Sinemada Mekan ve Ses Tasarımının Tarihsel Gelişimi

Sinemada Mekan ve Ses Tasarımının Tarihsel Gelişimi

Share Button

Konuk Yazar: Evrim İnci

Özet

Bu makalenin ilk bölümünde, sinemanın ortaya çıkmasından sonra önce görüntülerle mekan yaratımı konusuna, ardından sesin doğuşu ile birlikte ses tasarımı konusuna odaklanılacak ve bu kavramların tarihsel gelişimi incelenecektir.

İkinci bölümde ise, Reha Erdem filmleri üzerinden bu kavramların hangi şekilde kendine yer bulduklarına değinilecek ve filmlerin bu açıdan nasıl bir öneme sahip olduğu üzerinde durulacaktır. Filmlerin ülke sinemamızda ne gibi yenilikler getirdiğine bakılacak ve yönetmenin filmleri ayrı ayrı incelenecektir.

Sinemada Mekan ve Ses Tasarımının Tarihsel Gelişimi

Sinema bir sanat olarak kendini 20. yüzyılda göstermiş ve kendinden önceki diğer sanat dalları ile bağlantılı bir yapı olarak var olmuştur. İzleyiciye, ışıkları kapatılan bir salonda kendi gerçekliğini sunmuş ve etkilemeye çalışmıştır. Görsel bir gerçekliği kendi bakış açısıyla anlatırken, bu gerçekliğin yeniden yaratılmış bir gerçeklik olduğunu hemen kavrayamayan izleyiciler, sinemanın ilk dönemlerinden her anlamda çok etkilenmişlerdir. Sinemadan önce insanlar, fotoğrafların varlığını öğrenmişler ve onun saf bir gerçeklik olduğuna kanaat getirmişlerdir. O dönemin tarihi kanıtları olarak görülen fotoğraflar, daha sonra Eadweard Muybridge‘in bir atın hareketini kendi yaptığı bir aletle göstermeyi başarması ve ardından gelen teknolojik gelişmeler, gerçekliğin hem teknik hem de görsel olarak yeniden üretimini, yani sinemayı oluşturmuştur. Önceleri sabit bir çerçeve kullanılarak oyuncuların rollerini sergilemelerine dayanan filmler, daha sonra yönetmenlerin kendilerini ifade etmeleri için buldukları kurgu ile yeniden şekillenmiştir. Artık sadece var olanların değil hayal edilenlerinde çekime dahil olması sinemanın kendi özünü bulmasını sağlamış ve birçok sinematik akımın doğmasına ön ayak olmuştur.

The_Horse_in_MotionThe Horse in Motion – Eadweard Muybridge

Mekan Tasarımı

Önce fotoğrafların hareketlendirilmesi, ardından da oluşturulan bu görüntülerin izleyiciye aktarılmak isteneni başarıyla aktarması, yönetmenleri kendi dünyalarını sinema üzerinden aktarma düşüncesine itmiştir. Bunun başarılı örneklerini gören devlet yönetimleri yönetmenleri destekleme kararı almış ve kendi ülkelerinin birer güzellemelerini sunan ya da iktidarlarının propaganda filmlerini yaptırarak sinemaya yeni bir boyut kazandırmışlardır. Filmlerde sürekli olarak yapılan ‘’öteki’’ tanımı ile izleyiciye birçok düşmanın var olduğu gösterilmiş ve onlar hakkında oluşturulan önyargılar ile birlikte sinemanın toplumları kontrol altına alabilen bir yapı olduğu kanaati kesinleşmiştir. Bu uygulamalarla birlikte izleyiciye gösterilenle aktarılan arasında fark olduğu anlaşılmış ve film üzerine yapılan incelemeler artmıştır. Özellikle göstergebilimsel olarak yaklaşıldığında, yönetmenlerin film ve kurguda yaptıkları uygulamalarla birlikte katmanlı bir yapı ortaya çıkardıkları ve görünenin ardında birçok anlam barındırdıkları görülmüştür. İnsanların tüm diğer canlılar gibi doğada bir yer kapladığı bir gerçektir. Bulunduğumuz mekanı her yönden beynimize kaydederek hareketlerimizi ona göre ayarlarız. Nesnenin yerini belirleme ve sınırlarını algılayarak onları ayırt etme gibi özelliklerimiz zihnimizin oluşturduğu mekan algısı ile ilgilidir. (Jennifer.G: 2016: Önsöz)

Mekan algısı ile beynimizde birçok duyunun aynı anda iç içe geçtiği ve belleğin bu konuda destekler bir yanı olduğu düşünülür. Beynimizin ölçerek karar verdiği bu algı, sinemada ölçemediğimiz yani düşüncelerimiz gibi soyut kavramlarla birleşerek yeni bir dünya sunar. Filmlerde, mekan tasarımı filmin en önemli unsurlarından biridir. Anlatılmak isteneni ya da gösterilmek isteneni dünyanın ilk tanımını gördüğümüz mekanlarla anlarız. Gördüğümüz her farklı mekan aslında planlanmış bir yerdir ve içinde birçok anlam içerir. Bu mekanlar her zaman fiziksel bir yer olmayabilir, bazen hayal bazen ütopyalar olarak sunulsa da asıl amaç anlatmak isteneni vermektir. Kurgusal mekan ile gerçek mekan arasındaki anlam farkı aslında sinemanın gerçek dünyadan neden farklı olduğunun da bir göstergesidir. Kısaca mekan, filmin anlatmak istediğini anlatmakta kullandığı ilk elemandır, özellikle ilk filmlerde tek eleman olarak göze çarparlar. Geçmişte, ilk yapılan filmlerin amacı bir hikaye anlatmak olmamış, bu nedenle sadece mekanı göstermekle yetinmişlerdir. Bu mekan gösterimi sonralarda yaratmaya doğru bir dönüşüm süreci yaşamış ve sinemanın geçmişten bu yana en önemli görsel unsuru haline gelmiştir. Geçmişten günümüze üzerine birçok özellik eklemiş özellikle kurgusal yardım ile yeni anlamlar elde etmiştir.

Özellikle resim ve mimari sanatları ile iç içe sayabileceğimiz mekan tasarımı, görselliğin basit bir kavram olmadığını ve geçmişten gelen bir kültür ile iç içe bir yapı oluşturduğunu gözler önüne serer. Sinemada mekan doğal ve tasarlanmış mekan olarak iki gruba ayrılır: Doğal mekan, herhangi bir yer olabilirken; tasarlanmış mekan, kimin maddi anlamda gücü fazla ise onun yapabildiği bir sinema süreci olarak görülür. Bu yüzden sinemaya hangi devletlerin daha çok önem verdiği sadece kullandıkları görsellere ve mekanlara bakarak anlaşılabilir. Aslında bu ülkeler sinemaya önem vermekle çok önemli bir iş yapmış oluyorlar ve tüm dünyayı kendi sundukları pencereden bakmaya zorluyorlar. Yani sinemada kullanılan en küçük parça bile aslında çok büyük bir öneme sahip ve bu önemin anlaşılması günden güne daha fazla önem kazanmaktadır. Ve bu önemin varlığından haberdar olan sinema sektörü, her geçen gün daha kolektif bir yapı haline gelmekte ve sadece mekanın araştırılması ya da o mekanın tasarlanması için belirli bütçeler ayırmaktadırlar. Bu sayede sinema, kendini günden güne geliştirerek canlı bir sanat dalı olarak kalmaya devam etmektedir.

Ses Tasarımı

1920’li yıllar sessiz filmler için doruk noktasına ulaştıkları yıllar olarak kabul edilir. Artık sessiz görüntüler kendilerini film olarak adlandırma noktasında çok başarılı bir hale gelmiş ve birer sanat yapıtı haline dönüşmüşlerdi. Sesin filmlerde kullanılabilecek yeni bir teknolojik gelişim haline gelmesiyle birlikte ilk sesli film Caz Şarkıcısı (The Jazz Singer, 1927) çekilmiş ve ardından yeni tartışmalar ortaya çıkmıştır. Yeni bir sinema kavramının sorgulandığı bu yıllar daha sonra sesin sinemayı tamamlayan bir öge olduğu düşüncesine dönüşmüştür. (Bazin, 2001: 36) 1933 yılında yapılan King Kong filmiyle sinemada ilk kez çift kanallı ses kullanılarak ses tasarımı yapılmış ve ardından gelen filmlerde bu teknolojik gelişme daha başarılı bir şekilde görülmeye başlanmıştır.

the-jazz-singer-1927The Jazz Singer (1927) – Alan Crosland

Ses bir ifade aracı olarak canlılar tarafından kullanılır ve kendi içinde birçok bölüme ayrılmaktadır. Sesin yapısı, frekansı, tınısı veya sesin şekli bu bölümlerden en bilinenleridir. Sesin iletişim aracı olarak kullanılmasının ardından sanatta hangi şekilde kendine yer bulacağı sorusu incelenmiş ve özellikle görüntüye kattığı değer baz alınarak sadece ses olarak kalmamasına, artık görsel olarak da değerli olduğuna kanaat getirilmiştir. Sesin insanlara ulaşması için birden fazla deney yapılmış ve sinemanın ortaya çıkmasıyla birlikte ses teknolojisi sinemaya dahil olmak istemiştir.  Film gösterimlerinde arkada çalan piyano vb. aletler yetersiz kalınca, senkronik bir şekilde filmlere dahil olması gerektiği anlaşılmıştır. Sesin sinemayla buluşmasıyla birlikte ise ses tasarımcıları ortaya çıkmış ve kendi ses dünyalarını filmlerde gösterme ve uygulama fırsatı bulmuşlardır.

Görsel üzerine ya da görsel olmayan ses ögelerinin, teknik olarak başarılı ve etkili bir şekilde tasarlanmasına ses tasarımı, bunun üretimini ve yaratıcılığını yapan kişiye ise ses tasarımcısı denir. (Önen, 2012: 357) Michael Filimowicz’e göre, ses tasarımı iki ögeden meydana gelir, sesin üretilmesi ve üretilen seslerle ne yapılacağına karar vermek. Bu üretim aşamasında birçok kaynaktan yararlanılır. (Filimowicz, 2012: 29) Sadece sinema ile ilgili olmayan ses tasarımı, tiyatro, müzikal performans gibi birçok sanat alanında, bilgisayar oyunlarında kullanılır. Amaç, bir sahnede ya da görüntüde anlatılmaya çalışılandan farklı ve geniş boyutlara ulaşan anlam yaratmanın mümkün olmasıdır. (Sözen, 2015, 3) Ses, sinemadaki yapım sürecinde en önemli unsurlardan biridir; süreklilik sağlamak amacıyla kullanılırken bir yandan da bu bağlantıyı nasıl gerçekleştirdiği önem kazanır. Bu duruma göre, sesin hiper-gerçeklik ve görüntü ilgisi olmak üzere iki adet karakteristik özelliği vardır: Hiper-gerçeklik, sesin görüntüde abartılı yansıtılmasını; görüntü ilgisi ise, sesin görüntüden etkilenmesini tanımlar. Ses efekti, içinde bulunmadığı bir sahnede, izleyicilerin mevcut görüntüleri daha uzun zamanmış gibi algılanmasına neden olabilirken, işin içine girmesiyle birlikte akıcılık artar. (Dakic, 2007: 2) Görüntü üzerinde sesin kullanımı öncelikle hikaye anlatımını desteklemesi ile paraleldir. Diyalogların, monologların ya da dış sesin görüntüye kattığı uyum ile seyirciye kattığı algı çok önemlidir. Ses efektleri ve müzik kullanımı da işin içine girdiğinde ses tasarımı tamamlanmış olur.

Ses tasarımının temel ögeleri ise;

  • Konuşma
  • Müzik
  • Ses efekti
  • Foley
  • Ortam sesi

Hepsinin görüntü üzerine kattığı anlam farklıdır ve birinin yokluğu bir filmdeki gözle görülmeyen ama eksikliği hissedilen bir durum halindedir. Dünya sineması, ses tasarımını filmi destekleyen ve yaratıcı olan bir unsur olarak kabul etmiş ve ardından birçok ses tasarımcısı orta çıkmıştır. Bunlardan bazıları ülkenin kültürünü yansıtmak için neler yapabiliriz düşüncesine odaklanırken, bazıları bireysel yaratıcılıklarını kullanarak yeni tasarımlar üzerinde uğraşmışlardır. Filmlerin sesli bir şekilde çekilmeye başlamasından sonra sinemada olan yenilikler artık ses montajının bir ses tasarımcısı tarafından yapılması ya da denetlenmesi zorunluluğunu doğurmuştur. Kaliteli ve yaratıcı film yapmak isteyen her yönetmen, 1971 yılındaki George Lucas’ın THX 1138 filmi ile başlayan bu uygulamaya katılmıştır. Çok kanallı bir ses kurgusunun yapılması ile birlikte sinemada yeni bir dönemin de başladığı söylenebilir. Konuşma ile diyalogların ya da monologların olay örgüsünü iyi anlamamıza yardımcı olduğu görülür. Ses tasarımında filme yön veren seslerin konuşmalar olduğu ve içinde kişilerin özellikleri, tepkileri gibi hikayeyi anlamlandırabilecek bir çok bilgi barındırır. Konuşmadan sonra en önemli ses tasarımı ögesi olarak müzik kullanımı gelmektedir. İstenilen etkiyi istenilen zamanda veya sahnede verebilmek için müzik kullanılır ve bir bakıma seyircinin algısına yön verilir. Filmin atmosferini inşa etmek, arka planda anlatımına destek olmak ya da filmde var olan düşüncenin yansıtılmasında önemli bir rol üstlenir. Sinemanın ticari bir kaygı taşımasıyla birlikte ise her film için yeni müzikler bestelenmeye başlanmış ve sadece filmin satışı değil bu eserlerin de satımına başlanmıştır. Müzikten sonra ses efektleri sinemada önemli yer tutar. Müzik ve konuşmalar dışında arka planda duyduğumuz ama önemsemediğimiz birçok ses aslında birer ses efektidir. Doğal ya da doğal olmayan efektler olarak iki gruba ayrılan bu sesler, görüntünün fark edilmeyen en güçlü unsurları haline gelmişlerdir. Ses efektinin bir alt grubu olarak görülen ama aslında bağımsız bir yapı olan foley ses efektleri de çekim sırasında kaydedilemeyen ya da yetersiz kalan seslerin özel bir stüdyoda yeniden kaydedilmesi ile olur. Bu efektler; gerçek duyguyu yaratmak, sahnede olmayan bir şeyi eklemek ya da yardımcı olmak için kullanılırlar. (Sözen, 2013 : 2103) Arka planda olan ve varlığı ile değil yokluğu ile farkına varabileceğimiz en son yapı ise, ortam sesidir. Düşük frekanslı olan ve devamlılığın sağlanması üzerine kullanılan bu yapı, seyircinin algısını kontrol eden önemli bir unsurdur.

THX-1138THX 1138 (1971) – George Lucas

Sinemada devamlılığı sağlayan ve tüm filmin inşasında çok önemli yeri olan ses tasarımı birçok yönetmen tarafından uzun zamanlar harcanarak ve emekler verilerek yapılan bir iş haline gelmiştir. Bir yandan da yönetmenlerin, sadece ses kuşağı ile filmi anlatabilecekleri göz önüne alındığında sesin önemi bir kez daha artmaktadır.

KAYNAKÇA

1- JENNIFER, M.Groh, Mekan Yaratmak, Beyin Neyin Nerede Olduğunu Nasıl Biliyor?, Metis Yayınları, İstanbul, 2016
2- BAZİN, Andre: Sinema Nedir? (Çeviri: İbrahim Şener), Doruk Yayımcılık, İstanbul, 2001
3- ÖNEN, U: Ses Kayıt ve Müzik Teknolojileri, Çitlenbik Yayınları, İstanbul, 2014
4- FILIMOWICZ, M: The Audio Affect Image: Five Hermeneutic Modalities of Sound Design, Cinesonkia: Simon Fraser University, 2012
5- SÖZEN. M: Sinemada Ses Kullanımı, Detay Yayınları, Ankara, 2003
6- DAKIC, V: Sound Design for Film and Television, 2009
7- SÖZEN. M: Sinemada Ses Kullanımı, Detay Yayınları, Ankara, 2003

, , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir