Hiçbir şeyin değişmediğini, düşüncelerin ebedi olduğunu ve bir sözcüğün ifade ettiği şeyin o sözcük kadar değişimsiz ve durağan olduğunu varsaymak insanın doğal bir yanılgısıdır. (1) Başka bir ifadeyle değişim sistemin tartışılmaz parçasıdır. Ancak insanoğlu evrende kendisinin merkezde olduğu, diğer her şeyin ona hizmet için var edildiği fikrinden çağlar boyunca kurtulamamıştır. Din ve bireyci başarı eğitim sistemi de bu görüşlerine çanak tutar. Bu yüksek kibir ve bencillik her zaman gerçeklerinin önüne perde çekmiştir. Kibirini besleyen nefisi, nefisini besleyen günahlarıyla sarmal bir ilişkiye girmiş insan; çevresinin farkında olan bir tür olmayı hiçbir zaman beceremez. Farkında olmadığı gibi eline geçen her şeyi hırs ve menfaat uğruna kullanmaktan geri kalmaz. Ayrık otları misali ortamı kendi için istila eden insanoğlu doğayı tahrip etme, ekolojik sistemi bozma konusunda anlaşılmaz bir kararlılık göstermektedir.
The Age of Stupid (2) belgeselinde insanlığın kendi soyunu nasıl tüketeceğini anlatır. Hatta kendi kendini yok eden ilk canlı çeşidi biz olmayacağımızı, ancak bizi diğerlerinden farklı kılan özelliğin bunu bilerek yapan ilk cins olduğumuzu vurgular ve sorar; kendi kendimizi kurtarma şansımız varken neden kendimizi kurtaramadık? Yoksa kendimizi kurtarmaya değer bulmuyor muyuz? Sorunun cevabının insan neslinin sonsuz kibri ve değişim karşısında statükoyu koruma alışkanlığı olduğu açıktır.
Pierre Boule’nın toplumsal taşlaması La Planete des Singes romanından uyarlanan Planet of the Apes; insanoğlunu düşünce yetenekleri sınırlı birer hayvan, efendilerin ise maymunlar olduğunu kurgusal bir gelecekte geçer. Çıkış noktası yaşadığımız toplumun çarpıklığına işaret eden güçlü bir alegoridir. Din, ahlak ve hiyerarşiyi sorgularken nükleer enerjiyi, soğuk savaşı, silahlanmayı ve dönemin politik durumuna eleştiri oklarını yöneltmekten geri kalmaz.
Maymunlar cehenneminin ana ekseni bilim-din çatışmasıdır. Çağlar boyunca bilimin ve özgür düşüncenin önünde engel olan çarpıtılmış dinin, politik olarak statükoyu kutsayan yapısını görmemek mümkün değildir. Saf bilimsel gerçekler yerine değerlendirme ölçütünün kutsal kitaplar olduğu dini referanslar birçok kez dünyayı karanlık evrelere sürüklemiştir. Tarihte din ile bilim arasındaki çatışmanın simgesi olan Galileo’nun iki kez engizisyon karşısında yargılanmış, bu yargılamalardan da üç maymunu oynayarak (görmedim, duymadım, bilmiyorum) kurtulmuştur. (Sorgulama sahnesinde bu olaya şık bir gönderme bulunmaktadır). Sorgulamayı yapan Bilim ve İnanç Bakanlığı; kilisenin politik olarak otorite haline geldiği ortaçağ döneminin bir yansıması olarak filmde yer alır. Din, mevcut iktidarlarını korumak adına gerçekleri reddeden, somut delillerin tartışılabilir olduğunu savunan bir mekanizmaya dönüşmüş, ilerlemenin sebebi olan şüphe kavramı yerine biat kültürünü geliştirmiştir. Kuşkusuz her baskıcı rejimde olduğu gibi baskı hiyerarşiyi doğurur. Toplumsal düzeni sağlamak adına konulan hiyerarşinin bir noktadan sonra statükoya dönmesi kaçınılmazdır. Film katı bir hiyerarşik sistem göstermekte, bunun müsebbibi olarak da dini işaret etmektedir.
Evrim teorisi de filmin ana damarlarından bir olarak göze çarpıyor. “Ruh sadece insanda bulunur” tezinin üzerine giden film, son tahlilde ruhun zekâ olmadan bir işe yaramayacağının altını ısrarla çiziyor. Gelişmesi için çalıştırmaya ihtiyacı olan zekânın insanlarda tersine dönerek yok olması efendiden köleye evrimi tetiklerken, diğer taraftan maymunlarda gelişerek egemen olmalarını sağlıyor. Astronotlardan birinin maymunlar tarafından cerrahi müdahale sonrasında düşünme yeteneğini yitirmesiyle evrim halkasında başlangıca dönebiliyor. Yani evrim ileri ilerleyebileceği gibi geriye de gidebileceğini ima ediyor. Maymunların konuşmaları, yerleşik düzene geçmeleri ve birbirleriyle ilişkilerinin insanlığın ilk evresine benzemesi; teknolojik gelişmelerin henüz ilkel kabileler düzeyinde olması evrim teorisinin bir tezahürü olarak gösterilmekte. Hatta din otoritesi yüzünden yerinde saymaları sayesinde ileride insanlardan farkı olmayacağını ima etmektedirler. Çünkü merak, kuşku ve bilim yerine dogmatik düşüncelere saplanan kültürlerin ilerlemeleri hem yavaş olmakta hem de sonunda kendi kısır döngülerine hapis olmaktadırlar.
Planet of the Apes kıyameti dünyanın yok olmasından çok insanların bilinçlerinin gitmesi ve neslinin tükenmesi şeklinde yorumluyor. Einstein’ın meşhur sözünü hatırlamak bu noktada önemli: “3. Dünya Savaşı’nda hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum ama 4. Dünya Savaşı’nda taş ve sopalar olacağını biliyorum”. Bu söylem filmin savunduğu evrimin tekrar tekrar başlama gücüne vurgu yapıyor. Tüm filmi insanoğlunun tek ve benmerkezci tutumuna, evrimde kendisini son eşik olarak görmesine karşılık doğanın verdiği bir cevap olarak okumakta mümkün.
Bilim ve İnanç Bakanlığı’nın yapmış olduğu cerrahi deneyler, bilime ket vurulması, tabularla gerçeklerin çarpıtılması, yasak bölgeler, korku toplumu, hiyerarşi, efendi-köle ilişkisi ve kendinden olmayana karşı duyulan kontrolsüz öfke; farklı olanı dinlememek, dışlamak onun yaşamasına izin vermemek; doğayı tahrip etmek, nükleer enerjiyi savunmak, savaşlar ve başka halklar üstündeki tahakkümler insanoğluna hiç yabancı kavramlar değil. Bu sebeple ekranda izlediğimiz de maymunlar değil.
(1) Christopher Caudwell, Ölen bir kültür üzerine incelemeler, Metis Yayınları
(2) The Age of Stupid, Yönetmen: Franny Armstrong, 2009
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.