- Kötülük, sıradanlaşarak her yere yayılır ve kronikleşir. Kronik hastalıklarsa adı üstünde kroniktir, bir ömür bunu çekmeye baştan sizi razı eder; öldürmeden sürünmenize olanak veren ilaçlarla ayakta kalır ve kronik hastalığı sıradan hale getirirsiniz. Ve unutmamak gerek ki, kötülüğü sadece kötü olanlar yapmaz; göz yummak da, sessiz kalmak da kötülüktür. Özellikle çocukların ilgisini çeken bu filmde böyle bir anlatı kurmak da kötülüğün meşrulaştırılması ve sıradanlaştırılmasından başka hiçbir şey değil.
Konuk Yazar: Besna Ağın
2015 yapımı Minions filminin sıkıcı ve yavan olması bir yana, dünyada çılgınlık yaratan bu film -“McDonald’s”larda oyuncakları satılan, kaleminden çantasına tüm okul aksesuarlarında kendine yer bulan ve aklınıza gelebilecek tüm tüketim araçlarıyla mantar gibi türeyen- çocuklara karakter gelişimini tamamlama aşamalarındalarken şiddetin çeşitli türleriyle saldırıyor.
Minions filminin tek iyi yanı her açıdan çok kötü bir film olması. Belki bu yüzden izleyiciler, özellikle çocuklar, sıkılır ve buna maruz kalmaktan kurtulabilirler.
Çocukları aptal yerine koyan ve onların algılarını çarpıkça yönlendiren bu filmlerin artık işe yaramayacağını zaman içinde daha net göreceğiz. Yaşadıkları dünyanın nasıl bir yer olduğunu bilmeden, anlamadan büyüyen çocukların gelişimi ve bilinçsiz ebeveynlerinin çapsız yönlendirmeleriyle savrulan çocuklar, bir noktada karakter gelişimlerini tamamlayacak, büyüyecek ve çocukluklarında maruz kaldıkları bu dehşet verici filmleri birer karakter saldırı aracı olarak tanımlayacaklar.
Etik kavramlardan bihaber bu film, kötülüğü ve şiddeti karikatürize ediyor. Meselenin en tehlikeli kısımlarından biri de bu; duyarsızlaşan kişi (çocuk ya da filmin alt metin okumasını yapamayan yetişkin) elinde ayıcıkla gezen, muz diye bağıran bu mini mini, tatlı mı tatlı, sarı mı sarı, psikopat mı psikopat, şeytani mi şeytani yaratıkcıkların ne olduğunu çözemiyor. Gerçek ve fantezi birbirine karışıyor ve oluşan kaygan zeminde iyi-kötü iç içe geçiyor.
Minyonların en tipik özellikleri asalak olmaları. Kendilerine en kötü efendiyi bulma gibi bir gayeleri var ve çağlar aşırı bu efendiyi arıyorlar. Yeri geliyor bir dinozor oluyor efendileri, yeri geliyor bir vampir. Her seferinde de yanlışlıkla efendilerini öldürüp, daha kötüsünü aramaya koyuluyorlar. Eğer bir efendileri (Tanrıları ya da patronları) yoksa hayat amaçlarını yitirip depresyona giriyorlar. Ancak hizmet ettikleri ve tapınçlaştırdıkları sürece “sağlıklı” bir şekilde devam edebiliyorlar hayatlarına. Ne şeker, değil mi?
Şekerlikler bununla da sınırla kalmıyor. Minyonların en yeni efendileri incecik belli, seksi, dişi (!) Aşırı Ölümcül Scarlett. Scarlett’ın mottosu şu: Kötü olmak çok iyi hissettirmiyor mu? (Doesn’t it feel so good to be bad?) Aşırı Ölümcül ve aynı zamanda aşırı kötü Scarlett, İngiltere kraliçesi II. Elizabeth’in tacını çalmak için kendine takım arkadaşları ararken, kazara ve tesadüfen Minyonlar Scarlett’ın hizmetkârları oluyor. Minyonlar taca ve saraya kendilerini fazlaca kaptırıp asıl efendilerini unutunca da, Scarlett intikam için geliyor. Minyonlara yapılan işkence ise öyle tatlı ki, kendinizi bir işkence odası bulup içine atmamak için zor duruyorsunuz. Çünkü filmde bir çocuğun almasını istediğiniz her türlü mesaj var; işkence tatlıdır, kötülük iyidir, kadınlar şeytanidir, intikam duygusu beklettikçe perçinlenir, efendisiz bir hayat boşa yaşanır.
Düşünememek ve muhakeme edememek ve hatta bu ikisinin hiç oluşmaması Hannah Arendt’in kitap ismiyle birlikte kullanılmaya başlanan “Kötülüğün Sıradanlığı” kavramını ortaya çıkarmıştı. Minyonlar, herhangi bir sıradan şeker çocuk filmi değil, çünkü günümüzde hiçbir çocuk filmi sadece sıradan ve/veya şeker değil.
Kötülük, sıradanlaşarak her yere yayılır ve kronikleşir. Kronik hastalıklarsa adı üstünde kroniktir, bir ömür bunu çekmeye baştan sizi razı eder; öldürmeden sürünmenize olanak veren ilaçlarla ayakta kalır ve kronik hastalığı sıradan hale getirirsiniz. Ve unutmamak gerek ki, kötülüğü sadece kötü olanlar yapmaz; göz yummak da, sessiz kalmak da kötülüktür. Özellikle çocukların ilgisini çeken bu filmde böyle bir anlatı kurmak da kötülüğün meşrulaştırılması ve sıradanlaştırılmasından başka hiçbir şey değil.
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.
Kesinlikle son derece şeytani bir yapım. Henüz 5 yaşında olan oğluma durumu şöyle izah ettik.
Nasıl ki kalitesiz şekerleme, cips vs tadı güzel olabilir ama sağlığa son derece zararlıdır. İşte bunun gibi, onlar da marketlerde satılıyor ama biz tercih etmiyoruz, diyerek durumu açıkladık.
Saygılarımızla