Konuk Yazar: Burç Karabulut
Betondaki Çatlaklar, Viyana’ya işçi olarak gitmiş üçüncü kuşak Türklerin – Kürtlerin hayatını anlatıyor. Artık Avusturya’da mesken tutmuş bu kuşak, belli ki Avusturya’ya çoktan yerleşmiş ve orada hayatlarını kurmaya başlamışlardır. Tamamen olmasa da büyük ölçüde kimliklerini kaybeden bu kuşağın içindeki yolunu kaybetmiş kişiler üstüne bir hikâye anlatır Umut Dağ. Cezaevinden süreli salıverilmiş Ertan, eski bir suçludur ve hayatına çeki düzen vermek istemektedir. İşçi sınıfının bir bireyi olan Ertan hayata ters yerinden başlayanlardandır. Yolu en baştan tersten başlamıştır. Kendine benzeyen on altı yaşındaki Mikail ile yolları kesişince kendi hayatını hatırlar. Betondaki Çatlaklar, yolunu daha önceden kaybetmiş Ertan ile aynı hatayı yapmak üzere olan Mikail’in üstünde döner.
Üçüncü kuşak kimliğini bırakmıştır, Avusturyalı olmuştur ancak kendi “Amerikan Rüyasını” yaşamanın derdindedir. İronik olarak; rapçi olmayı planlamıştır. Rapçi olmak gangster olmaktan farklı değildir. Mikail, kendi yırtma hikâyesinin kendi Amerikan rüyasının peşindedir. Bu özdeşleşme, Hollywood’un gangster filmleriyle de yakından ilişkilidir. Gangster filmleri, Amerikan rüyasını tersten yaşamaya çalışan hayatları gösterir. Gangsterlerin hemen hemen hepsi kendi Amerikan rüyalarına ulaşamadan ölürler. Önce ahlakları sonra kendilerini kaybederler, kayıt dışı olduklarından onlar için standart bir Amerikan rüyası yok gibidir. Kendi yollarını kendileri yaparlar ama sonunda yollarını kaybederler. Mikail’de böyle bir yoldan geçiyor. Uyuşturucu satarak parasını çıkartıp zengin bir rapçi olmaya çalışıyor. Bir anlamda kendi “Amerikan rüyasının” peşinden koşuyor. Mikail bu rüyanın peşinden koşarken Ertanla karşılaşıyor. Ertan, kendi illüzyonunun peşinden koşmuş ve yenik ayrılmıştır. Ertan bu yenilginin, ezikliğin sonucu olarak gerçeği görmüş ve artık şerefli bir hayat gayesindedir. Amerikan rüyası Ertan’a iyi gelmemiştir.
Ertan bu illüzyonun arkasını bilerek çoğu kez Mikail’i uyarmaya çalışır. Bu durumun faydasız olacağı açıktır. Ertan’ın yaşadığı hayatı izleyerek aslında başlayan bir rüya ile biten bir rüya arasındaki ilişkiyi görürüz. Ertan sadece baba figürü değildir, kaybetmiş bir figürdür aynı zamanda. Daha önceden yolunu kaybetmiştir. Şimdi o yolu tekrar bulmayı çalışmak istemektedir. Gangster olmanın verdiği imajı ve geçmişi üzerinden atamaz. İnşaat işçisi olarak çalışmaya başladığı stüdyonun sahibi gözünü hep onun üstünde hissettirir. Adeta bir nevi otorite figürüdür. Ertan’ın abisinin onu evine almaması ve hatta onunla konuşmaması Ertan’ın rüyasının kalıntılarını bize anlatır. Henüz olmamış ile olacak zaman arasındaki dengeyi sunar bize Umut Dağ. Beklenildiği üzere; çöküş yakındır. Ertan görmüştür. Seyirci her şeyin farkındadır. Tek bilmeyen Mikail’dir. Baba ile oğuldan evvel, işlenen iki farklı zamanda yaşamış birbirlerini tamamlayan iki insan gibidirler. Aynı hapishanede buluşmaları da rastlantı değildir asla. Tek bir Amerikan rüyası vardır. O da “hapishane”dedir. Tüm iyiler cennete giderken tüm kötüler de hapishaneye gider.
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.