- Mısır’a doğru yol alan gemiye binen çalışanların, armatörün iflasından sonra sayılarının azalmasıyla yaşananları anlatıyor film. Gemiden ayrılanlardan sonra geriye kalan altı kişinin yaşamını genel olarak tek mekânda gösterse de filmin girişinde gemide kalmaya gönüllü olan beş adamın hayatlarından kısa kısa kesitlere yer verilmiş.
Hepimizin duyduğu, gördüğü ama hep dışarıdan baktığı hayatların hikâyesi Sarmaşık. Kimileri mecburiyetten; kimileri yapacak başka bir şeyi, hayatta her hangi bir amacı olmadığından aylarca denizin ortasında tanımadıkları adamlarla birlikte çalışmaya razı olmuş sıradan adamların büyük öyküsü. Tolga Karaçelik’in ikinci uzun metraj filmi olan ‘Sarmaşık’ 22. Altın Koza Film Festivali’nde ilk gösteriminde salonda birlikte izlediğimiz seyirciyi etkilemeyi başarmış görünüyor. Mısır’a doğru yol alan gemiye binen çalışanların, armatörün iflasından sonra sayılarının azalmasıyla yaşananları anlatıyor film. Gemiden ayrılanlardan sonra geriye kalan altı kişinin yaşamını genel olarak tek mekânda gösterse de filmin girişinde gemide kalmaya gönüllü olan beş adamın hayatlarından kısa kısa kesitlere yer verilmiş.
İlk baştaki izlenimim, her bir adam için birkaç saniyelik gösterimlerin kafa karıştırıcı olduğu yönünde olsa da gemi kalktıktan sonra filmin akışı beni içine o kadar çekti ki bu sonradan hatırladığım küçük bir ayrıntı olarak kaldı. Filmin dikkat çekici özelliklerinden biri de kendini üç kısma bölmüş olmasıydı. Geminin hareketiyle başlayan birinci bölüm, armatörün iflasıyla gemiden ayrılanlardan sonra geriye kalanların başlayacağı hayatla geçilen ikinci bölüme kadar devam etti. İşler içinden çıkılmaz bir hal alıp kalanların psikolojisinin bozulmasıyla gördükleri halüsinasyonlar da üçüncü bölümde karşımıza çıktı. Gemide tanışıp kanka olan Cenk ve Alper ikilisinin aralarındaki samimiyet ve her durumla dalga geçebilme özellikleri bana program sunuculuğu yapan Cenk&Erdem’i hatırlattı. Üstelik Cenk’in yersiz ve zamansız küfürleri iğreti durmak yerine izleyenleri oldukça güldürdü. Oyunculukların hepsini başarılı bulduğum filmde Cenk ve Alper’den başka, kaptanın (Beybaba) sağ kolu olan İsmail, ailesini geçindirmek için gemide kalan Nadir ve kimseyle konuşmayan iri uzun yapılı ‘Kürt’ de vardı.
Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi, gemide kalmaya gönüllü olan bu adamlar için de hayat bir süre sonra sıkıcı olmaya başlar. Üstelik yiyecek yemekleri kalmayıp balık tutmaya başlamaları, sınıf başkanı modunda ortada gezinen İsmail’in otoritesine karşı çıkan sınıfın en yaramaz ama en zeki çocuğu Cenk’in sürtüşmeleri yer yer gerilimlere neden olur. Nadir’in intiharı düşünmesi, Kürt’ün aniden ortadan kayboluşu, İsmail’in söz geçiremeyişine karşılık kaybettiği özgüveni… Üstelik tüm bunlara bir de Kaptan’ın umursamaz görünüşünün eklenmesi bu beş adamı yalnızlığa iter ve herkesin psikolojisi zarar görür.
Zaman nasıl geçti de film bitti doğrusu ben anlayamadım. Olayların gerçekçiliği ve sonlara doğru verilen metaforlardan oldukça etkilendim. Kafasından darbe aldığı için yerde yığılıp kalan İsmail’in yara yerinden çıkan sarmaşığın tüm gemiyi sarmasıyla sorular başladı. “Acaba çoktan batmış mıydı gemi?”. Belki de tesadüf değildi hayatları bu kadar kötü giden insanların aynı gemide toplanıp aynı hayata gönüllü oluşu… Cenk güverteyi saran onlarca salyangozla konuşmaya başlar. Belki de bu kadar salyangoz batmış geminin sarmaşıklarıyla bir bütün oluşturmaktadır. Durumlar oldukça karışınca acaba “Gemisini asla terk etmeyen” kaptan inadını kırıp vazgeçecek midir yoksa onun hayallerindeki gemi henüz batmamış mıdır?
Konuk Yazar: Merve ÖRÜCÜ
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.