce kez anlatılan bir hikaye olsa da, Gomes’in oluşturduğu sinema dili, seyredilmesi harika bir film ortaya çıkarıyor. Bunuel’den etkilenmeler gördüğümüz filmde, siyasal eleştirinin dozu, düzeyli ve filmin önüne geçmiyor. İşin teknik kısmıyla sessiz sinema dönemine de saygı duruşunda bulunan Tabu, bunu samimiyetten uzak olan The Artist gibi seyircinin gözüne sokmaktan da başarılı bir şekilde kaçınıyor.
Siyah beyaz görüntüleri ve başarılı müzik kullanımı ile şiirsel bir film örneği olan Tabu, sinemaya tutku ile bağlanmış olan herkesin izlemesi gereken türden bir film.
Konuk Yazar: Muammer MUTLU
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.