- Dizinin Bryan Fuller ile izleyici arasında imzalanan “onun en iyi yanlarından keyif almak için, en kötü yanlarını görmezden gelmeye” yönelik suskunluk anlaşmasının, özellikle etik ve kötülüğün yüceltilmesi hususlarında tehlikeli sularda yüzdüğünü söyleyebiliriz. Diğer taraftan TV ekranlarında alışkın olmadığımız bir deneyim yaşatan dizinin, özenle düşünülerek inşa edilmiş evreninin de hakkını vermek gerekiyor. Sanırım Hannibal’ı ekranların en ihtiraslı dizisi haline getiren de bu uçlarda gezinme hali.
Daha ilk sezonundan itibaren görsel, psikolojik ve sanatsal bir zemin inşa etmeye çabalayan Hannibal’ın Bryan Fuller’in detaylı titizliğinin de etkisiyle uyarlandığı metni, yeni ve cüretkâr bir ton ile ekrana yansıtılıyor. Fuller’in TV ekranlarında çoğunlukla tercih edilmeyen, imgelerle yüklü, bir tür anımsamaya dönüşen anlatısının, Thomas Harris’in kült karakteriyle dokusunun uyuşması ve etkileyici oyuncu performansları ile sonuca ulaşan Hannibal, tekrara düştüğü anlara rağmen tempo sorunu yaşamadan etkileyici bir karakter portresi çizmeyi başarıyor.
Bryan Fuller diziyi Thomas Harris’in Red Dragon (Kızıl Ejder) kitabından serbest bir şekilde uyarlıyor. Örneğin, kitabın ana konusu dizinin ancak üçüncü sezonunda izleyiciye sunulurken Harris’in yazdığı serinin üçüncü kitabı Hannibal’ın büyük bir bölümü, dizinin ikinci ve üçüncü sezonunda ekranlara yansıyor. Bir anlamda Fuller, Kızıl Ejder romanından ödünç aldığı Will ve Hannibal’ı dizinin omurgası haline getirerek diğer karakterleri bu ikilinin arasındaki etkileşime göre şekillendiriyor. Diziye yeni karakterler ekliyor, kitaptaki bazı karakterleri değiştiriyor, hatta kitapta hiç rastlaşmamış kişileri aynı zaman diliminde izleyiciye sunuyor. Kitabın ve filmlerin popüler kültürdeki yerlerini düşündüğümüzde, uyarlama konusunda Fuller’in oldukça riskli bir işin altından başarıyla kalktığını söylemek mümkün.
Hannibal’ın ilk sezonu polisiye dizi dinamiklerini kullanarak açılıyor. Her bölümde izlediğimiz cinayet ritüellerinin Will’in zihninde görsel imajlar olarak canlandırılması, Hannibal rolündeki Mads Mikkelsen’ın etkileyici karizması, katmanlardan oluşan ve açıldıkça bulanıklaşan hikâye örgüsünün tedirgin edici bir atmosferle desteklenmesi, sürreal ögeler ile dizinin anımsamalar üstüne inşa edilen yapısı sayesinde türdeşlerinden ayrılıyor. Bu ayrımın oldukça net olduğunun altını çizmekte fayda var. Çünkü dizinin üçüncü sezonda sonlandırılmasının sebebi düşük reytingler dışında, Fuller’in kendine özgü yorumladığı Harris’in dünyasının, izleyici için oldukça zorlayıcı bir deneyime dönüşmesi olduğunu görüyoruz. Fuller’in merak faktörünü çoğu kez devre dışı bırakması, görsel imgelerle ifade edilmeye çalışan anlatının izleyicide net karşılıklar bulamaması dizinin ömrünü kısaltan nedenlerin başında geliyor. Bu noktada Hannibal’ın oldukça talepkâr bir dizi olduğunu söyleyebilirim ancak dizinin başarısı da bu etkileşiminden kaynaklanıyor. Fuller’in detaylarla ördüğü diziyi etik ve estetik üzerinden incelediğimizde karşımıza ana hikâyenin katmanlarını açabilecek yeni bakış açıları bulacağımızı düşünüyorum.
“Etik kaygıların yok, estetik kaygıların var.”
Peki, etik, estetik haline gelirse? Hannibal’ın sorduğu soru muazzamdır. Dizinin genel jeneriğinden, ölüm ritüellerine kadar etikten değil de estetikten yana tavır aldığı açıktır. Kameranın konumlandırdığı noktada gördüklerimiz, estetik ancak safkan bir vahşilik içerir. Üstü örtülen her olgu, vahşeti göstermeden görünür hale sokmaktadır. Dizide hissedilen Hannibal vahşeti de bu şeffaf örtünün altında, hem gizlenmiş hem de alenidir. Örneğin dizide grafik şiddetin olduğu bölümlerde çoğu kez Hannibal bulunmaz. Onu daha çok bembeyaz gömleği ile yemek malzemelerini doğrarken ya da yemeği süslerken görürüz. Mutfakta geçen zamanlar ve yemeğe bu kadar özenli yaklaşımının kaynağında da estetik kaygısı bulunmaktadır. Kameranın normalde dikkat çekmeyecek detaylara odaklanması izleyicinin algısında şiddetin boyutunu arttırır. Will’in dilinden sürekli dökülen “This is my design (Bu benim dizaynım)” sözüne atıf yaparsak; izleyici, hayal gücünün uyandırdığı tedirgin edici tiksintinin de etkisiyle Hannibal’ın kötücüllüğünü zihninde büyütür. Bu sayede Hannibal sıradan bir sosyopat olmaktan çıkar, sofistike ve ilham verici bir karaktere dönüşür. İstenen mit izleyicinin yardımıyla onun zihninde şekillenir.
Diğer taraftan yemeklere atfedilen görsel vahşet ile imgelerin şiddet pornografisinin parçası haline getirilmesi atlanmamalıdır. Yemek masasının tedirgin edici grotesk bir mekâna dönüşmesi, etrafında (hatta kurbanları da sayarak üstünde) toplananların da bu tedirgin edici kaosa, ateşe uçuşan pervaneler gibi merakla yaklaşmalarına sebep olmaktadır. Hannibal bunu “Yerken suçluluk hissettiğim hiçbir şey yoktur” diye ifade eder. Herkesin karanlık tarafı merak ediyor olmasının bir sebebi, Hannibal’ın tutkusu yüksek cinsel çekimi ve karanlıktan beslendiği güce ortak olabilme çabasıdır. Şiddeti övme ritüellerinin yaygın olarak kullanıldığı dizinin bıçak sırtında dolaştığı ve bile isteye karanlık tarafa geçtiğini söylemek de mümkün. Dizi, karakterleri bir vahşet partisine konuk ederken, suç mahallerindeki detaylı incelemeler, dizayn edilmiş kan ve vahşet sahneleri gibi karanlık görsel imajlar içermesine rağmen bunları estetik bir sterilizasyondan geçirerek izleyiciye göstermeyi tercih etmektedir. Bir noktadan sonra bu tip görsel tercihler entelektüel bir söylemle de desteklenerek, izleyici açısından şık görünmesine rağmen manipülatif bir duruma dönüşmektedir.
Kimin dizaynı?
İzleyiciyi manipüle etme durumu aslında Hannibal’ın temel izleğini oluşturmaktadır. Hannibal’ın çevresindeki herkesi etki altına alan aurası, onların zihinlerine ekip bazen toplama zahmetine bile girişmediği fikirlerden oluşur. İzleyicinin zihninde oluşan mit, diğer karakterler tarafından da benimsenmiştir. Will’in uzaklaşmak istedikçe Hannibal’a bağlanma sebebi de bundan kaynaklanmaktadır. Dizinin finali de bu tezi destekler. Diğer taraftan Hannibal’ın Will’e olan düşkünlüğünün sebebi ektiği fikir tohumlarının onu her seferinde paramparça etmesini izleme isteği değildir. Unutulmamalıdır ki Hannibal üst düzey zevklere sahip olması dışında insanları yönlendirme yeteneğine de sahiptir. Bir anlamda kendini konumlandırdığı nokta en üst seviyedir ve bilinir ki tepede olanlar yalnızdır. Hannibal, Will’i yetenekleri olan ama onu harcayan haylaz bir öğrenciye benzetmektedir. Aynı zamanda kendisinin ahlaka direnen başka bir versiyonunu da görmekte bu yüzden de Will’in sınırlarını sürekli test etmektedir. Evet, bu test etmelerin arasında karnını deşme, nörolojik sistemini zayıflatma, hatta beynini yemeye çalışma gibi uç örnekler de vardır ama düşünce sistematiği olarak dizide kendisini anlayacak tek kişi de Will’dir.
