Koza (1995) – Nuri Bilge Ceylan

Koza (1995) – Nuri Bilge Ceylan

Share Button

Çağrışım yüklü kadın erkek fotoğrafları; parçalanmış, toparlanmaya çalışmış ama kalplerde kırıkların hissedildiği bir aile; ekin tarlaları ve orman ile gördüğümüz doğanın baskın gücü… Koza’nın imgeler denizinin parçalarının bir kısmını oluşturur. Nuri Bilge Ceylan’ın kısa filmi Koza, kendisinin daha sonra çekeceği Taşra Üçlemesi’nin (Kasaba, Mayıs Sıkıntısı, Uzak) başlangıç izlerini taşır. Bu iz, tıpkı eskimiş fotoğrafları gördüğümüzde hatırladıklarımız gibi, hep bir sonraki film için referanslar içeren bir anımsama halidir. Koza’da mimlendiğimiz her imge gelişerek Ceylan’ın evreninin parçası haline gelir. Örneğin kendi anne-babasını, doğduğu kasabayı merkeze aldığı ilk uzun metrajı Kasaba, bu evrenin ilk genişlediği örnektir. Artık imgeler arka arkaya sıralanmaz, Ceylan göstermekle kalmaz onlara zaman da tanır, bağ yaratır. Uzak’la tamamladığı çember bütünlüklü bir taşra hikayesiden çok “taşra hissiyatı” ile ilgilidir.

Nuri Bilge Ceylan’ın kamerası çevreyle sürekli etkileşim halindedir. Ana izlekten, karakterlerden ve genel akıştan bağımsız kamera, durur ve etrafına bakar. Ulaşılacak dramatik etkinin cazibesine başkaldırır sanki. “O etkinin peşinde koşarken hayatın akışını kaçırdığını fark eder. Ve o kaçırılan şeylere çevirir bakışını. Küçük sıkıntılara, anlık heveslere, gelip geçici mutluluklara…” (1)

Ceylan’ın Koza da başlattığı bu evreni tanımlarken uzaklardan değil yakınlarından, ailesinden, doğduğu topraklardan faydalanır. Fotoğraf ile keskinleşmiş gözüne hareket ekler. Bu kendi için de bir yeni bir başlangıç, yeni bir “koza”dır. Hikâye anlatma şeklindeki bu değişiklik, imajların hareketlenmesi ile örülü bu evrenin merkezinde de kendisi yer alır. Özellikle Koza’da oldukça kişisel bir anlatı filme hâkimdir. Kasaba’dan Mayıs Sıkıntısı’na geçerken ise kendisi canlandıran başka bir vücut bulur. Taşrada film çekme dinamiğini bu kez daha net görürüz. Kozanın imajları filmin ortasındadır. Zaten filmin sonu da Uzak’a bağlanacaktır (Kasaba ve Mayıs Sıkıntısı’nda taşradan kurtulmak isteyen Saffet, Yusuf’un bedeninde İstanbul’a göç eder). Sadece tematik bir bütünlük değil, ustaca örülmüş Koza genişlemektedir. Ceylan genişlediğinde yeni dertler edinir: Yabancılaşma, hayatı ve yerini sorgulama, taşra da sıkışmışlık başat ögeler olarak detaylanacak, dallanıp budaklanacaktır.

Başa, kozanın örüldüğü ana geri dönelim: Koza yeniden bir arada yaşamayı deneyen ama sonuçta ayrılmak zorunda kalan yaşlı bir çifti merkeze alıp tamamen görsel bir anlatıda ilerler. Ceylan’ın anlatısı kişiseldir, hatta Koza’nın ölümü çağrıştırdığı söylenebilir. Bu açıdan Koza açılarak Taşra Üçlemesi’ne sebep olmuştur söylemi kadar, tekrar özüne dönüp anlatıyı sonlandırdığını da söyleyebiliriz. İzleyiciyi etkileyen de ölüm karşısındaki bu muğlâk tedirginlik halidir. Koza ile başlayan sinema yolculuğun Uzak’a kadar olan kısmında Ceylan’ın kendi dertlerini yansıttığını, kişisel yaşamıyla kurmaca arasındaki suyun bulanıklığını belirtmiştik. Ancak bunun sebebini de Ceylan’ın tüm bunları dert edinmesidir. Taşranın akıp giden rutini içerisinde varoluşu sorgulayan bir Koza oldukça değerlidir.

Ceylan Koza’da telaşsızca aralar kabuğunu. Davet ettiği dünyası günlük yaşamın sıradanlığı üzerine yalın ama çarpıcı üslup denemeleri ile doludur. Anlatısal ve biçimsel özellikleri detaycı; yavaşlık ve günlük yaşamın sıradanlığı içerisinde mahremiyetinden ödün vermesi ise cesurdur. İnsan ve doğa arasındaki ilişki güçlüdür, kamera bilinenden çok bilinmeyene meyil eder. Bu arayış gözlemci olduğu gibi gerçekçi bir yapıda izleyicinin geçmişiyle ilişki kurmasını sağlar. Zaten Ceylan da sinemasının tekil bunaltılara adanmışlığında, toplumsal meseleleri mikro iktidar bağlamlarındaki tezahürleriyle açıklamaya dönük bir çaba olduğunun altını çizer. Koza tüm bu yapıyı özetleyen etkili bir dışavurumdur.

1) Fırat Yücel, Nuri Bilge Ceylan filmleri nasıl izlenmeli

twitter.com/gok_gkhn

, , , , , , , , , , ,

1 comment

  1. ahmet çambel

    Hocam iyi anlatmışsınız da, Koza filminden siz ne anladınız, yönetmen burada ne anlatmak derdinde ya da neler, bir türlü ana noktaya gelememişsiniz. Mevsim olarak sanki sonbahardan, filmin sonunda kışa geçiş var. Hayatlarının sonbaharına gelmiş insanları gösterip, yaşam ve ölüm, -çocuk var- çocukluk gençlik ve yaşlılık gibi bir şeyi mi anlatmaya çalışıyor, yani ne bileyim, Bir Zamanlar Anadolu’da adlı filminde elmanın ağaçtan düşüp yuvarlanarak en son çürümeye başlamış elmaların yanına varması gibi bir yaşamdan ölüme gidiş sürecini mi yansıtıyor, temel nedir hocam?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir