Kabul edelim ki başarıyla çizilmiş anime ve mangalardaki patlamalar, yıkılan yapılar ve izbe evreni izlemek heyecan uyandırıcıdır. Nasılsa olmayacak gözüyle baktığımız bu sert gelecek, çizgi romanın mantığından da oldukça farklıdır. (1) Çizilen bu distopya, kaos ve şiddetten beslenen kopkoyu gelecek tasviri kuşkusuz ki sadece görüntüsünün verdiği haz için ilgi çekici değildir. Animelerde en çok kullanılan tema olarak göze çarpan siberpunk ve mecha bir dışavurum, günümüz hayatının anlamsızlığı ve öfkeyle yetişen neslin simgesidir. Daha çok Japon kültürünü ifade eden bir araç gibi görünse de bu devrimci bakış açısı geleneksel bir tabloyu ifade eder. 21. y.y. sanayileşme, toplumun birbirine yabancılaşmasının doğurduğu kopukluklar, yaşanan ekonomik ve ekolojik felaketler gibi global etkenler de animelerdeki şiddetin bir dışa vurumudur. 1993 yılında Japon eleştirmen Ueno Toshiya, savaşın tüm şiddetiyle yaşandığı Saraybosna ziyaretinde geniş bir panel üzerine Akira’dan bir sahne çizilmiş olduğunu görünce şaşırır. Bombaların altındaki, yıkık dökük binalar arasındaki karşısında duran şey aslında Bosna’daki asi gençlerin sisteme karşı açıkça isyanıdır. (2) Japonya’da animasyonlarda ısrarla kullanılan mahşer teması (3) olarak da adlandırılan siberpunk gelecek tasvirinin sebebi oldukça açıktır: Atom Bombası. Kuşkusuz ki Japonya’ya atılan atom bombası sadece savaşta yenilgisine sebep olmamış, köklü bir gelenek ve inanca sahip Japonların duygusal olarak da yenilmelerine yol açıp, gelecek kaygılarını arttırmıştır. Savaş sonrası sanayideki muazzam ilerlemesi ise yabancılaşma ve mekanikleşmeyi doğurmuştur. Ancak bu ekonomik iyileşme bile (4) toplu intihar vakalarını önleyememiştir. Sosyal karamsarlık ve sonucu olarak görünen umursamazlığın sonucu olan kayıp gençlik Akira’nın çıkış kaynağıdır.
Bir manga çizgi romanı olarak hayatına başlayan Akira’nın 1989’da Katsuhiro Otomo tarafından çekilen kült filminde, yönetmen ana tema olarak bir grup ergen motosiklet çetesi ve içlerinden birinin kontrol edemediği güçlere sahip olmasının yarattığı trajediye odaklanmıştır. Çetenin karizmatik lideri Kaneda ile bir geri planda kalmış, güvensiz Tetsuo’nun yakın görünen arkadaşlığının altını kazıyan Otomo bastırılmış duyguları ifade etmede oldukça başarılıdır. Sıradan bir yaşam sürerken arkadaşı/koruyucusu olarak adlandırdığı Kaneda’yı, gücün kendi tarafına geçtiğinde ezmeye çalışan Tetsuo, bastırdığı tüm duyguları açıkça dışa vuracaktır. Freud’un “düşüncenin her yerde olabilmesi” (5) denilen bu üzücü durumda, kişinin özel güçler kullanarak dünyayı değiştirmesi ya da en azından kendini kurtarması teması maalesef ki sadece kötü sonuçlar doğurmaya yol açar. Bu durumda kişi yadsıdıkça gerçekten uzaklaşacaktır. Tetsuo’nun sürekli ertelediği Kaneda yüzleşmesi, ancak bir ucubeye dönüştüğünde gerçekleşir. Bu bile tam yüzleşme sayılmaz zaten filmin sonunda kendinden kurtulmak için bile yardım isteyeceği kişi Kaneda’dır.
Tetsuo’nun elde ettiği gücü birçok açıdan oldukça sorunludur. Öncelikle onun taşıyacağından daha fazla güce sahip olmasının altında ezilen ergen bir gençtir. Tetsuo açısından bakılırsa oldukça havalı yeni güçleri sayesinde kendini bulmuştur. Ancak ergenlikten bir geçiş olarak adlandırabileceğimiz bu durumda anti-kahramanımız çuvallar. Gücünü etkili kullanmayı öğrenmek yerine kendini göstermek, eski dostlarını ezmek gibi ergen imajları ile ilgilenir. Diğer bir sebep ise daha trajiktir. Dünyaya karşı öfkeli gençlerin simgesi halinde görmemizin kaçınılmaz olduğu Tetsuo, yeni yıkıcı gücünden hoşlanır. Tetsuo’nun bu canavarlaşan (6) yeni kimliğinden kimi zaman korkan ama daha çok onu kutsayan tavrını Japonya’nın derinden hissettiği belirsizliğin bir yansıması şeklinde yorumlamak mümkündür. Tetsuo, Japonya’nın uluslararası etkisinin üst düzeye ulaştığı savaş sonrası dönemde; pek çok milletin Japonya’dan çekinir hale gelmesinin katıksız bir karşılığıdır ki buna Japonların kendileri de dahildir. Filmin askeri ve politik kanadından baktığımızda bu kendini üstün görme eyleminin toplumun her kanadına sirayet ettiğini görmekteyiz. Özellikle askeri kanadı fes etmeye çalışıp bundan çıkar sağlamaya çalışan yozlaşmış politikacılarda hissedilse de kendi çıkarları için darbe yapmayı bile göze alan bir askeri erkten de söz edilmektedir. Halk ise bu oluşum içerisinde oradan oraya savrulmaktadır. Gelecek nesil gençlerin bunları düzeltme gibi bir çabaların olmadığını da görürüz. Sosyal çöküntü filmin başından sonuna kadar ısrarla umut ışığı barındırmadan devam eder.
Kayıp gençlik:
Okuldan atılmakta dahi beis görmeyen bu genç motosiklet çetesi için yaptıkları eylemlerin de pek bir anlamı yoktur aslında. Ne Kaneda ne de Tetsuo yaptıkları eylemlerin politik tarafını anlamayacak kadar sığ karakterlerdir. Zaten Akira’nın ne olduğunun açıklanması esnasında Kaneda sıkıcı bir ders dinliyormuş gibi tavır takınır hatta karşısındaki kızı “gel bir şeyler içelim uzun uzun devrim konuşuruz” diyerek alaya alıp anlatıcıyı saçmalıkla suçlar. Filmde motosikletin bir ergen simgesi, güç karşılığı olarak görülmesi kaçınılmazdır. Onlar için motosiklet isyankâr ruhlarını besleyen, asi olduklarını cümle aleme ispatladıkları bir mecradır sadece. Filmin birçok yerinde Kaneda’nın motosikletinin kuvvetinden bahsedilmesi ya da insanların sürekli onun motosikletine binmek istemeleri ana karakterin iktidarına güçlülüğüne yapılan bir vurgudur. Herhangi bir yetişkin kadının olmaması ise bu gençlerin açıkça duydukları anne özleminin bir sonucudur. Sonuçta annelik boşluğu, yetişme sürecinde bir sorun yarattığı gibi gelecek konusunda karamsarlığı destekleyerek, kapana sıkışmışlığı ifade eder. Kurtulmanın yolu ise değişimden geçmektedir. Akira’da tüm karakterler açıkça değişimi savunur. Politikacılar askeri dikta yönetimin değişmesini, asker yozlaşmış toplumun değişmesini, toplum ise yeni kurtarıcının gelip hem politik hem de askeri sistemi değiştirmesini diler.
Akira’nın özünü tanımlamak gerekirse doğru kelime: metamorfozdur. Genel olarak bakıldığında animasyonda hareketin önemini de göz önüne alırsak, yaşanan metemorfozlar açıkça klasik öykü anlatıcılığın kalıplarıyla oynamak demektir. Bu yapıbozumcu tavır filmin genel yapısına oldukça uygundur. Öykü anlatıcılığı açısından basit bir hikâyeyi metamorfoz kavramı ile birleştiren Otomo, görsel olarak etkileyici olması dışında derdini net olarak anlatmayı başarmıştır. Akira’daki metamorfoz, hem yıkımı hem değişimi hem de sosyal çıkışsızlığı anlatmanın çarpıcı bir yoludur. Burada genç bir bedenin metamorfozun ana teması olarak seçilmesi önemlidir. Serseri imajından korkutucu derecede deformasyona dönüşmüş birine dönüşen Tetsuo’nun, gelecekten umudu olmadığından tekrar geçmişe dönmesinin altı çizilir. Mutasyonun devam etmesi, kendi üzerindeki kontrolünü kaybetmesi ile hafızası çocukluk anılarını ortaya dökmeye başlar. Tetsuo’nun bir nevi çocukluğa dönüşü, güçlerinin zevkini çıkarırken sen de kimsin diye posta koyduğu Kaneda’dan başka yardım isteyecek kimsesi olmadığını fark etmesine yol açar. Ancak artık olan olmuştur. O artık sadece geleceği belirsiz asi bir genç değildir. Yeni kazandığı özellikler onu insanlardan uzaklaştırmış hatta ekrandan taşacakmış gibi görünen bir ucubeye çevirmiştir. Başlarda zevk aldığı bu gücün el değiştirmesi kişisel felaketini hazırlamıştır. Filmde öğrendiğimiz üzere Tetsuo’nun kendi içinde yaşadığı yıkımın çok daha büyüğü Akira sayesinde eski Tokyo’nun başına gelip kıyametle sonuçlanmıştır. Bu bireysel olarak oldukça trajik, toplum açısından bakıldığında ise korkutucu bir bakış açısıdır.
Şüphe götürmeyecek şekilde Tetsuo’nun felaketini tetikleyen unsur askeri yöntemdir. Daha önce askeri üstte kontrol altında tutulurken sadece sokak serserisi olarak bir nevi eski hesaplarını kapatmakta kullandığı güçlerine olan bakış açısı ordunun lazerle müdahalesiyle değişir. Burada Tetsuo’nun kontrol edilme şekline bir parantez açmak gerekir. Otomo bize Tetsuo’nun açıkça uyuşturucu ile kontrol edildiği bilgisini verir. Ayrıca ilk klinikten kaçışta bir uyuşturucu krizi yaşadığını da görürüz. Bu kaçış, daha çok histeri şeklinde görülen bir yoksunluk sendromu sayesinde uyuşturucu bulacağını umduğu barmeni öldürmesiyle sonuçlanır. Uyuşturucunun yasadışı ya da yasalarca kullanılarak bireylerin/toplumun kontrol altına alınmaya çalışıldığı net bir şekilde görülür. Barmenin bara gelenlere lsd benzeri ilaçlar satması, ya da sokaklardaki insanların gerçekleri yadsımak için uyuşturucu kullanması bunun bir kanıtıdır. Kaneda’nın kırmızı ceketinin arkasındaki kapsülde bunu destekler. Ayrıca deforme çocuk karakterlerinde sürekli halisülasyonlar ile kendilerini göstermeleri uyuşturucuya bir atıftır. Tetsuo’yu kontrolden çıkaran olay ise ordunun müdahalesi ile kolunun kopmasıdır. Güçlerini yeni kol yaratmada kullanmaya çalışan Tetsuo böylece gücün dengesini kendisine çevirmiş dönüşüm sürecini tetiklemiştir. Tetsuo’nun dönüşümü bir ergen bunalımını ve çıkışsızlığı simgelediği için açıkça baştan kaybettiği bir savaşın içine dahil olmasına sebep olmuştur.
Akira filmde sonsuz enerji olarak tanımlanır. Bu sonsuz enerjiyi kontrol altına almaya çalışan ordu ve politikacıların tetiklemesiyle kıyamet yaşanmıştır. Ancak Tetsuo’nun trajedisi kıyametten daha farklı görünebilir. Filmin sonundaki Ben Tetsuo’yum cümlesi ve izleyiciye dikilen göz bize artık değişimin başladığını ifade eder. Burada genç, kırılgan ama en azından özünde iyi olan bir genç devrimcinin en azından kendini feda ederek bir şeyleri başlattığı yorumunu yapmak mümkündür. Bu başlangıç belki onun düşüncesi ya da bilinçli bir seçimi olmasa da süreci başlatan bir adımdır. Bu bakış açısı bize kaostan kurtulmak için her şeyi yerle bir edip sil baştan başlamak gibi pek de tasvir edilmeyen bir düşünceyi savunsa da, bazen bir çıkış olmadığından zorunlu hale gelebilir. Akira bu çıkışsızlık hissi ve dönüşümün önemini anlatan kült bir bilimkurgudur.
(1) Çizgiromanlar, genelde kötülük yapan taraf ile halkı kurtaran super-hero arasında geçer. Halkın durumu sonuca ulaşmada etkili değildir ancak çoğu animede yapılan felaketin sorumlusu zaten halkın kendisidir. Halkın bu durumda bir kurtarıcıya ihtiyaç duymaktan çok kurtarıcı konumunda yer alması önemlidir. Bu kurbandan kurtarıcıya evrimleşmek Akira’nın temel olgularından birisidir.
(2) Uneo Toshiya, (Metal kıyafetler: Japon animasyonundaki kızıl savaşlar, 1998)
(3) Susan J Napier (Anime from Akira to Howl’s Moving Castle, 2008)
(4) Japonya dünyanın 2. büyük ekonomisidir.
(5) Sigmund Freud (Totem ve Tabu, 1983)
(6) Frankenstein Canavarı. Burada da Frankenstein canavarı gibi bir yaratım söz konusudur. Doktor’un yeni deneği Tetsuo’nun kontrolden çıkması kaçınılmazdır.
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.