İnsanın iyiliğe değil de kötüye meyletmesinin bir sebebi de kötülüğün cazibesinden çok iyiliğin güvenilecek zeminin olmaması, geçici olduğunun bilinmesinden kaynaklanır. Bu kaygan zeminde insan, çoğu kez ahlaken yanlış olsa bile şaşırtıcı derecede doğru olan güvendiği alanı, ona güç sağlayan kötülüğü seçer. Aslında araftan da ince köprüyü açıklamak basittir: Kötülük bir yaşam biçimi haline dönüştükçe insanın korkuları azalır. Hannibal’ın Will’i dönüştürme çabası da içinde ahlak barındırmayan huzur arayışının bir parçasıdır. Benzer düşünce sistematiğinde ayrı sonuçlara ulaşmalarının sebebi kötülüğün seçiminden kaynaklanmaktadır. Hannibal’ın kötülüğü seçip onu dönüştürdüğünü, yeni bir biçimde tarif ettiğini söyleyebiliriz. Oldukça şık bir pakette pazarlanan kötülüğün yüceltilmesi hatta etkileyici bir görsellikle özendirici hale getirilmesi oldukça tehlikelidir. Olaylara sınırlı imkânlarda bile hâkim olan (hapistedir), kötücül bir imgeye dönüşmüş Hannibal’ın dizide gerçek anlamda cezasız kalması ve arzu nesnesine dönüşmesi kabul edilemez. İzleyicinin kötülüğü normalleştirmesiyle sonuçlanacak anlatının ahlaken oldukça sorunlu olduğunu belirtmemiz gerekir.
Thomas Harris’in kitabında kötülüğün merkezinde yer alan, dizide de üçüncü sezonda gördüğümüz Kızıl Ejder / Diş Perisi lakaplı katilin yakalanma sürecinde, Hannibal’ın kilit pozisyonda yer alması iki açıdan önemlidir: Birincisi, Amerikan rüyasını kalbinden vuran, aileleri katleden kötücül bir katil bile Hannibal’a saygı duymakta, yaptığı işleri onaylamasını istemektedir. Bu, Hannibal’ın hiyerarşideki konumunu vurgular. Kötülüğün alternatifinin daha etkin bir kötülük olamayacağı aşikârdır, bu düşünce sistemi kötülüğü beslemekten başka bir işe yaramaz. İkincisi ise, Kızıl Ejder’in yakalanma planında birçok kişinin piyon olarak kullanılmasıdır. Dizinin kötücüllüğe anlam yükleme çabasının bir sonucu olan bu düşünce tarzı, kişileri önemsemez. Kötülüğün karşısında konumlandırılan idealist Will’in, ısrarla gri alanlarda dolaşmasının da kötülüğün yüceltilmesine istemeden de olsa katkı yaptığını düşünüyorum.
Son Yemek
Toparlamak gerekirse, Fuller ile izleyici arasında imzalanan “onun en iyi yanlarından keyif almak için, en kötü yanlarını görmezden gelmeye” yönelik suskunluk anlaşmasının, özellikle etik ve kötülüğün yüceltilmesi hususlarında tehlikeli sularda yüzdüğünü söyleyebiliriz. Diğer taraftan TV ekranlarında alışkın olmadığımız bir deneyim yaşatan dizinin, özenle düşünülerek inşa edilmiş evreninin de hakkını vermek gerekiyor. Sanırım Hannibal’ı ekranların en ihtiraslı dizisi haline getiren de bu uçlarda gezinme hali.
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.