Fear and Desire (1953): Korkunun Kodları

Fear and Desire (1953): Korkunun Kodları

Share Button

Stanley Kubrick’in sinemasına baktığımızda korku ve arzu birbirini tamamlayan, diğer taraftan da karakterlerin trajik dönüşümlerini tetikleyen karşıt dürtülerdir. Bu birbirine karşıt iki duygu ya da dürtünün Kubrick sinemasının bütününe yayıldığını, ona adeta yön verdiğini söylemek yanlış olmaz. (1) Biraz açmak gerekirse Kubrick’in tüm karakterleri arzularının peşinde bir yolculuğa çıkarlar; ancak sonunda vardıkları yer korkunun karanlık dehlizleridir. İlginç olan, burada gördüklerinin kendi imajları olmasıdır. İçindeki kötülükle yüzleşmeden daha farklı olarak Kubrick, kötülüğü zahiri bir platforma taşıyarak tartışılmasını sağlar. Bu, yönetmenin duyguları içselleştirmesindeki samimiyet ve açıklığı ile değer kazanır; hatta Kubrick’in soğuk ve mesafeli tavrını anlamamıza yardımcı olur. Sonuçta insanı tanımlarken seçtiği yol, tayin edici iki uç dürtü; korku ve arzu hem ilk kurgu filmi Fear and Desire’a yön vermiş hem de filmlerinin özünü oluşturan temel izlek haline gelmiştir.

Kubrick’in Look dergisi için hazırladığı foto-roman dizisi “The Prizefigher” (2) ve sonraki filmi Day of Fight’ta (3) görüleceği üzere ikiz teması ya da yukarıda andığımız kendilerine rastlayan imajlar yönetmenin sinemasında önemli bir yer tutar. The Prizefigher’da birbirinin zıttı davranışlarda bulunan ikizleri gösterir -biri uyur, diğeri uyanıktır; biri dövüşür diğeri izler vs.- Bakış ve görüntü arasında yönetmenin kurduğu ilişki, aynı korku ve arzu gibi tüm filmografisinin başat öğelerinden birisidir. Dört askerin düşman cephesinde mahsur kalmaları ve hayatlarını kurtarma çabalarını anlatan Fear and Desire’da, kişinin bu kez kendi özüne dışarıdan bir bakış söz konusudur. Kubrick’in filmde kurduğu bağ akıllara Stevenson’un Dr. Jekyll ve Mr. Hyde romanını getirir. Nasıl ki Hyde’ın var olma sebebi Jekyll ise, dört askerin kurtuluş şansları da kötülük ve öz yıkımdan geçmek zorundadır. Öldürdükleri düşmanların kendi görüntülerinde olması, tıpkı Hyde’ın Jekyll’a saldırması gibi savaşın insanın özüne saldırısı şeklinde yorumlanabilir: Kubrick bu söylemi “burada savaşan insanlar var olmazlar, biz onları var etmediğimiz sürece” diye destekler. Diğer taraftan bu kendine saldırma eylemi düşmanın hiçbir zaman bitmeyeceğine işaret eder. Kötülük insanların kendi içlerinde ürettikleri ve değişik yöntemlerle dışa vurdukları, hatta kendilerinin de bu eylemin sonuçlarından korktukları bir canavara dönüşmüştür.

Kubrick filmlerinde erkekleri çepeçevre saran, onları tedirgin bir ruh haline sürükleyen korku -bazen gizlense de- neyi temsil etmektedir? Arzu ile birlikte tetiklenen kaçak haz ya da iktidarın, söyleminin bir parçası olduğu aşikârdır; ayrıca, film özelinden gidersek tecrit edilmiş bir yalnızlığa vurgu yapılmıştır. Freudçu anlamda bakarsak; dört askerin iktidarlarının sarsıldığı bir ortamda -düşman hattına sıkışıp kalmışlardır- iğdiş edilme endişeleri, korkuya sebep olmaktadır. Bu durum, kişinin özünde ürpertici bir yalnızlığa sebep olur; Kubrick bunu sıklıkla kullanır. Fear and Desire’da esir tuttukları kızın başında nöbet tutan askerin düştüğü duruma bakalım: Yalnız ve korumasızdır, ağaca bağladıkları kıza tecavüz girişiminde bulunması cinsel bir dürtüden çok iktidarın kabul edilmesini simgeler. Zaten eylem tam bir tecavüz girişimi değil, acınası bir kabul görme, saplandığı korkudan onu çıkarılacak bir yöntem arayışıdır. Kızın kaçma girişimi esnasında onu öldürmesi, iktidarına yapılan saldırının bertaraf edilmesi, örtülmesi demektir.

Korku Çağı ve başlangıç izleri

Konunun etrafında dönmeye devam edelim: 20. yüzyılı Korku Çağı olarak tanımlayan Albert Camus, yaşadığımız dünyada en göze çarpan şey, insanların gelecekten yoksun olmalarıdır der ve ekler; “Geleceğe el atmayan, gelişme ve iyileşme umudu olmayan bir yaşamın değeri ne olabilir?” (4) Korku Çağı’nın en etkin anlatılarından biri olan “Dava” isimli eserde Franz Kafka’nın ortaya koyduğu yargılama süreci; insanı kuşatan ve fark etmeden geleceğini şekillendiren korku tarafından ele geçirilmesini ve bunun bir iç hesaplaşmaya dönüşmesini anlatır. Özünde yargılanan sadece Josef K. değildir. Kubrick için de korku bir itici güç değil, daha çok varılan noktadır. Bu açıdan Camus’nün karamsar bakış açısının Kubrick’in eserlerinin tamamına sirayet ettiğini söylemek mümkün. Fear and Desire’ın sonunda askerlerin kurtulması bu düşünceye tezat değil; çünkü bedenen kurtulmuş olmaları, ruhen yaşadıkları çöküntüyü gidermeyecektir. Ne de olsa ölmenin başka yöntemleri de var.

Toparlamak gerekirse; Kubrick, Korku Çağ’ını çok iyi etüt etmiş, insanı sarıp sarmalayan korkunun, endişenin peşine düşmüştür. İzleyiciyi tedirgin eden, rahatını kaçıran da bu sarmalın parçası olduğunu fark etmesidir. Bu ters açıdan bakıldığında insancıl olduğunu söylemek bile mümkün. Fear and Desire ise Kubrick’in daha sonra ustalıkla bambaşka eserlerde işleyeceği temaları hızlandıran bir dinamo, düşünce sistematiğini başlatan bir kıvılcımdır. Bu sebeple diğer Kubrick filmlerinden sinemasal olarak altlarda yer alsa da, yönetmenin filmografisi için önem arz eder.

(1) Veysel Atayman derlemesiyle Modern Zamanlar dergisi; Sayı: 10
(2) http://www.ropeofsilicon.com/stanley-kubrick-enters-the-ring/prizefighter-1/
(3) http://www.youtube.com/watch?v=Jnu6zTma068
(4) Albert Camus, Denemeler, Say Yayınları

twitter.com/gok_gkhn

, , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir