A Royal Affair (2012): Aşk Mı? Aydınlanma Mı?

A Royal Affair (2012): Aşk Mı? Aydınlanma Mı?

Share Button

Saray entrikaları, şehvet düşkünü bir kral, onu aldatan karısı… Bunlar, sinema tarihindeki birçok filme konu oluşturan durumlardır. Konusu, isminden de anlaşılacağı gibi yaşanması tehlike arz eden bir aşkı anlatan yapımlardan, yazıya konu oluşturanlardan biri de Yasak Aşk (En Kongelig Affære) filmi. Aslında film, bu aşk hikâyesi üzerine kurulu olsa da sağlam yan hikâyelerle desteklenmektedir.

Film, Danimarkalı yazar Bodil Steensen-Leth’in “Prinsesse Af Blodet” adlı kitabından Nikolaj Arcel ve Rasmus Heisterberg tarafından senaryolaştırılmış. 62. Berlin Film Festivali’nde En İyi Senaryo ve Erkek Oyuncu dallarında Gümüş Ayı alan filmin hikâyesi, 18. Yüzyılda alkol ve kadın düşkünü, akli dengesi yerinde olmayan Danimarka kralı ile İngiltere kraliçesinin siyasi çıkarlar doğrultusunda birbirlerini hiç görmeden evlenmeleri ile başlıyor. Kraliçenin beklentilerini karşılamayan bir kral ile karşı karşıya kalması sonucu kralın kişisel doktoru ile yaşadığı aşkı esas almaktadır. Film, olayların Avrupa tarihindeki aydınlanma sürecine denk gelmesi ve beraberindeki sancılı süreç şeklinde ilerlemektedir. Bir kral olmasına karşın sıra dışı davranışlara ve hafif meşrep yapıya sahip eşine karşın, kendisi gibi aydınlanmacı, özgürlükçü, idealist düşünceler taşıyan bir kişi (doktor) tabii ki kraliçenin ilgisini çekmiştir. Ve aralarında karşı koyamadıkları bir aşk hikâyesi başlamıştır.

Ana tema bu olay örgüsünde şekilleniyor olsa da genel bir profil çizecek olursak film 18. yüzyıl entelektüel hayatını, sömürgeci kralları, saray entrikalarını, dönemin koşullarını ve sınıf ilişkilerini gerçekçi bir biçimde anlatmaktadır. Aydınlanma döneminde iktidar otoritesi, halkların sahip olduğu hakları, din faktörü ve sınıf ilişkileri eleştiriliyor. Kişisel doktoru olmaktan öte akıl hocası olan Johann’ın, halka yönelik ihtiyaçların belirlenmesi, sansürün kaldırılması gibi aydınlanma kanunlarının yürürlüğe konulmasına öncülük etmesi meclis grupları tarafından hoş karşılanmıyor ve bu durum doktorun ve dolayısıyla kraliçenin sonunu getiriyor.

Filmde dram türünün ana teması yasak aşkın trajik bir biçimde sonuçlanması olarak resmedilse de asıl mesele emeği sömürülen halk için bir şeylerin değişmesini isteyen insanların hazin sonudur bana göre. Dünyanın hemen her yerinde iktidar karşıtı, sınıflar arasındaki ilişkiyi dengede tutmaya çalışan her insanın sürgün, idam, işkence gibi sonuçlara maruz kalması çok tanıdık bir olay. ‘Öteki’ olanın hiçbir zaman yer edinemediği bir dünyada aslında ‘aynı’ olduğunu kanıtlamak ve kişisel çıkarların ortak olduğunu anlatmak pek kolay olmuyor. İşte görsel sanat olarak nitelendirdiğimiz sinema, bu gerçeklik durumunu beyaz perdeye aynı düzeyde aktarıyor. Bu yüzden görülen hazin sonlar, yaşanılan hayatın birebir yansıması olarak çıkıyor karşımıza. Bu filmde de var olan düzeni değiştirmeye ve halka doğru bakan kanunları ülke düzeyine taşımaya çalışan karakterler ya idam ediliyor ya sürgün.

Filmin performans değerlendirmesini yapacak olursak (ki bunun, filmin konusu, kurgusu bakımından benzerlerinden ayıran en büyük özelliği olduğu düşüncesindeyim) tam anlamıyla bir oyunculuk şöleni ile karşı karşıya olduğumuzu söylemek mümkün. Fakat oyuncular arasında en çok ilgimi çeken kral rolündeki Mikkel Boe Følsgaard olmuştur. Sıra dışı bir rolü kusursuz sayılabilecek düzeyde canlandıran oyuncu övgüyü hak ediyor. Ayrıca mekân tasarımları ve kostümleri, dönem anlatımında olması gereken ve fakat başarılı bir şekilde kullanılmış. Çünkü dönem filmleri, kapsadıkları zamanı anlatırken hikâyenin gerçeklik payını artırmak ve başarısını kanıtlamak adına bu araçları özenle kullanmak zorundadır. Senaryosu güçlü, karakter yaratımı sağlam olan bu film, gerçekçi hikâyesi, siyasi ve toplumsal alt metniyle dikkat çekmektedir.

Konuk Yazar: Zehra KURT

, , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir