Bazı insanların atacakları adımların eylemselliği, felaket çanlarının çalmasına ön ayak olur. Bu kişiler her ne kadar doğru yoldan sapmamak için ellerinden geleni yapmaya çalışsalar da, öyle bir ortam ve şartların dayatması altında kalırlar ki, en temiz yürekli insanların güven duygusunu kazanmış olsalar bile, bu yola çıktıkları anda değersiz yaşamaya ve övgüsüz ölmeye hazır olmalılar. Zavallı Gaspard… Verilebilecek en büyük şiddetli tepkiselliğin dile getirildiği bu cümlenin değerini, yönetmen Jacques Becker’in eski bir mahkûmun hapishaneden kaçma girişimini gerçek bir hikâyeden yola çıkarak aktardığı, hapishane filmlerinin öncülü olan Le trou / Delik filminin sonunda daha iyi anlıyoruz.
Jose Giovanni’nin 1947 yılında hapishaneden kaçış denemesini anlattığı romanından uyarlanan Le trou, birinci dereceden cinayete teşebbüs suçlaması ile yargılanan Gaspard adlı mahkûmun hücresinin değiştirilmesi ile başlar. Yeni geldiği hücrede kalan, dış dünyanın özgür yaşantısının kendileri için bir hayale dönüştüğü dört mahkûm, Gaspard’ın gelişinden rahatsız ve tedirgin olurlar. Bu rahatsızlığın temeli; çıkar ve menfaat ilişkilerinin en yoğun yaşandığı hapishane ortamında, oturtulan bir düzen ya da planlanan bir eylemin sekteye uğramasının tek nedeni olan yeni bir yüz, temelde de güven sorunsalının kendisidir. Karakterleri ve ortak kaderleri doğrultusunda aralarındaki güven problemini aşan ya da aşmak mecburiyetinde kalan beş kişinin özelinde, kazananlara rağmen kaybetme hikâyesinin anlatıldığı film, örümcek ağının bir prototipidir. Hapishanenin bir ağ olduğu öngörünümünde bulunursak, çifte olasılıktan (ağdan kurtuluş ya da örümceğe yem olmak) makûs olanın gerçekleşme ihtimali daha yüksektir.
Gergin, kötümser ve ürkütücü bir atmosferin çizildiği hapishane filmlerinde yer alan ağır şiddet, uyuşturucu, cinsel istismar gibi belirgin temaların yer almadığı filmin tek gayesi; tüm ayrıntıları ile beraber, gerçekçi bir kaçış hikâyesi sunmaktır. Klasik hapishane filmlerinde yer alan erkeklerden uzak tiplemelerinin çizildiği yapımda, gerçeklik duygusundan uzaklaşmamamızın nedeni de, yönetmen Jacques Becker’in, kaçış planının her aşamasını uzun uzun betimleyerek, seyircisini de bu eylemselliğin tüm gerilimine dâhil edebilmesinde yatıyor. Kara filmlerin izleyicisi ile kurdurduğu narsisistik özdeşliği Le trou da gerçekleştirir; fakat karakterlerin farklı çizilmesi nedeni ile bu narsisist ilişki, erotizm ve güç ile değil, ufak bir aletin zekice kullanılmaya en müsait kaçış envanterine dönüştürülmesi ile oluşur. Zemin ve duvar kırma çabasının her saniye uzamasının; hapishanenin mimari yapısını kaçış güzergâhı boyunca karış karış dolaşırken, yeni keşfedilen ve kullanılmaya müsait her alet-edevatın heyecanının; dört duvar dışına çıkabilmenin tek yolu için her şeyi feda etmenin ne demek olduğunu ekran karşısında yaşamıyor, adeta her anına ortak oluyoruz. Işığı bir ara biz elimize alıyor, koridoru gözlemliyor ve ‘sen yoruldun, biraz da ben kazayım’ diyerek levyeyi bile elimize alıyoruz…
Hapishane filmlerini, bir yaşam prototipini yansıttığı ya da parçalardan bütüne ulaştığı için yapısalcılık ile yorumlamak doğru bir yaklaşım olacaktır. Kişilerin dört duvar arasında sergilenen davranışlarını psikolojik olarak irdelemeye başladığımızda, aynı ruh halini ve eylemselliğini uçsuz bucaksız gökyüzü altında da sürdürecekleri varsayımına ulaşabiliriz. Şöyle ki; davranış olgusunu ister bilinçli bir etkinlik, ister etki-tepki devinimi, istersek de çevre faktörü ile etkileşimli bir şekilde ele alalım, varılacak temel sonuç, özel olanın geneli kapsadığı olacaktır. Şartlar sonucunda şekillenen davranışlar, kötülük bir kez üzerlerine salındı mı kişinin zaaflarına göre biçimlenir. Karakter yapısının önemi bu açıdan oldukça değerlidir. Filmde yer alan beş mahkûm arasındaki kader ortaklığı her ne kadar hepsini birbirine kenetlese de, sistem (hapishane yönetimi ekseninde genel yönetim sistemleri) bu kenetlenmeyi bozmak istediği an, sonucun onların istediği şekilde gerçekleşmesi işten bile değildir. Ve bu uğurda seçilecek her kurbanın, muhtemel sonu hızlandırmak adına, sistem için bir taş taşıması -kendisini de yakacağını bile bile- herhangi bir tereddüt oluşmasına kesinlikle mahal vermeyecektir. Zavallı Gaspard… söylemindeki zavallılık, bundan mütevellit olsa gerek.
Kimya Mühendisliği mezunu. İnovasyon, Girişimcilik ve Yönetim bölümünde başladığı yüksek lisans eğitimini bırakarak Marmara Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansına başladı. Çeşitli film festivallerinde görev almasının yanı sıra İnönü Üniversitesi Kısa Film Festivali’nin yürütmesini yaptı. Cineritüel sitesinin kurucusu ve yazarı.